Paketten Çıkmamayı Başarmak

PAKETTEN ÇIKMAMAYI BAŞARMAK

Demokrasinin, çoğunluğun söylediğini mi, azınlığın söylediğini mi öne alan bir rejim olduğu tartışmaları geçtiğimiz aylar boyunca yeterince kafa ağrıttı. Demokrasi demek sandık demek miymiş, sandık demek değil miymiş? Literatüre bakılacak olursa yaygın kanaat demokrasiden beklenenler çoğunluğun idaresinin sağlanması ve azınlığın haklarının korunması istikametinde. Meşhur “Majority rule, minority rights” kaidesi. Dolayısıyla demokratik bir düzenin azınlıkların haklarını teminat altına alması isteniyor. Eğer siyasi tercihinizi demokrasi müdafaasına hasretmiş biri iseniz, Türkiye’de bunun nasıl yerine getirileceği hususunda bir netliğe kavuşabilmeniz için kimin çoğunluk, kimin azınlık olduğunu açıkça tespit etmeniz gerekiyor. Ondan sonra çoğunluğun idaresini tesis eder, azınlığın da haklarını teminat altına alırsınız. Demokrasiyi benimsiyorsanız size göre bu aynı zamanda kimin çoğunluk olduğunun, kimin idareye ehil olduğunun da tescilidir.

Başbakan, “Demokratikleşme Paketi” adı altındaki paketini açtığı zaman, bundan dolayı kendisini takdir etmesi, başbakanın paketini göklere çıkarması beklenen bazı çevreler hiç de böyle bir memnuniyet izhar etmedikleri gibi, bilhassa rahatsızlıklarını da beyan ettiler. Başbakan, azınlıklara haklar tanımamış mıydı? Eğer idare çoğunluğun idaresi ise, çoğunluğun azınlıkların haklarına riayet etmesi yönünde bir adım olmadı mı başbakanın paketi? Türkiye’de azınlıkların gayrimüslim anasırdan ibaret olduğu düşünülürse hükümetin yaptığı işin, Lozan’ı zımnen iptal ettiğini görüyoruz. Zira Kürtler, Ermenilerle, Süryanilerle bir arada pakete girdiler. Bununla da kalmadı, Lozan’da ekseriyet olduğu alenen ifade edilen Müslümanlar da bu zikredilenlerle aynı pakete girdiler. Çünkü Müslüman olmaları sebebiyle başlarını örttüğü düşünülen kadınlara da haklar tanındı bu arada! Yani Müslümanlar da, gayrimüslim azınlıklarla ve Müslümanlığını askıya alarak Kürt kimliğini evleviyetle ifadeye layık gören Kürtlerle birlikte bir hak elde etmiş oldular. Ne Kürtler, 1920’de dedelerinin yaptığı gibi “Biz Müslümanız, bizim bu gâvurlarla aynı işin parçası olmamız imkânsızdır” demeyi düşündüler, ne de “Ben Müslümanım” diyenler “Bizi, Lozan’ın bile yapmadığı bir şekilde, gayrimüslimlerle aynı politik manevranın parçası yapamazsınız” demeye yanaştılar. Eğer hakları tanıyacak olan çoğunluk idarenin asıl sahibi ise, meydana gelen tabloda, ne Müslümanlar ekseriyet, ne Ermeniler ekseriyet, ne Kürtler ekseriyet, ne Süryaniler ekseriyet! Peki Türkler? Paketten "Türk Varlığı" lehine değil bilhassa aleyhine olduğu aleni olan bir şey çıktı: “Andımız”ın kaldırılması. Dolayısıyla hükümete göre Türklerin azınlık olma "şansları" dahi yok! O halde şu anda ekseriyet olan asıl unsur kim? Pakette kimlere bilhassa yer verilmediğine dikkat edersek, hükümete göre bu ülkenin asıl sahiplerinin kimler olduğunu da keşfedeceğiz.

Pakette, Rumlarla alakalı bir şey bilhassa yoktu ve beklentisi sıklıkla dile getirilen Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması yönünde bir adım atılmamıştı. Bu da Megali İdea’nın bu ülkede asıl idari güç olduğunu; paketten rahatsızlık duyan bazı çevrelerin de bu yüzden bozuk attığını izah ediyor. Her ne kadar Başbakan “Bu daha başlangıç” dese de, işin çerçevesinin mezkur paketle çizildiği anlaşılıyor. Grekler kendilerini azınlıklardan bir azınlık statüsüne sokmamayı ve onlardan ayrı tutmayı başardıkları gibi, kuralları koyanın da kendileri olduğunu Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından âleme ilan etmiş oldular. İdarenin asıl sahipleri olarak herkesi kendilerinin altında bir yere oturttular. Bu arada başörtüsü serbestliği getirerek Müslümanları azınlık statüsüne soktukları gibi, “Andımız”ı kaldırarak da “Türkler”in yok edilmesi gereken varlıklar olduğunun bir kere daha altını çizdiler. Bu da Müslümanların idarenin asıl sahibi olmadığı yerde Türklüğün kendine bir yer bulamayacağının tasdiki olmuş oldu. Müslümanların kendilerini aşağı bir pozisyona soktukları vakit, Türk olamayacaklarının da.

D.Celaleddin Kavas