İSLÂM DİNLERDEN BİR DİN, TÜRK MİLLETİ DE MİLLETLERDEN BİR MİLLET DEĞİLDİR
GENEL BAŞKANIMIZIN TOKAT ve YOZGAT KONUŞMALARI

İSLÂM DİNLERDEN BİR DİN, TÜRK MİLLETİ DE MİLLETLERDEN BİR MİLLET DEĞİLDİR

İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı Şair İsmet Özel "Çirkinlik Şirkte Şirk Çirkinliktedir" adıyla Tokat’ta; “Gençlerin Milleti Milletlerin Genci” adıyla da Yozgat’ta birer konferans verdi. Tokat’taki konuşmasında Genel Başkan İsmet Özel toplantı salonunda ilk ve son cumhurbaşkanlarının resimlerinin önünde konuşma yaptığına dikkat çekerek “İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı olarak benim yerin bunların üzerindedir” dedi. “Çünkü İstiklâl Marşı, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Hıristiyan takvimine göre 12 Mart 1921’de milli marş olarak kabul edilmek suretiyle, dünyanın hiçbir yerinde olmadığı şekilde, kanun hüviyeti kazanmıştır. Bu hüviyete tasallut etmeye yeltenenler olduysa da hiçbiri muvaffak olamamışlardır.”

İNSANLAR BUZDOLAPLARINA RÜKÛ EDİYORLAR, FARKINDA DEĞİLLER.

“Şirk İslâm anlayışı içerisinde en küçük zerresi dahi kabul edilemeyecek bir kötülüktür. Müsamahaya mazhar miktarda şirk diye bir şey yoktur. O yüzden biz şirkten kendimizi ne kadar uzak tutarsak o kadar güzelleşir, ne kadar güzelsek şirki yapımızdan, bünyemizden, maddi varlığımızdan uzaklaştırmış oluruz. Tevhid dini olarak biliyoruz İslâm’ı. Ama İstiklâl Marşı Derneği olarak biz bilhassa bugün dünya hayatını idame ettirmekte olan insanların İslâmi durumları, konumları itibariyle Türkiye ve Türk Milleti çerçevesinde nerde durduklarını göstermeye çalışıyoruz. Bize dünyada İslâm’ın bir daha kâfirlerin korkulu rüyası olmaması için bir İslâm varlığından bahsediyorlar. Yalnız Türkiye’de değil bütün dünyada İslâm artık küfrü etkisiz bırakan bir beraberliğin adı olmaktan çıkarılıp bir itikad cüzü, dünyada birçok itikadlar var, bunlardan biri de İslâm itikadıdır şeklinde anlayıp anlatıp dünyada hükümdarlık gösteren kâfir saltanatının sarsılmasına fırsat doğurmayan bir şey haline getirmek. Bunu büyük ölçüde başarmış haldeler. Müslümanlar kendilerini kâfirlere benzeterek savunuyorlar. Bunların bizim ahiret hayatımızı yok edeceğini, berbat edeceğini anlamamız lazım.

İnsanlar buzdolaplarını açtıkları zaman rükû ettiklerinin farkında değiller. Ama ister istemez ediyorlar. Onlar kendilerine iyi olarak öğretilmiş başka şeylerin peşindeler. İslâm inançlar içinde bir inanç, Türkler de milletler içinde bir millet değildir. İslâm kendi dışında hiçbir iyilik tanımayan, kendi içinde hiçbir kötülük barındırmayan bir kapsama alanıdır. Türkler de Allah’a kullukta önlerinde hiçbir kavmin ya da milletin bulunmadığı bir insan topluluğudur. Bunun gösterilebilir, pratik nişaneleri var. Kelime-i şehadetle Müslüman oluyoruz. Kelime-i tevhidin iki parçası vahdet haline geliyor. Eğer “Muhammeden Resulullah” demediyseniz “La ilahe illallah” demenizin hiçbir manası yok. Eğer “La ilahe illallah” dediyseniz bunu ispat için “Muhammeden Resulullah” demeniz lazım. Demediyseniz ispat etmiş olmazsınız. Bu bizi şirkten yani Allah’ın iradesi dışında bir iradenin geçerli olmasını reddeder. Birinci derecede vahdet dini olma vasfını İslâm bizim Allah’ın iradesi dışında herhangi bir irade tanımama gücüne ulaşmamızla kazanır. İslâm’ı İslâm yapan şey, Yahudilikten, Hristiyanlıktan farklı olarak, dünya hâkimiyeti meselesinde de şirki tanımamasıdır. Allah uhrevi hayatın hâkimi, ama dünyevi hayatın hâkimleri vardır şeklindeki anlayışın reddiyle başlayan bir çalışma alanıdır İslâm. Kur’an-ı Kerim nazil olduğu zaman dünyada iki büyük dünyevi otorite vardı: Kisra ve Kayzer. Bilenler bilir Hendek Savaşı hazırlıkları sırasında her kazma inişte Resulullah Kisra’nın ve Kayzer’in o saraylarına o kazmaların indiğini söylüyordu. Resul-ü Ekrem’in bize gösterdiği yol dünya hâkimlerinin hükümranlıklarını silip süpürme yolu değil. Ne peki? Dünya hâkimlerinin asla sözünün geçmeyeceği bir İslâmi yaşama sahası temin etmek. Onun için Tebük Seferi sırasında Müslüman ordularının karşısına çıkamayan Hıristiyan Bizans ordularını takiple meşgul olmadık. Çünkü bize lazım olan İslâmi bir yaşama sahasıydı. Dolayısıyla Darülislâm, Darülharp ayrımı bizim için çok kıymetli bir ayrım. Müslümanların dayanışma içinde ve kendilerini serbest hissederek yaşadıkları bir saha. Bu bizim Kur'an'dan ve Sünnet'ten kuvvet alarak yükselttiğimiz şey. Darülharp ve Darülislâm. Bunun geçersiz olduğu bir yerde artık İslâm’dan bahsetmek mümkün değildir. Bu bölünmenin üstünde bir sosyal gelişme Müslümanların kabul etmesi mümkün olmayan bir sosyal gelişmedir. İslâm’ın doğuş şartları önce şirkin hiç hoş görülemeyeceği bir sahanın doğmasıdır. Bu da aynı zamanda bir Müslüman estetiğin doğması demektir. Müslüman estetiğin doğması İslâmi bir tahsil hayatının yürürlükte olması demektir. İslâmi bir tahsil hayatı beşikten mezara yürümüyorsa orada İslâmi bir estetik vücut bulmaz. Bütün kâfirlerin ve bütün müşriklerin esas itibariyle hataya düştükleri husus, Allah-u Teâlâ’nın bizim en mufassal durumumuz, en tafsilatlı halimiz için dahi bir hüküm beyan etmiş olmasıdır. Biz kabaca bir kaderi yaşamayız. Biz anbean her zaman İblis’in karşısında, meleklerin yanında yer alan bir kararlılık hali, bizden istenen şekilde yaşarız. Bu bakımdan da Yahudilerden ve Hıristiyanlardan ayrılırız. Yahudilerin ve Hıristiyanların hayatı o bakımdan bizimkinden daha kolaydır. Çünkü onlar kendi dinlerine olmak için belli çizgiler çizerler. Yahudi bir anadan doğduysanız Yahudi’sinizdir; kilisede vaftiz olduysanız Hristiyan’sınızdır. Bunu kimse elinizden alamaz. Ama Müslüman için her an Kelime-i Tevhid’e sadık olup olmamak, Kalubela’da verdiği söze sadık olup olmamak konusunda her an bir imtihan devam eder. Müşrik Araplar, Allah’ın kudretinden şüphe etmiyorlardı ama Allah’ın yardımcıları olduğunu da düşünüyorlardı. İslâm böyle bir şirki ne şekilde yok etti? Bizim günübirlik hayatımızda Allah’ın indirdiğinin esas olduğunu göstererek. Yani biz yalapşap, üstünkörü Müslüman olma diye bir şeyi kendimizden uzak tutuyoruz. Sabah gözümüzü açtığımızdan başımızı uyumak üzere yastığa koyduğumuz zamana kadar her an dikkatli olmak mecburiyetindeyiz hala İslâmi hassasiyetimizi muhafaza ediyor muyuz, etmiyor muyuz diye. Giyimimizden yememize, içmemize, vücut temizliğimize kadar. İslâmi hassasiyetten her uzaklaşma, çirkinliği ve dolayısıyla şirki beraberinde getiriyor. İslâmi hassasiyetten her uzaklaşmamız bizim bir tarafımızın aksamasına sebep oluyor. Şirke düştükçe çirkinleşiyor, çirkinliği fark ettikçe şirkin belasını fark ediyoruz. Bu Kur’an-ı Kerim nazil olduğu zamanda elimize bir senet, vesika olarak geçti. Âdem Aleyhisselam’dan beri gelen din içinde kendimizi emniyette hissedecek iman sahası bir vesika olarak Kur’an-ı Kerim’in nüzulüyle bize ulaştı. Ama bu Kur’an-ı Kerim nazil olmadan önce de doğmuş olan bir meseleydi. Bu mesele bizim iman ile emniyet sahibi olmamız kolaylığına Kur’an’ın nazil oluşuyla kavuştu. Biz kendimizi birilerinden ayrı tuttuğumuz için birilerinin sahasına girmediğimiz için Müslüman’ız. Onlar dünya kurulalı beri kendi aldıkları tedbirlerle hayatlarını güzelleştirdiklerini sanan insanlar. Çeşitli inanış kümeleri, öbekleri oluşturarak binlerce yıl yaşayıp gelmişler. Bunların içinde bize çok cazip gelen şeyler de olabiliyor. Ama biz Müslüman olarak kendimizi şirkten arınmış bir yerde güvende hissediyoruz. Onlar bizim bu durumumuzu kendileri için tehlikeli buluyor tabii. ‘Onlar size galip gelirlerse sizi ya taşla öldürürler yahut sizi kendi dinlerine döndürürler. Bu takdirde ise ebedi felah bulamazsınız.’ (El-Kehf Suresi 20. Ayet) Biz kendimizi onlardan ayırarak ebedi felah iştiyakını tercih ederek işe başlıyoruz. Kavuşuruz, kavuşmayız o ayrı.”

Genel Başkan İsmet Özel konuşmasında bir hadis-i şerif mealine yer verdi: “’İslâm’ın değirmeni durmadan dönecektir. Siz hep bu değirmenin döndüğü, mücadelenin devam ettiği yerde bulunun. Agâh olun. Kur’an’la Sultan ayrılacaktır. Siz kendinizi Kitap’tan ne ayrı tutun, ne de kitabın ayrı ayrı değerlendirilmesine meydan verin, tefrika etmeyin. Üzerinize, kendi lehlerine hüküm verdikleri gibi size hüküm vermeyen ümera gelecektir. Eğer onlara karşı isyan ederseniz sizi öldürürler. Eğer onlara itaat ederseniz sizi saptırırlar. Dediler ki öyleyse ne yapalım ey Allah’ın Resulü? Dedi ki: Meryemoğlu İsa’nın ashabının yaptığını yapın. Onlar testerelerle biçilip çarmıha bağlandılar, yine de vazgeçmediler. Allah’a itaatte ölmek, Allah’a masiyetteki hayattan hayırlıdır.’ Biz buzdolabına rükû ettiğimizi bilmediğimiz için Allah’a isyan içinde yaşadığımızı bilmeden keyif çattığımız zaman, bu testerelerle biçilip çarmıha çakılmaktan daha iyi değil.”

“Türkler olarak vatanımızla dinimizin kenetlendiği bir durumu hissetmiş insanlar olmamız lazım. Dini, milliyeti, vatanı birbirinden ayrılmayan bir girift bütün Türk dediğimiz zaman akla geliyor. Bu hepimizden koparılan bir şey. Bizim Türkçe diye bildiğimiz lisan da Kur’an-ı Kerim bilgisi olan müderrislerimizin, âlimlerimizin bize öğrettikleri lisandır. Bir kavmin kendi içinde anlaşabilmek için üzerinde uzlaştığı işaretlerin hasılası olan bir lisan değildir Türkçe.”

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ İÇİN YAPILAN PLANLAR TÜRKİYE’NİN İÇİNDE YAPILMIYOR.

“Millet fayda ummak kastıyla yüzünü Batı’ya çevirdi ve bir daha güneşin doğuşunu göremedi. Çünkü o taraftan doğmuyor güneş. Bu o kadar korkunç tahribat yaptı ki biz önemli olmanın ne olduğunu bile fark etmiyoruz. Bunu da dünyamızdan çıkardık. İstiklâl Marşı 12 Mart 1921’de TBMM’de millî marş olarak kabul edildiğinde Türk Milleti’nin mevcudiyeti en büyük riski taşıyordu. Henüz Sakarya Meydan Muharebesi cereyan etmemişti ve Ankara’da kurulan meclisi Yunanlıların dağıtma ihtimali çok yüksekti. İstiklâl Marşı eğer vatan toprakları yok olmaktan çıkacak olursa daha sonra yürürlüğe girecek olan gelişmeler hakkında da bize ikazda bulunuyordu. ‘Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.’ Ama 1932 yılında ezanın aslına uygun olarak okunması yasaklandı. Benim görüşüme göre 18 sene bu memlekette ezan okunmadı. Türkiye’de yaşayan insanlar yeni bir hayatı başlatmak için hiçbir çaba göstermedikleri gibi bir şahsiyet sahibi düzeni devam ettirmek için de bir ısrar göstermediler. Elimizde bugün yeni bir başlangıç yapmak için ne var diye soracak olursanız ben bir şey zikredebilecek durumda değilim. Türkiye’de Türk Milleti’nin yeni bir başlangıç için hazır olduklarını söylemeye mütemayil değilim.”

Yozgat’taki “Gençlerin Milleti Milletlerin Genci” adlı konuşmasına Genel Başkan İsmet Özel, Türkçedeki “genç” kelimesinin, dünya üzerindeki bütün dillerden farklı olarak aynı zamanda “hazine” anlamı taşıdığını ifade ederek Türklerin sahip oldukları lisan sebebiyle Allah’ın Türk Milletini diğer milletlerden üstün yarattığını söyledi: “Bunu anlamayanlar tarih boyunca belalarını bulmuşlardır. Bundan sonra da bulacaklardır.”

“Türk Milleti olarak genç dediğimiz zaman ya da genç mefhumunu kafamızda canlandırdığımız zaman bir başka kelimeye daha müracaat ederiz, o da cahildir. Türkler genç yerine cahil demeyi uygun bulurlar zaman zaman. Hatta türkülerde erkek kıza kendini acındırmak ya da kendi reklamını yapmak için ‘Cahilim’ der. Kendisinde fışkıran bir gençlik olduğunu ve arzularının çok keskin olduğunu, bunu muhatabının anlamasını bekler. Türk Milleti iki yönden doğru bir şekilde genç mefhumunu şekillendirmiştir. Hem bir şeyler yapma kapasitesine, kabiliyetine, gücüne sahiptir bu genç dediğimiz, hem de yanlışa düşmek, isteklerinin çok taşkın olması sebebiyle haddi aşma ihtimalini de bünyesinde barındıran bir mevcudiyettir bu genç. Türkleri eğer gençlerin milletinden bahis açmışlarsa burada bir şey anlatıyorlar, kendilerini anlatıyorlar demektir.”

TÜRK DÜNYASI İLE BATI’DAKİ KÜLTÜR VE SANAT HAYATININ FARKI

Türk tarihi varlığını bahis konusu ederken hadiseyi ikiye ayırmak gerektiğini söyleyen Genel Başkan İsmet Özel, 1071’den 1571’e kadar olan devre ile 1571’den günümüze kadar geçen devrenin iki zıt karakterli kısımı gösterdiğini söyledi. Türk üstünlüğünün meydana getirdiği yapıdan Türk olmayanların yani Osmanlıların istifade ettiğini söyleyen Genel Başkan İsmet Özel,  Osmanlı bakış açısıyla Türk bakış açısı arasındaki farka işaret etti. “İslâm’ın bize kazandırdıklarını dünya hayatında istifadeye tahvil etme tavrıdır. İslâm bize neyi kazandırdı? Bütün seviyelerde, Allah hâkimiyetinden başka bir şeyi kabul etmek şirktir ve insanı Müslümanların karşısına, onların kötü saydıkları tarafa iter. Kur’an-ı Kerim nazil olurken Kisra ve Kayzer vardı. Kur’an-ı Kerim bize bir üçüncü hâkimiyet alanı açmadı. Bu Kisra’nın ve Kayzer’in hâkimiyetinin lağvedilmesi, onun yerine hayatımızın her milimetrekaresinde, her salisesinde kul olduğumuzu ve sadece Allah’ın kulu olduğumuzu anlamamıza imkân veren bir hayat sahası teşkil etti. Müslüman, galip geldiği zaman Kisra’nın ve Kayzer’in yerini tutmak üzere bir hâkimiyet, hükümranlık tesis etmez, etmemeliydi. Ama öyle olmadı. Hadis-i Şerif bildiriyor ki ‘Benden sonra hilafet otuz senedir. Ondan sonrası ısırıcı saltanattır.’ Böyle oldu. Emevilerle başladı, Abbasilerle devam etti, son olarak da Selçuklu ve Osmanlı hükümranlıklarıyla bir yere geldi. Ama nereye gelindi? Artık Kisra ve Kayzer hâkim değil, biz hâkimiz diyen insanların yerine gelindi. Ama Türkler bu toprakları, bilhassa burayı vatan haline getirdikleri zaman Asr-ı Saadet’in umdelerine döndüler: ‘Müslümansan önemlisin, Müslüman değilsin ancak Müslüman’ın önem verdiği kadar önemlisin.’ Bunu biz Gaza Beylikleri döneminde bütün dünyaya kabul ettirdik.”

“Türkler Osmanlı klasik sistemi içerisinde beraya dediğimiz zümre idiler. Reaya Müslim ve gayrimüslim olarak ikiye ayrılıyordu. Biz Türkler Osmanlı’ya haraç vermeyen insanlardık. Diğerleri Osmanlı’ya haraç veriyorlardı. Gençlerin milleti gençliğini, hazine olduğunu ve biraz da cahil olduğunu böylece netleştirmiş oldu. Osmanlı bizden her saniyede istifade etti. Biz de Osmanlı emri altında olmaktan fütur duymadık çünkü bütün Osmanlı tarih boyunca devleti dinle muaheze edebiliyorduk. Osmanlı bir İslâm devleti değildi ama kendini Müslüman olmaktan başka türlü tarif edemiyordu. O yüzden bütün Osmanlı yönetimine bu şeriata uygun mu değil mi diye sorabilirdik. Bu soruyu sorma gücünü gösterenler o gençlerin milleti vasfını koruyan insanlardı.” Türk Milleti’nin gençliğini bilhassa sanat alanında gösterdiğini ifade eden Genel Başkan İsmet Özel şunları söyledi:

“Türk dünyasında sanat kültür dediğimiz mevcudiyet insanın derinlikten mahrum kalmaması için vardır. Hâlbuki sapık Batı medeniyetinde sanat, kültür ulaşılması için her şeyini feda edeceğin bir meşguliyet alanı olarak vardır. Mesela Goethe Mozart’ın müziğini ulaşılmaz buluyor. Hâlbuki bizim müziğimiz bizi derin insan kalmamıza yarayan bir müzik. Bizim haddi aşacak derecede kendi varlığımızın süslenmesi ile alakalı bir vasfı yok. Ama Batıda var. İkinci Dünya Savaşı sonunda vatana ihanetle mahkûm edilen Amerikan şairi Ezra Pound 15 yaşında şair olmak için çok dil öğrenmesi gerektiğini düşündü ve bütün Avrupa dillerini öğrendiği gibi Çince de öğrendi. Bizde böyle aşırılıklar yok.”

1913 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde Federal Reserve kuruldu. Bütün Amerikan ekonomisini beş büyük para babasının emrine bıraktılar. Dünya kapitalizmi birçok safhadan geçti ama bu hâkimiyet bakımından en önemli şeydi. 1914 yılında da Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Bu Osmanlı Devleti’ni haritadan silmek için kapitalizmin eline geçmiş çok önemli bir fırsattı. 1918 yılında bu yaşadığımız şehir de dâhil olmak üzere bütün Türk topraklarında en kötü yer, can ve mal emniyeti bakımından en tehlikeli yer Türk bayrağının altıydı. Savaşı çıkaranlar, savaşın galipleriydi. Bunlar Türklerin tarihten tard edilmeleri ve Türk bayrağının hiçbir yerde dalgalanmaması için bir uygulama başlattılar ve bu uygulamaya birinin cevap vermesi lazımdı. O da milletlerin genci Türk Milleti oldu. Bugün dünyada sınırları olan bir Türkiye varsa bunun sebebi Türklerin bir İstiklâl Harbi vermiş olmalarıdır. İstiklâl Marşı verilen İstiklâl Harbi’nin bir safhasında yazılmıştır. O sırada Türkiye Cumhuriyeti yoktu. Türkiye Cumhuriyeti’ne İstiklâl Marşı’nın hiçbir borcu yoktur ama Türkiye Cumhuriyeti her şeyini İstiklâl Marşı’na borçludur. İstiklâl Marşı Türklerin bir  kurtuluş mücadelesi vermelerinin yansıması değildir. Onun için İstiklâl Harbi’ne Kurtuluş Savaşı demek ahmakça bir şeydir. Biz hiçbir şeyden kurtulmadık. Gâvurlar padişahtan kurtulduklarını söyleyebilirler. İstiklâl bir şeyi yüklenip taşımak, götürmek demektir. Türk gücünün dünyada tanınmasına sebep olan muharebeler silsilesi içinde bulunduk. Bugün onun için Türkiye’nin haritadan silinmesi planlarının aletleri Sakarya Meydan Muharebesi’nin önemli bir şey olmadığını, İstiklâl Harbi’nin verilmediğini söylüyorlar. Biz bir İstiklâl Harbi verdik ve bunun sonucunda Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. İstiklâl Marşı’nın güç kazandırdığı İstiklâl Harbi Türkiye diye bir toprak parçasının Türklerin vatanı olduğunu tasdik etti. Türkiye Cumhuriyeti var çünkü Büyük Ermenistan yok. Türkiye Cumhuriyeti var çünkü Büyük Yunanistan yok. Türkiye Cumhuriyeti var çünkü bu sınırlar içinde bir Gürcistan yok. Türkiye Cumhuriyeti var çünkü bir Kürdistan yok. İstiklâl Marşı’nın güç kazandırdığı İstiklâl Harbi birilerinin kayıpları üzerine bina edilmiştir.”

TÜRKİYE’DE MÜSLÜMAN’IN MÜSLÜMAN’A YAPTIĞI BİR KÖTÜLÜK YOK

İsmet Özel, Tokat’ta ve Yozgat’taki konuşmalarını özellikle 30 Mart’taki seçimlerden önce yaptığını ifade ederek, bunu seçim üzerinde bir etki oluşturmak için değil, 30 Mart sonrasında artık bazı şeylerin dile getirilmesinin mümkün olmayacağı mütalaasıyla tercih ettiğini belirtti. “Önümüzdeki mahalli seçimlerden sonra ‘Türkiye’ sözünün de çok fazla söylenmemesi fikri ağır basabilir. İnsanlar küreselleşme veya globalleşme gibi şeylerin hayırlı olduğunu söylüyorlar. İnsanlar ileri demokrasi adına iyi şeyler yapılabileceğini söylüyorlar. Hangi sonuç doğarsa doğsun, artık Türk düşmanlığı yapmayanların yaşama hakkı yoktur deneceği noktaya gelmeyeceğini söyleyemem. Türkiye’de Müslüman’ın Müslüman’a yaptığı bir kötülük yok. Türkiye’de gayrimüslimlerin kendi aralarındaki hırlaşmaları kılık değiştirmiş olarak çeşitli biçimlerde görünüyor. Çünkü Türkiye topraklarının kaderi Birinci ve İkinci Dünya Savaşı galiplerinin ellerinde olan bir şey. Önümüzdeki 24 Nisan’da Amerikan Başkanı Ermeni olayları hakkında bir kanaat belirtecek. Bir sene sonra belirteceği kanaatin işaretini verecek. Bizim neler yaşayacağımıza dair muayyeniyetler bir yerlerde belirleniyor, netlik kazanıyor. Resul-ü Ekrem buyuruyor ki ‘Müslümanı Müslümanla savaşıyor görürsen git iri bir kayada kılıcını kır, evinin en gizli odasına çekil, öldürülmeyi bekle.’ Müslüman ise birisi, Müslüman’a kötülük de etmez, saldırmaz da. Müslüman’ın Müslüman’a canı da, malı da, haramdır. Şirkten ve çirkinlikten uzak Müslüman’dan bahsediyorsak, Müslüman’ın Müslüman’a bakış açısı ile sağlanabilecek bir şeydir. Bugün Türkiye’de siyaset yapılmıyor, sadece kâfir oyunlarının çeşitli varyasyonları sergileniyor.”

“Türkiye bugüne kadar bir İstihbarat Devleti olarak devam etti. Kötüden betere gidiyoruz. 30 Mart’tan sonra başımıza ne geleceğini Allah bilir. Ama kuluna da bildirir. Bütün mesele Allah’ın kulu olmayı kabulde ve reddedir. İnsanlar dünyada olup biten şeylerin Allah’ın yarattıkları eliyle, onların kendi talepleriyle yürüdüğüne inanıyorlarsa bir taraftadırlar; dünyada olan biten şeylerin Allah’tan istenen aracılığıyla olduğuna inanıyorlarsa onlar başka bir taraftadır. Allah’tan istemesini bilenlerle ‘Ya Allah vermezse’ diye tedbir alanlar arasında bir düşmanlık var. Takdir, tedbiri bozar diye bir hüküm vardır. Allah neyi takdir ettiyse senin aldığın tedbirlerin hiçbir faydası yoktur. Biz Allah’ın bizim hayrımıza bir netice hâsıl etmesini dua ile istiyor olmalıyız. Bütün sıkıntılarımızın Allah’tan istemeyi bilmemekten olduğunu bilmemiz lazım.”

BUGÜN TÜRKİYE’NİN HARİTADAN SİLİNMESİNE ENGEL OLAN…

“Türkiye’de devlet ve milletin kaynaşması sorusu gündeme sokulmuyor. Bu ikisini tarif etmemiz lazım. Bu tarif kimsenin işine gelmiyor. Devletle millet kaynaşacak. Güzel. Hangi devlet? Kur’an Devleti mi İstihbarat Devleti mi? Hangi millet? Otuzaltı etnik kimlik barındırdığı söylenen millet mi? Yoksa Türk Milleti mi? Bu konularda sarahat, vuzuh ortaya çıkmadan Türkiye’de hiçbir adım atılamaz. Bu isteniyor mu? Türkiye’nin bir şey haline gelmesi isteniyor mu? Hayır, bugün 1918’in gerisine düştük. 1918’de en tehlikeli yer Türk bayrağının altıydı. Bilenler anlayanlar net olarak telaffuz ediyorlar. Finansbank’ın Yunan Milli Bankası’nın malı oluşu 1919’da Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmalarından çok daha ileri bir adımdır. Bugün insanlar milli bir hassasiyeti küçümser haldedirler. Hepsi paranın nereden geleceğine bakıyorlar. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin haritadan hemencecik silinmesine mani olan şey tapu kayıtlarının açıklığa kavuşmamış olması ve emekli maaşlarını kimin ödeyeceğinin daha tatminkâr oluşudur. Bunun dışında Türkiye’nin haritadan silinmesine engel olan hiçbir şey yoktur. Türkiye’de Enerji Bakanlığı devletin enerji üreten yatırımlar yapmaması kararı alarak yaşıyor. Bugün ekranlarda dönen şeylere bakın. Hiçbiri Türkiye’yle alakalı şeyler değil. Kendileriyle alakalı şeyler ama kendilerinin Türkiye’yle alakası yok. Türkiye’de siyasi manada millet hayatını ilgilendiren hiçbir şey canlılık taşımıyor. Eğer Türk Milleti’nden bahsedecek olursak meraklıların öğrenmek istedikleri bir ansiklopedi maddesi olarak ilgi çekebilir. Ama faaliyet olarak yürütülen bir iş yok. İstiklâl Marşı Derneği bunun için bir fırsat mıdır? Buna hepimiz karar vereceğiz.”

8 Mart 2014 - Tokat

9 Mart 2014 - Yozgat