İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Yahya Kemal’in İstiklâl Harbinin ruhi bakımdan nihayetinde söyledikleri beni hep düşündürmüştür: “Kur’an devletini kurtardınız çocuklar. Evlerinize gidiniz”. Yahya Kemal’in söylediklerinin bu şekilde aklımda kalanları benim kanaatimce tipik bir Osmanlı söylemidir. İnsanları evlerinden “Gel, Kur’an devletini kurtar” diyerek çıkarıyorsunuz. Onlar sözünüzü dinliyor. Verdiğiniz vazifeyi yerine getirdiklerinde siz onları geri evlerine gönderiyorsunuz. İstediğiniz zaman evlerinden çıkıyor ve siz istediniz diye evlerine dönüyorlar. 1946 Hıristiyan yılında ABD’nin kendi yönetimini âlemşümul hale getirmek için her iklimin kendi havasında yürüttüğü demokrasi tecrübesi bu abrakadabranın sonunu getirme yoluna Türk vatanında girmişti. 27 Mayıs 1960 sabahı gerçekleşen askeri müdahale bu yolu tıkadı ve halen bu yol tıkalıdır. Yeniden açılacağına dair küçük bir emare bile yok. Devletle millet arasında her gün biraz daha derinleşen bir uçurum vardır.
Yüzyıllar boyu adam kıtlığı çekiyoruz. Kaht-ı ricâl denince bundan adam kıtlığı kast edildiğini bilirdim. Yine de sözlüğe bakmanın yarar getireceğini düşündüm. Bir de ne göreyim? Dilimizdeki kıt kelimesi kaht kelimesinden galat imiş. Lütfi Özaydın’ın yazdıklarını okumuş biri olarak Arapça ve Farsçayı “yabancı dil” sayanların kulaklarını çınlattım. Bahis konusu ettiğimiz kaht-ı ricâl ise bu tabirin doğum tarihinin pek eskiye, epeyce eskiye dayandığını akla sokmak ve eğer bu tabir akla girmenin her nasılsa bir yolunu bulduysa akıldan çıkarmamak lâzım. Yeniden yürürlüğe giren boşluğu doldurur beklentisi gölgesinde Hıristiyan takviminin 1656ncı yılının 15 Eylülü ile 15 Aralık 1683 tarihleri arasında (27 sene 3 ay… Tecelliye bakın ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin tek parti dönemi de aynı rakamı veriyor.) başvurulan devlette bir toparlanma sağlayacağı ümit edilen dönemin adı resmî tarihte Köprülüler devri olmuştur. Yeniden yürürlüğe giren boşluk neydi? Duyulan ihtiyaç Osmanlı sarayının Türk milletiyle arasını artık kapatılamayacak mikyasta açması yüzünden gerekli insanaydı. Daha Gaza Beylikleri döneminde beyliklerde ve Bizans’ta iktidar hırsıyla yaşayan insanların işbirliği yapmanın, birbirleriyle uzlaşmanın yollarını kolayca bulabildiklerini biliyorsak hatırlayalım; bilmiyorsak öğrenelim.
Ceberut Osmanlı Devleti… Türkiye Cumhuriyeti sultası altında yaşayan insanlar bu tabiri Türkiye İşçi Partisi’nin ilk Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın ağzından işitti. Ceberut yerine despotik demek Avrupaî tabirler hoşunuza gidiyorsa mümkündür. Osmanlı despotizmi gelenekçiliğin veyahut klasik Osmanlı düşüncesinin bir parçası değildi. Despotizm Batılılaşma ile kol kola yürüdü. Merkezi idarenin mutlakiyetçiliği II. Mahmut saltanatıyla başlar. Merkezi idare halka hesap vermeden halk üzerindeki etkinliğini artırdı. Oysa gaza ruhuyla vücut bulmuş devlet her yaptığına İslâm’dan bir delil getirmek zorundaydı. Böyle bir zorunluluk Türk kelimesinin İslâm olarak anlaşılmasına yol açtı. Klasik Osmanlı düşüncesi, yani rotasını medenileşmeğe henüz ayarlamamış, böyle bir ayarlamayı küçültücü bulan toplum görüşü varlığını Türklerin itibarlı konumuna borçluydu. Türklük ve Osmanlılık hiçbir çağda et ve tırnak gibi birbirine bağlı olmadı. Türklük Diyar-ı Rum’u Dar-ül İslâm şekline getirenlerin en yüksekte tuttukları bilinç katıydı. Osmanlılık ise vaziyetten dünya şartlarının elverdiği ölçüde ballı-kaymaklı bir netice hâsıl etmek isteyen kurtların bürünmek istedikleri koç ve/veya koyun postu idi.
Avrupa kendini Türklerin istikamet tayin edecek vasıftan uzaklaşması sebebiyle bilim, kültür, giderek sanat ve ahlâk gibi her sahada gösterdiği gayrete bir dayanak bulma mecburiyeti altında hissetti. Dayanak “hürriyet arayışı” haline gelmekte gecikmedi. Antik Yunan’dan beri Batı niçin hürriyetten mahrum bırakılmıştı? Avrupa’da eğitim görmüş kimseler önce Hintli dedikleri ve nihayet “Amerindians” tabirinde karar kıldıkları yerlileri o yerlilerin tercihleri ve hayata bakışları sebebiyle daha başından hayretle karşıladı. Dolayısıyla derin tefekkür Yeni Dünya’nın keşfinin yanı sıra düşünce âlemine “soylu vahşi” (noble savage) kavramını getirdi. Avrupa’nın ötekisi olduğu açıktan inkâr edilse bile içten içe Avrupa’yı kemiren aşağılık duygunun baskısı altında ne vahşet, ne de barbarlık kalıplarına sığdıramadıkları Türk’e ancak yapılabilecek kötülüğün Müslümanlıkla Türklüğü birbirinden koparmak olduğunda karar kıldılar. Bu işin hakkından gelmede akla durgunluk verecek bir başarı elde edildi. Türk vatanına sadık kalmakla Türk milletine mensup olmak birbirinden tamamen bağımsız addedildi. El çabukluğuyla Türk milletine mensupmuş gibi yapılıp makam, mevki, servet edinildi. Türk vatanına sadakatin şaka götürür bir tarafı yoktu. Sadıkların canını teninden Türk vatanına ihanet edenler ilk fırsatta ayırıyorlardı.
Aklınızın bir kenarında Bonapart’ın Korsikalı, Albert Camus’nün, Jacques Derrida’nın Cezayirli oldukları yer alıyorsa Korsika’yı ve Cezayir’i Fransa’nın birer vilâyeti kabul etmekte zorlanmazsınız. Buna mukabil Türklerin bir vatana sahip çıkıp çıkmadıkları ve Misâk-ı Millî’nin Türkler adına bir anlam taşıyıp taşımadığı fikri gerek halkı Müslüman ülkeleri ve gerekse halkı gayri-Müslimlerle meskûn ülkeleri rahatsız edecektir. Çünkü Türklerin vatanı fikrini olağan karşılamak İslâm’ın makbul bölgesinin Bağdat-Şam bölgesinden İstanbul’a taşınmasını da tarihe dâhil etmek demektir. Türklerin hakkından gelecek çok işleri olduğunu bilmek başka birçok şeyi bilmeği de beraberinde getirecektir.
İsmet Özel, 5 Şevval 1443 (6 Mayıs 2022)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün