DÜNYA KAÇ BUCAK?
İSMET ÖZEL
.

Türkler “uçsuz bucaksız” dedikleri zaman hududu hemen, kısa zamanda varılamayacak kadar uzakta bulunan ve yerleşim yeri olarak seçilemeyecek kadar ücra bir yeri işaret ederler. Bu deyimdeki “uç”, bir ipin ucu değil, bir ülkenin ucudur. Bucak kelimesinin anlamını da en iyi bir tehdit cümlesi açığa çıkarır: Birinin yüzüne karşı “Gösteririm sana dünyanın kaç bucak olduğunu!” dediğiniz zaman ona karşı onun kaçıp kurtulacak ıssız bir yer bulma mecburiyeti altında kalacağını ifade etmiş olursunuz.   

Dünyanın fiilen kaç bucak olduğu hep merak konusu olmuştur. Ne var ki, bu merakı gidermek için gerekli cesareti bugün olduğu gibi hiçbir zaman kendinde bulamamış, eline geçtiği kadarıyla iktifa etmiştir insanoğlu. Mesela, Nil nehrinin kaynağını keşfedecek seyahati yapma cesaretini gösterecek kimse çıkmamış; Büyük İskender’in askerleri İndüs nehrine ulaşınca Nil’in kaynağına ulaştıklarını sanmışlardır. Coğrafya kitaplarında geçen “Büyük Keşifler” bahsi bize cesur denizcilerin resmini gösteriyor. Acaba onlar alışılagelmiş hayatlarını yaşayamayacak kadar sosyal ilişkileri bozuk insanlar mıydı? Öyle olmasalardı bugün bir Portekiz kralının isteğiyle adı “Ümit Burnu” olarak anılan yere “Fırtınalar Burnu” demeğe yeltenirler miydi? Kaptan James Cook niçin bir yerli tarafından öldürüldü? Mihveri dünya hâkimiyeti mukabilinde ruhunu şeytana satma hadisesi olan kültürde hâlâ ciltler dolusu romana konu olan ruh dalgalanmalarına rastlamak şaşırtıcı değil.

Beyaz ırkın ruh dalgalanmalarının vara vara Ukrayna’yı ve İsrail’i her bakımdan desteklemeğe vardığını söylersem gerçeği dile getirmiş olur muyum? Hayır, olmam. Dünyanın her yerinde Avrupa’da ve Amerika’da olduğundan daha çok hakkın yerini bulması yönünde bir temayül var. İtalyanların Roma İmparatorluğu’nu yeniden canlandıracaklarına inanmaları, Almanların bin yıllık bir hayat sahasını ele geçirecekleri düşüne dalmaları ve bir zaman Rusların bir gün dünya ihtilâlinin gerçekleşeceğini beklemeleri birer çocukça avuntu değildi. Bu sadece İslam’la tanışmağı reddetmiş kavimlerin içlerinde taşıdıkları hakkın yerini bulması güdüsünün sapışıdır. İnsanoğlu cenneti yeniden kazanmak üzere yaratılmıştır ve hangi kültür içinde yaşarlarsa yaşasınlar içlerinde Allah’tan ümit etme hassasiyeti bulundururlar. Gelin görün ki, yürürlükteki mali hâkimiyet onların hassasiyetini saptırır.

Bu sapıştan ancak dünyanın ahiretin tarlası olduğuna ve bu dünyada ektiğimizi öte dünyada biçeceğimize inandığımız zaman kurtulabiliriz. Bugün keşfedilecek yeni bir kıta kalmadığına ve yerkürede gidilebilecek her yere gidildiğine aklımız eriyor olabilir. Yine de dünyanın kaç bucak olduğunu öğrenmiş sayılır mıyız? Hayır, sayılmayız. Dünyanın kaç bucak olduğunu anlama ihtimalimiz ancak kendimizi din gününe hazırlamağa başladığımızda belirebilir. Din günü demek dünyada geçirdiğimiz vaktin tepeden tırnağa, iğneden ipliğe hesaba çekildiği gün demektir. Dünyada kul hakkı yemeden kendini rahat içinde hissetmek mümkün değildir. Buna mukabil Allah bize ölmeden zalimden hesap sorma hakkı tanımıştır. Uğranılan haksızlığın intikamını almak için şiir söylemeği de helâl kılmıştır.

Türk kültürü “harcıâlem” kelimesine müspet bir anlam yüklemez. Bildiğimiz Türk toplumunda öne çıkmak ancak bileğinin hakkıyla gerçekleştiğinde makbuldür. Ne var ki artık bilmediğimiz Türk toplumu içinde yaşıyoruz ve hiçbir şeyimizi güven içinde tutamıyoruz. Mehmet Akif “Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi” biçiminde bir mısra vaz etmiş ve bu yaptığının Dine zarar verip vermediğini sözüne güvendiği âlimlere sormuştu. Yirminci Hıristiyan asrının ilk çeyreğinde Türklerin İngiliz ve Fransız gemilerinin Çanakkale Boğazı’ndan geçişlerine yol vermeyişi İslâm’ın bir askeri güç ve bir siyasi teşkilât olarak yerküreden silinmesine dur demiştir. Winston Churchill’in “Biz Çanakkale’de Türklerle değil Allah’la savaştık” demesi boşuna değildir. Çanakkale savaşları İstiklâl Harbi’nin uç vermesine imkân hazırladı. Sonra ne oldu? Sakarya Meydan Muharebesi Türklerin savaştan mağlup çıkmalarının imkânsızlığına delil oldu. Daha da ötede girilen çatışmanın bir suçlusu varsa onun da Yunanistan olduğu beynelmilel bir kabul gördü. Meriç nehrinin öte yakasındaki Karaağaç istasyonunu Türklere harp tazminatı olarak verdiler.

Sonrası öncesinden daha iç burkucudur. Madem Türkler tarihten silinemiyor, o halde modern kültürün esareti altında bırakılmalıydı. Bu cumhuriyetin beraberinde inkılâpları getirmesi anlamına geliyordu. İnkılâpların en şiddetlisi cumhuriyetin ilânından beş yıl sonra yürürlüğe sokulan harf inkılâbıdır. Göz göre göre Kur’an Türk toplumu nazarında tarihe gömülüyordu. Fakat hayret, Türk toplumu Kur’an-ı Kerîm’i tarihe değil, kalbine gömmüştü. Burada kalbe gömüş hakikatin üstünü örtüş anlamına gelmez. Hakikatin üstünü örtmeğe yeltenenler her fırsatta din sömürüsü macerasına dalmışlardır. Siyasal İslâm’ın uygulaması bunu da ellerine yüzlerine bulaştırmalarına yol açmıştır. Dolayısıyla son Türk yeryüzünden silininceye kadar Kur’an onun kalp atışlarıyla dünyayı tesir altında bırakacaktır.

İsmet Özel, 11 Cemaziyelevvel 1446 (13 Kasım 2024)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.