SENİN TARİHİN BAŞKASININ CEBİNDEN ÇIKMAZ
İSMET ÖZEL
سنڭ تاریخڭ باشقەسنڭ جیبندن چیقماز

Pergelin yazmaz sivri ucundan bahsederek başladık söze. Yazmıyor sivri uç gerçi; ama batıyor. Battığı yer neresidir pergelin yazmaz sivri ucunun? Öncelikli olarak fertlerin tarihine batıyor pergel. Nedir ferdin, teker teker fertlerin tarihi? Uzağa gitmeyin: Başlangıcı beşikte sanılan ve ucuna mezarda varıldığı farz edilen kendi ömrümüz her ferdin tarihi olarak bütün çevresiyle ferdin kafasındadır. Hayat olarak dile getirdiğimiz her ne ise o güçlü değildir. Güçlü olan hayatımızın söze gelmeyen tarafıdır. Gerçeğin bu suskun yanından güç alarak İkinci Yeni hayatımıza girdi. Size inanılmaz görünse de orduları karşı karşıya getiren harpler ferdin tarihinde bütün çağlar boyunca en önemli yere sahiptir. O kişi kadın da olsa, hiç üniforma giymemiş bile olsa bu böyledir.  Aldığımız eğitim bize bir ferdin ve bir tarihin birbirine çok uzak iki şey gibi gösterilmesine taalluk ediyordu. Bu yüzden orduların ana hattını çizdiği tarihin ferdi birinci derecede kapsadığını fark eden iyi bir başlangıç yapmıştır. Pergelin yazmaz sivri ucu korunak aradığımız şeylere batınca aleladeleşir. Fert be fert batan tarih kayıt meraklılarının aldırmadıkları olaylar ve gözlemlerle doludur. O aldırılmayan şeylerden ötürü kültürlerin, kavimlerin tarihi can yakan yerler haline geliyor. Batıyorsa acıtıyor demektir. Batan ve batıran tarih bir intibadan mı, yoksa bir hafızadan mı ibaret? İntibadır gayri-Müslimlerin itibar ettikleri şey. Müslümanların imtiyazı hafızaya rağbet etmekten gelir. İntibaın ödünç alınabildiğine Türkiye’nin modernleşme tarihi şahitlik eder. Eğer hafızaya rağbet işimize gelirse mümtaz kişiler olduğumuzun da sırası gelmiştir.

Türkiye Cumhuriyetine hasredilen tarih olmasını istediği şeyden hazırda varmış gibi söz etti. Medet umduğu şiar “imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” oldu. Nasıl elde edilebilir o kitle? Neredeydi o pırasanın bolluğu? Tarihin neresine bakarsanız bakın arayıp da bulabildiği bir sınıfsız ve imtiyazsız kitleyi kimsenin göremediğini anlayacaksınız. İnkılaplar hem toplum sathında gerçekleşecek, hem de inkılapçılık imtiyaz yaratmayacak. Bu yutturmaca her kimi kandırıyorsa, kandırıcının tehdit edici, yıldırıcı olduğu kadar kıyıcı bir imtiyazı vardı. TCK’nın Faşist İtalya’dan adapte edildiği söylenen 141-142 ve 163. maddeleri yürürlükte tutan bu sınıfsız toplum kargaları güldürüyordu. Gıdıklanan her karga hapsi boyluyordu. Cumhuriyetin baskı günlerini özlemle mi anıyorum? Hayır; ama görünürde bir baskı olmaksızın ferdi ezen bu günler bana alınacak nefes bırakmıyor. 

Nefessiz yaşamağı denememiş olanlar benim şiir nâmına neler yazdıklarımı anlıyormuş gibi yapıyor iseler felâket Türk toplumunu yoğuruyor demektir. Bu hamurdan yapılan putlar onları imal edenler tarafından yalanıp yutuluncaya kadar yoğurma devam edecek. Türk kafası diyemediği için yaptığı televizyon programına İstanbul Kafası adını takan kişi İstanbullu Rum’un kafasıyla, İstanbullu Yahudi’nin kafası arasındaki farkı umursamadığı için milleti tava getireceğini hesapladı. Bu hesap tutmuş görünüyor. Türklere mahsus kafa İstanbul Kafasını tasfiye edip ortaya çıkınca Türk olmayan bütün kafalara tehlike arz ettiğine şahit olacağız. Tutmuş görünen hesap tutturulamayan yerden başlayıp her dalkavuğu yakacak. Türk kafasının ortaya çıkışı İslâm tarihi ile Türk tarihinin birbirinden ayırt edilemez durumda olduğu duruma tahsis edilmiştir. 

Türk toplumu sıfırı Avrupa’nın dünya hâkimi rolü oynuyor olmasına rağmen tüketmemişti. Osmanlı idaresinin kendine bile yaramayan nobranlığı yönetimi tehdit edince sermaye birikimi en yoğun olan güçle uzlaşma yolu arandı. Devletin âciz kaldığı yerde milletin sıfırı tüketmediğini Çanakkale savaşlarında gösterdik ve İstiklâl Harbi’nin yolunu açan bu kararlılık oldu. “Korkma” diye başlıyor İstiklâl Marşı ve bu sebeple o marşa itiraz edenler var. Bunlar Osmanlı tarihinde attan inip nargilenin başına oturanların soyundan geliyor. Keyf ederek zengin olunur mu? Bunlar oldular. Reayaya vurulmuş dizginin ucunu bırakmak şöyle dursun biraz bile gevşetmedikleri için her biri vatan hainiydi. Bugün her ahmak söylenen yalanları fark edebiliyor. Benim yıllar önce attığım bir yazı başlığında dediğim gibi: Kepazelik var, kimse kepaze olmuyor. Medeniyet karşısında çaresiz kalmış bir Osmanlı devleti yoktur. İslâm’ı temsil vehmine kapılanların hepsi Hıristiyanlığa açıktan boyun eğdi. Boyun eğiş türlü dolambaçlı yollarla paşaları eskisinden daha zengin etti. Paşalar zenginliklerini küfre hizmete adadılar. Müslim zümreler günden güne züğürtleşti. Kâfirlerle önce anlaşma yolu aradılar; ama küfre hizmet edenler bunu küçültücü bularak tenezzül etme ihtiyacı hissetmedi. Gladstone’un bir dediği oldu. Her fırsatta elimizden Kur’an-ı Kerîm’in alınmasına yol açan yenilikler bizim mağlubiyetimize sebep olmakla kalmadı, giderek perişan olmamızın şartlarını tabiîleştirdi. Bir başka dediği ise olmadı. Beklediği gibi pılımızı pırtımızı toplayıp Avrupa’yı terk etmedik. Yani sonuç bu günkü millî (?) sınırlar değil, içinde Batum’un, Selânik’in, Bulgaristan olarak bilinen ülkenin üçte ikisinin, Halep’in, Kerkük’ün bulunduğu gerçek Misâk-ı Millî idi. Lozan’a rağmen Türk tarihinin üstüne bir bardak soğuk su içmediğimiz İslâm’ın yayılışına Türk katkısının ne olduğuna dair işaret taşına sahip çıkmamızdan belli oldu. Tarih sahnesinde Türklerin doldurduğu yeri gözden uzak tutanlar tarih anlayışında yaya kaldıklarını itiraftan fazlasına güç yetiremiyorlardı.

İslâm’la Türkleri uzlaştırma çabası gösterenlerin yaptığı İslâm’la Türkleri birbirinden ayırma işgüzarlığında bulunanların yaptığından farkı yoktur. Tarih bir tutarlılığı mı dışa vurur, yoksa bir milletin ümidini mi aydınlatır? Tutarlılık veya çelişmezlik değildir tarihin peşinde olduğu. Tarih bir milletin neler ümit etmeğe hakkı olduğunu kanıtlayan geçmiş bilgisidir. Bakarsanız Türk milletin geçmişinde İslâm’dan başka bir değerler kümesi bulamayacaksınız. Türkler tarih sahnesinde yer alma çabası gösterdikleri sırada kâfirlerin gözünde İslâm yayılabileceği kadar yayılmıştı. Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları ve onları takip eden Gaza Beylikleri tarih otoritesi konumuna heves edenler için nev-zuhur oluşumlardı. Osmanlı Devleti kurulduğu ve yayıldığı alanda yaşayan bütün kültürlerin mirasına kondu. Grek mitologyasından Roma yayılmacılığına kadar canlandırıcı bütün etkilere açık bir politika güdüldü. Bugün “Biz Osmanlı torunuyuz” deme hatasına düşenler Sokrates öncesi felsefeye de selâm çakmış olur. İşte bu yüzdendir ki bugüne kadar Türk tarihi hep Türklüğü genetik yapıları bakımından değil, bilhassa Türk vatanına sahip çıkma bakımından şüpheli konumda olan başkaların cebinden çıkmıştır.

Türk tarihinin aynı zamanda Avrupa tarihi olabilmesi için Türklerin elinden çıkması gerekir. Niçin? Çünkü Avrupalılar modernleşmeğe Türklerin gölgesinden çıkabilmek için başladı. Bu yüzden Türkler kendi tarihlerini tutarsız övünmelerle doldurmağa ihtiyaç duymazlar. Robert Kolejin Bulgar ve Ermeni talebelerinin 93 Harbi’ne Ruslar lehine katkılarına Türklerden başkası yer vermeyecektir. Bu haberin doğruluğundan Türk’ten başkası müteessir olmayacaktır. Devletin selâmeti ve milletin selâmeti arasındaki çatışma siyasi ve sosyal güç açısından derme çatma (Tantan’ın Bakan tayin edilişine kadar İçişleri Bakanlığı’nın envanter dökümü yoktu) ve fakat halkı ezmeğe gelince vahşetiyle dünyayı titreten bir örgütün halka dönük beynelmilel baskı adına yüceltilmesi hesabına yok sayılıyor. İnsan tabiatına en uygun düzenin kapitalist düzen olduğu aldatmacası bu yok sayma işine yardımcı oluyor. Komünistler eğer komünizan tedbirler alınmazsa varılacak yer barbarlıktır demişlerdi. Bu beyanla kapitalizmin insanlık hayrına bir gelişmenin göstergesi olduğu inançlarını dışa vurmuşlardı. Türk tarihi Türk düşmanlarının cebinden çıkarsa bu hükme boyun eğme dışında bir çare kalmayacak.

İsmet Özel, 17 Zilhicce 1441 (7 Ağustos 2020)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.