MEĞER ŞİİRE KAÇMA ŞİİRİN GÜCÜNE KAÇMAĞA VARIRMIŞ
İSMET ÖZEL
مكر شعرە قاچمق شعرڭ گوجونە قاچمغە واریرمش

Divan şiiri kendi başına pörsüyüp sönmedi. Osmanlı Devleti’nin sadece kendini İslâm’la beraat ettirmekle kalmayıp aynı zamanda İslâm’a müstenit olduğu fikrine ters bakılmasının şairi küstürdüğüne dikkat edelim.  Divan Edebiyatı’nı terk ettiğimizden bugüne çok şey değişti. Hepimiz bir yerinden tutup yücelteceğimiz şairin peşindeyiz. Bir şairi hele bir yakalayabildiysek ondan sonrası kolaydı. Elimize ölçü geçirmiş olur, karşımıza çıkan metni kabule mazhar şiirin neresine düştüğüne bakardık. Divan şiiri kültürel ortamımızda rahat nefes alabildiği zamanlarda karşımıza şairden önce şiir çıkmazdı. Bir şahsa divan sahibi denilmesi şairin eserinin şair zata takaddüm ettiğine delil olurdu.  

Toplum düzeni adını verdiğimiz şey geometrik bir şey değildir. Eğer şiirden başka bir şey (meselâ bir padişah) topluma düzen temin ediyorsa bilin ki, orada tebaanın paylaştığı duygu korku olacaktır. Osmanlı’nın çift bozan vergisi aldığı ve öşür düzenini Cumhuriyet sonrasında İsmet Paşa’nın lağvettiği hesaba katılırsa korkunun nerelere uzandığı hakkında bir fikir sahibi olunabilir. Aklı Ali’nin külâhını Veli’ye geçirmekle meşgul olmayanların şiire tanıdıkları salahiyet aile terbiyesi almış olanların ümidini yaşatmıştır. Ailesi İslâm’ın hedeflerine kilitli insanlar dünyayı küçümsemede birbirlerini yalnız bırakmaz. Dünyayı aşağılık bir mekân olarak bilmek kıymetin dünya kazançları ötesindeki yerinden haberdar olmaktır. Dünyaya değer atfedenler yapayalnız ölür. Dünyayı küçümseme insanoğluna münhasır kaldığından insan oluş yolunda yaşananlar değer kazanır ve millî edebiyatlar ötesinde dünya edebiyatı böylece zenginleşir.

Dünya edebiyatı şöhreti millî edebiyatı aşmış zevatın şekillendirdiği bir edebiyattır. Millî edebiyatın attığı temellerin sağlamlığı dünya edebiyatına giden yolu sağlamlaştıracağını sanmayın. Belki de tersi olur. Millî edebiyatta diyaloga elverişli unsurların bolluğu o zatın dünya edebiyatında kolay benimsenmesinin sebebi haline gelebilir. Goethe bunlardan biriydi; ama Beethoven asla bunlardan biri değildi. Beethoven’i Alman olmayanların benimsemesi ve giderek vazgeçilmez sayması müzik dili üzerindendir. Mükemmeliyetçiliğini dokuz aşılamaz senfoni yerine Almanca metinler yazarak gösteremeyecekti.      

O ki, “Ben de şiir yazıyorum” diyor ömrü billah şair olamayacaktır. Şair olacak kişinin cümlesinde “de” yoktur. Nefsini “Ben şiir yazıyorum” yahut “Şiir benim yazdığımdır” deme noktasına henüz getirmeden yaptığı hakkında hiç konuşmasa yerinde olur. Daha doğru cümle “Ben şiire kaçıyorum” olurdu. Doğumundan itibaren kaçış insanın yerine başka bir şey koyamayacağı refleksidir. Giderek insana acelenin olduğu kadar kaçışların yarattığı mahlûk denilse saçmalanmış olmaz. Ana kucağından baba ocağına kaçarız.  Eğer ana baba bize bir vatan vermediyse, hiç olmazsa bir yurdumuz olsun isteriz. Yurt hacmimize en uygun yaşama alanıdır. Vatan edinmeksizin yurdun sıcaklığına nasıl geçilir bunu bilmem; ama yurt sahibi oluşun biz insanları vatan sahibi olmağa açtığı kesindir.

Wilhelm von Humboldt ’un gerçek vatanın lisan olduğunu ikrar ettiğini biliyoruz. Şiir ise insanın lisanla yaptığı en yüksek şeye taktığımız isimdir. İkinci Yeni Türkiye’deki şiir âleminde gücünü israftan kaçınan herkesin tutup yükselttiği bir şeydi. Önce hayatta kalan iki garip geliyordu. Onları onlara iltihak etmişler takip etti. Birinci Yeni ruhuna sadık kalarak tongayı vurma ihtimalini kendilerine uzak sayanlar hepsinden öne geçiverdi. Sıralama neredeyse bir doğum tarihi sıralamasıdır:

Melih Cevdet Turgut Uyar Ece Ayhan
Oktay Rifat Edip Cansever Ülkü Tamer
İlhan Berk Cemal Süreya Kemal Özer
Behçet Necatigil Sezai Karakoç  

Elbet anılmağa değer birçok başka isimler var; ancak yukarıdaki isimler İkinci Yeni denince ilk akla gelenler veya adları anılır anılmaz akla İkinci Yeni’yi mutlaka getirenlerdir. Onları şiirin nesinden bilhassa sorumlu tutarız? Hiçbir şeyinden; ama geçerliliği yaygınlaşan bir mülkiyet söz konusu olunca yerlerini asla terk etmeyecekler de onlardır. Günlerden bir gün Turgut Uyar’a sordum: Üvercinka’nın ne üstünlüğü var? Nedir yerlere göklere sığdırılamayan kitabın sırrı? Cevap şu oldu: Üvercinka karşımıza Yerçekimli Karanfil’in açtığı yolda çıkmışsa böyle olur. Anekdotu şiir atmosferinin ne koktuğunu göstermek için anıyorum. Attila İlhan’ın yenilerin hem birincisine bopstil yakıştırmasıyla, hem ikincisine içine çektiğin havadır hava diyerek veryansın etmesine rağmen kendi sinematografik şiiri dolayısıyla İkinci Yeni’yi de kendisinin getirdiğini iddia edişi gibi.

Ne oldu da kurtuluş reçetesi olarak gerici sanat yaftasını kat be kat hak etmiş bir şiir edebiyat kesesinin özel bir yerine konuldu? Edebiyatta bağlanma dediğimiz hadise yeterince ve yerli yerince anlaşılmadan bu suale cevap bulunamaz. Türkçe yürütülen edebiyat faaliyetinde tersinden bir bağlanmadan söz edersek isabetli bir yola girmiş oluruz. Korona virüs pandemisi bize en az iki şey öğretti: Önce medeniyet araçlarıyla dünya çapında dünyaya müdahalenin hayırhah neticelere açılmadığını gördük. Sonra medeniyetin şifa bekleyen insanlara moral verecek hiçbir unsur yüklenmediğini gördük. Edebiyatta bağlanmanın arızî değil esasî olduğu tebarüz etti. Bağlanmanın şairi de, şiir okuyucusunu da kayıt altına almakla onların anlayışını daraltmadığını, bilakis geniş anlayışa imkân veren çıkış güzergâhına işaret ettiğini gördük.

Marksizm’i dünya görüşü olarak seçmiş çevrelere hasmış gibi görünen “bağlanma” aslı itibariyle bütün insanlığın mahiyetine akıl erdirmesine dönük bir tutumdur. Batı âlemi bağlanmanın teklif ettiği dünyaya sırtını ilk çağda çevirdiği için biz XIX. yüzyılda yeni bir şeyle karşılaştığımızı sandık. Duanın hakkını vererek dua edilmesi bağlanmanın kendisiydi. Edebiyat bizi ne derecede dindar kılıyorsa o derecede edebiyat adına lâyık oluyordu. Romantizm bilimsel bakış açısına savaş açma cesaretini kendinde bulamadı. Görebildiği sadece bilimin kusurlarıydı. Mektepler, konser salonları, kütüphaneler, müzeler, hâsılı modern hayatın cereyan ettiği her yer bilimsel bakış açısına imtiyaz tanıyordu. Şiir hiçbir dönemde aklın temin ettiği hürriyetin muhafızlığını üstlenmedi. Bu sebeple “bir konuda” şiir yazılamadı. Şiire şiir diyebilmemiz için sur yıkıcı, “o konunun surlarını yıkıcı” vasfına ermemiz gerekiyordu.

İnsanın temelde beşer hususiyetine dayalı bir hayat idame ettirmesi toplum düzenine mahkûm halinin izahıdır. Beşer hususiyetleri iki ayağı üzerinde yürümeğe ve türün birbirleriyle konuşarak anlaşabilmesine indirgenebilir. Bu değerlendirmeği nakzedebilmek için hayvanların kimisinin iki ayak üzerinde yürüdüğünü ve bütün hayvanların kendi türleri içinde haberleşebildiklerini iddia edenler vardır. Müddeiler insan vücudunun hem şekil, hem fonksiyon itibariyle benzersiz olduğuna dikkat etmeme taraftarıdırlar. Bizim tuttuğumuz taraf bütün insanların aynı dine tâbi olmalarını en gerekli ve şerefli sayan taraftır. Bu bakımdan dillere dolanan Osmanlı hoşgörüsü insanlık yarışmasında hem Yahudi, hem de Hıristiyan taassubunun gerisine düşmeği anlatır. Ya Viyana önlerine uzanan İslâm yayılması yoktu veya Osmanlı devlet örgüsünü ayakta tutan hiçbir zaman İslâm olmadı. İşte bu İslâm’ın yayılması olgusu şiire alıcı gözle bakmamızı gerektiren bir olgudur. 

Divan Edebiyatı’na yüzyıllar boyu Türk sınırları içinde hayat veren ne oldu ve kimler hangi gerekçelerle bu edebiyatın itibarına veda etti? Bu suallere cevap İkinci Yeni’den doğdu. Kalabalığın tuhaf karşıladığı İkinci Yeni şiiri bir çeşit çağdaş mazmunlarla yazılma yönü benimsedi. Yönün toplumu götüreceği bir yerden söz edilemediği için akımın akımlığında ısrar edilemedi. İkinci Yeni’nin özde boş ve fakat sözde ağır hali insanları niçin meşgul etti? Eğer insanlar bu boşluk ve ağırlık meşguliyetine dalmamış olsalardı şiir deyince neyin anlaşılması gerektiği noktasını tebarüz ettireceklerdi. Ettiremediler ve Batı’nın altında bir basamakta bulunmaktan tedirgin olmadılar.

İsmet Özel, 9 Muharrem 1442 (28 Ağustos 2020)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.