ŞAİRİN BİRİKTİRİŞİNİ PİNTİNİN KISKANÇLIĞIYLA KARIŞTIRMAYIN
İSMET ÖZEL
شاعرڭ بریكدریشنی پنتینڭ قصقانجلغیلە قاریشدرمیڭ

Dünyadaki yeni Tanrı’nın para olduğuna ve o Tanrı’nın peygamberliği Rothschild’e tevdi ettiğine inanan Siyonistler İsrail’in kuruluş hazırlıklarına 1914’te başladı. O günler modernliğin öncülüğünden hiç kopmamış Siyonistlerle geleneksel inanç kalıplarını yıpratmağa muhalefet eden fanatik Yahudiler arasındaki zıtlaşmanın çok canlı tutulmasının yararında anlaşanların günleriydi. İki harp arasında zıtlaşmanın yumuşatılmasından daha çok kâr edileceği tespit edilince mutaassıp Yahudilerin İsrail’e göçü gerekli ve verimli bir olay haline girdi. Artık vaat edilmiş topraklara dönmek için Mesih’i Paraguay’da veya Mozambik’te beklemeğe gerek yoktu. Yahudiler arası uzlaşmanın yaygınlaşmasına modernliğin yılmaz silahı Bilim’in yerinin sarsılması sebep oldu. İki harp arasında bilim dışı görülen bilgi birikimlerinin faydasına bel bağlayanların sayısı gün geçtikçe her milletin fertleri arasında artıyordu. Ellerindeki bilim biriminin modası geçmeden İsrail dünyanın birçok yerinde gövde gösterisi yaptı. Ankara’da İsrail evleri kuruldu, İtalya’da yapay yağmur denemelerine el atıldı.

Olayların bu akış yönü benim millî edebiyatla dünya edebiyatı arasındaki farka dikkat çekmeme yol açtı. Dünyada her millî kültür çevresinde edebiyat diye bilinen şey bir yanıyla uzlaşma, diğer yanıyla tesellidir. Uzlaşmadır, zira başkaları üzerinde kendi yanlışlarına ulaşmak insanı iyiye, daha da iyiye kışkırtır. Tesellidir, zira rahatsızlıktan ders çıkarmak kendine güveni artırır. Ben de edebiyatın ve hele de şiirin ders olarak mekteplerde gösterilmesinin faydadan çok zarara sebep olduğunu birçokları gibi biliyorum. Bu gerçek çoğu kimsenin ve bilhassa bazı edebiyat hocalarının dikkatini çekse de neden mekteplerdeki edebiyat derslerinden vazgeçilmez? Çünkü edebiyat derslerinin sağladığı fayda bir başka uğraş üzerinden telâfi edilemez. Başka türlüsü olamayacağı için bize verilen edebiyat dersinden gördüğümüz zararı sineye çekmekten zevk alırız. Gördüğümüz edebiyat dersinin zararını çekmek zevklidir çünkü edebiyat dersinin en iyisinin nasıl yapılacağı belli değildir.

Şair biriktirir, aynı şeyi pinti de yapar. Pinti biriktirdikleriyle iyi, doğru, âdil, güzel yolları kendince başkalarına tıkamış olur. Şair ise gerçeklere rağmen insanın hayrına bir yolun açık kaldığını haber verir. Belki de bu yol vahşidir, yabani otlarla kaplıdır. Bağımızı sıklaştırdığımız yol millî edebiyatın zenginliğini işaret ediyorsa okur kendi zevkini pazarlayamaz. Başkasına ancak cehdin yararından söz edebilecektir. Sıkı bağ saydığımız ilişki dünya edebiyatı ile olursa her zenginlik bir çeşitlilik gibi algılanabilir; dolayısıyla bunu pazarlama kolaylığı kendini gösterir. Türk roman okuma macerasında Panait İstrati’nin yerini bir düşünün. Oysa millî edebiyat millî varlığın tecessüm ettiği yerde yuvalanır. Öyle ki duyguların şiddeti propaganda edilebilir cinsten değildir. O şiddete medar olan anlatım yollarında sivrilikler arayıp bulma çabasına dalacaktır.

Türk edebiyatında İkinci Yeni bu sivriliklerden biri idi. Yüzyıllar boyu hükmünü yürüten Divan şiiri bir olağan üstü yazış yakalamışsa bunu nazmın içinden hareketle sağlamıştı. Fuzulî “Aşiyan-ı mürg-i dil zülf-i perişanındadır” derken kalbimizi bağlamak istediğimiz merkezi bereketlendirmektedir. Onun yaptığı I. Savaş sonrası DADA’cıların, sürrealistlerin ve giderek her türlü avant-garde gösteriş meraklılarının yaptıklarının tersidir. Savaş irrasyonalizmin rasyonellik iddiasında olanların nasıl kolayca hayata veda etmelerine sebep olduysa ciddi edebiyatın o raddede terkine sebep yaratmıştır. Edebiyatın Avrupa’da yenileşme dalgasıyla Türkiye’de edebiyat hareketlerine bakış arasında bir uyuşmazlık ve hatta zıtlık var. Albert Camus Nobel edebiyat ödülüne kendinden önce lâyık görülmesi gerekenler bulunduğunu söylemişti. Yani iş gelip kültürler, medeniyetler, alışkanlıklar arasındaki alış-verişe dayanıyor. Biz Türkler sadece alış kısmıyla ilgilenmeğe icbar edilmiştik. Dünyaya verebileceklerimizi İstanbul’un fethiyle kendi ellerimizle yok ettik. Bizans’ın yerini tutmak üzere ihdas edilen idare tarzı Fatih Sultan Mehmet eliyle bir yandan Rum Ortodoks Patriği, diğer yandan Ermeni Patriği desteğiyle yürütüldü. Baş Hahamlık daha devlet bütün cesametiyle ortaya çıkmadan etkiliydi.

Belki sadece bu yüzden XXI. Hristiyan yüzyılında yaranma ihtiyacı duyduğumuz dünyanın herhangi bir saygınlık bölgesi kalmadı. Cumhuriyet ilân edildiği sırada saltanatına son verilen hükümdar 1918’de yani harbin sonunda tahta çıkmıştı. Birkaç ay sonra özel hayatında Fransızca konuşmağı tercih eden halife II. Abdülmecid’in hak ve yetkilerinin TBMM’ye devrolunduğu kabul edildi. Saltanatsız bir hilâfet kavramı VI. Mehmet’e “Bizim birader tekke şeyhliğine rıza göstermiş” benzetmesi yaptırmıştı. Dünyada ne dönüyordu ve Türklerin başını kim döndürüyordu? Başına buyruk Türklerin başı bilinen bir zattan haberdar mıydık? Değildik, çünkü gününü bekliyorduk. Gün gelip yüzleşmek mecburiyeti altında bırakıldığımız her hususun sarahate kavuşacağına ve Türk düşmanlarından cesaret alan siyasi kadroların darma duman edileceğine inanıyorduk. Benim yorumlarıma katkıda bulunma gözü pekliği şiirin -şiir olarak karşımıza çıkan metnin- inhisarındaydı.

Niçin şiir yazan ve okuyan bir kişide ısrar ediyorum? Çünkü millî varlığın dokunulabildiği yer şiirden başka bir yer değildir. Millî varlık dediğimiz şey roman gibi birikmiş paranın modern neticelerinden sadece biri midir? Yoksa birbirlerine ait olduklarını her fırsatta gösteren topluluğun adına mı millî varlık diyeceğiz? Bütün milletlerin millî varlığı olmasını tabiî ve gerekli mi saymalı? Yoksa her siyasi kimliğin hikâyesine ayrıca mı bakmalı? Yunanistan adını almış ülke yerküre ölçeğinde Grek kopuntularının desteğinden mahrum kalırsa felâkete uğramasına kim engel olacak? 

Türk millî varlığı, Türk şiiri ve Türklerin insanlık bütününe sağlayacağı dirliği birbirinden ayıramayız. Bu ayrılmazlığı hoşa giden bir yapıntı olmaktan yeni bilinç kurtaracaktır. Bu bilinç niçin yeni ve niçin gerekli? Kur’an iner inmez Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın birer bâtıl din haline geldiğini kendine dert edinmeyenlere anlatabileceğimiz bir şey yok. Pintinin kıskançlık güderek biriktirişi bize yalnızca roman ve teknologinin yaptığı gibi dünyanın israfını tabiî ve gerekli bir şey haline getirmekle kalmadı, aynı zamanda tabiînin ve gerekliliğin anlamını ifsat etti. Şairin biriktirişi bizi yeniden insan kılığına sokacak. Şunu gözden kaçırmayalım: Yeniden insan kılığına girmemizin bu dünyada bir faydasını görmeyeceğiz. Âdem aleyhisselâmdan Resul-ü Ekrem’e bütün peygamberler kayıptadır diyenlerin söylediklerinden bir şey anlamadığımız için insan tabiatı ile kapitalizmin uyum halinde olduğunu kabul edemeyiz.

Hadise çözümü imkânsız bir bilmeceye benziyor. Çözümün imkânsız görünmesi Türk millî varlığının dokunulacak yerini kaybetmesindendir. Değerlerin iç dünyamızda yükselişi dış dünyada bir tümseğe tekabül etmiyor. Etmesi de yeni bilince olan uzaklığımız sebebiyle imkânsız. Karadeniz’de ve Akdeniz’de yeni energi kaynaklarına kavuşmamız hiçbir derde deva değil. Yeni bilincin bize Ege’deki adaları gayri-Müslim idarecilerin eline vaktiyle niçin bıraktığımızı izah etmesi gerekiyor. Aynı yeni bilinç bizi Misâk-ı Millî sınırları adını kendimizin verdiği toprakları hatırlamağa ve hatırlatmağa zorluyor. Dünyada Türkler var, çünkü gayri-Müslim yetkenin gün be gün geriletilmesine gerek var. Geriletilmesi gerekenlerin başında kendisine Beyaz Saray’da Kur’an okutulacağı daveti alırsa göbek atacak zevat da yer alıyor.

Türk vatanı zokayı yutmuşların veya başka bir yörede dikiş tutturamamışların bir sığınağı değildir (Olmamalıdır demem daha uygun olurdu). Hıristiyan takviminin 1915. yılında Çanakkale’de bütün dünyaya Türk milletinin sıfırı tüketmediğini gösterdik. İyi mi oldu? Hayır, hiç iyi olmadı. Türk vatanı Türk yurdunun yüceltilmesi sonucunda ele geçmiş bir yer olarak bilinseydi dünyaya gösterdiğimizin değerini belletecektik. Bilakis tersi vuku buldu. Batı Medeniyetinin terk ettiği ne varsa onu baş tacı ettik. Etmemiş olsaydık 27 Mayıs millî bayram sayılabilir miydi? Başımıza gelen hangi hadise ders çıkarmamıza sebep oldu? Niçin hiçbir hadise bize öğretici gelmiyor? Gelmeyişin iki sebebi var: Modernleşme istikametinde her hareket bir gayri-Müslim çevrenin programına hizmet ediyor. Bu bir. İkincisi aynı hadiseden zarar görenlerin duasının şöyle oluşudur: Allah daha beterinden korusun veya Allah bu günleri aratmasın. Kimin kimle neyin pazarlığını yaptığı ayan beyan olmadan kötüden betere gideceğiz.

İsmet Özel, 16 Muharrem 1442 (4 Eylül 2020)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.