Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Mehmet Akif ERSOY
Bu alevden misraları okuyup ta yazımın başlığına bakanlar:
“ – Acayip, bu da ne demek, sanki İstiklâl Marşı'mıza hürmetsizlik edenler mi var?..” diye, belki, şaşıracaklardır. Fakat, şaşırmıya, telâş ve heyecan göstermiye lüzum yok...
Zirâ, İstiklâl Marşı'mıza karşı gösterilen saygısızlık - hemen her zaman ve her yerde rastladığımız ve maalesef garip, mânâsız bir alışkanlığın tesiriyle tabii bir olay gibi karşıladığımız - çok hazin ve yüz kızartıcı bir gerçektir. Bu gerçeği farketmemek veya inkâra yeltenmek, güneşi balçıkla sıvamıya çalışmak olur ki, irfan ve vicdan sahibi hiçbir vatandaş böyle gülünç bir harekette bulunmak istemez. Sözü uzatmadan, sık sık şahit olduğumuz ve bir daha görmek istemediğimiz, acı gerçeklerden bahsedelim:
Milli bir tören var. Yüzlerce, binlerce insan bir araya toplanmıştır. Ya şerefli bir günün yıldönümü kutlulanacak veya bir zaferin, milli bir bayram gününün hatırası anılacaktır. Yaşanılan ânın mâna ve ehemmiyetini müdrik olanlar vecd içinde... Bando İstiklal Marşı'mızı çalmıya başlıyor. Bu marş, Türk milletinin asil heyecanını ifade eden milli ve kutsal bir havadır. Bu marşa, yalnız Türk milletinin öz evlâtları değil, bu memleketin havasını teneffüs eden herkes - kayıtsız, şartsız - hürmet etmek mecburiyetindedir.
Marş başlar başlamaz, kendini bilenler derhal ayağa kalkıyor, şapkalar çıkıyor, ceketlerin önü ilikleniyor ve tam askerce bir esas vaziyeti alınıyor. Çalınmakta olan marş, bu durumda, büyük bir hürmet ve muhabbetle dinlenmekte, bütün şehitlerle gaziler selâmlanmaktadır. Esasen bundan tabii de bir hal olamaz.
Fakat, hiçbir memlekette ihlal edilmiyen, ihlâline cesaret olunamıyan bu vekar ve sükûnet havası bir kaç küstahın, bir kaç terbiyesizin, eski bir deyimle bir kaç "Ne idüğü belirsüz”ün gürültü ve laübaliliği yüzünden bozuluyor. Etrafınıza bakarsanız, bu saygısızları, derhal görebilirsiniz. Çünkü, şapkaları başlarındadır, istiflerini bozmadan oturuyorlar. Lütfen ayağa kalkanlar ise, ya konuşup gülüşüyorlar veya ıslıkla bir Amerikan valsi çalmaktadırlar... Bazı münasebetsizlerin - sanki hiç bir şey olmuyormuş gibi - elleri ceplerinde, cığaraları ağızlarında, ruhsuz bir ceset halinde dolaştıkları da çok kere görülen şeylerdir...
Bu marşa saygısızlık gösterenler - vatan, millet, namus, şeref, haysiyet, bayrak ve istiklal gibi mukaddes mefhumlara omuz silken - bir takım duygusuz, dejenere, kozmopolit kimseler ve nihayet bu marşın yüksek mânâ ve mahiyetini kavrayamıyacak derecede kara câhil bazı yaratıklardır. Sonuncuları, bir dereceye kadar, mâzur görebiliriz. Çünkü, aile ve sosyal hayat terbiyesinden mahrum kalmış, insanlık ve medeniyet denilen nîmetlerden nasiplerini alamamış zavallılardır. Onları kınamak, bize yakışmaz. Bilâkis onlara bilmediklerini öğretmek, onları uyandırmak, bizim vatandaşlık vazifemizdir. Fakat öbürlerini, asla affedemeyiz. Çünkü onlar, ne bilgisiz, ne görgüsüz ve ne de idraksizdirler. Onların bizim İstiklal Marşı'mıza karşı gösterdikleri saygısızlık; fazla şımarık, küstah ve edepsiz olduklarından, hakkımızda iyi niyet beslemediklerinden ileri gelmektedir. Milli Marşı'mıza kasten hürmetsizlik eden bu parazitleri derhal yakalarından tutup kanunun pençesine teslim etmek, onlara hadlerini bildirmek gerektir. Şimdiye kadar böyle bir şey yapıldığına şahit olmadık, fakat bundan sonra, bunu görmek istiyoruz. Çünkü, o saygısızlar başka türlü yola gelmiyeceklerdir. Bunu, gerçek yurtseverlik namina, ihmal etmiyelim.
İstiklal Marşına saygı göstermek demek, şanlı tarihimize, ölmez büyüklerimize, şehit ve gazilerimize, bir kelime ile kendimize saygı göstermemiz demektir. Türk'ün şerefli geçmişi, milli gelenek ve görenekleri, ruhi ve cibilli vasıfları, bütün ictimai müesseseleri, kısaca her şeyi bu düşüncelerimizin dogruluğunu gösteriyor. Bu gerçeği göremiyecek kadar körleşenlere; yurt ve milletini seven gençlerimizin, bütün memleket aydınlarının rehberlik etmeleri, bir vicdan ve irfan borcudur.
Başka milletler milli marşlarının üzerine titrer, onu tebcil ve takdis ederlerken, bizim bu derece kayıtsızlık göstermemiz, bu derece kendimizden geçmemiz, neden mi ileri geliyor? Milli ve ictimai terbiyemiz eksik de ondan. İtiraf edelim ki, bu tarafımız cidden eksik ve zayıftır. (Madde) denilen melun ve menfur nesne her şeyimize hâkim olduğu için mânevi değerlere, mukaddesatımıza önem vermiyor; başta aile terbiyesi olmak üzere milli ve içtimai terbiye meselesini ihmal ediyoruz. En başta gelmesi icap eden bu işler, maalesef, ikinci, üçüncü derecede bir iş sayılıyor. Bunun içindir ki ecdadımızın mâruf heybetini bütün cihana göstererek; ebediyen bizim olan bu mübarek ve bağımsız toprakları sarsa sarsa geçen askerlerimize; huduttan hududa, zaferden zafere koşan milyonlarca Türk şehidinin temiz ve asil kanlariyle boyanan şanlı sancağımıza; bizim bağımsızlığımızı terennüm eden İstiklal Marşı'mıza; layık oldukları büyük alâka ve hürmeti gösteremiyoruz. Halbuki milliyetçiliğin, yurt severligin, bir kelimeyle insanlığın ilk şartı; bu aziz ve kutlu varlıklara derin bir saygı göstermek, bu aziz ve kutlu varlıkları sonsuz bir aşk ve ihtirasla sevmek, bu aziz ve kutlu varlık lan can ve gönülden selâmlamaktır. Yoksa, öyle kuru kuru, yarım ağızla: "Ben vatanımı seviyorum, ben bayrağım için canımı feda ederim, ben İstiklâl Marşı'nın kavram ve anlamını çok iyi bilirim. ilâh...” demek yetişmez. Herkes bilir ki, fiil ve hareket halinde kendini göstermiyen bir bilginin hiç bir mâna ve değeri yoktur. Bilen, mutlaka yapar. işte o kadar... Bundan ötesi, boş laftır. Boş lafa ise, bu iş ve eser çağında, ezelden karnımız toktur...
– Peki, ne yapalım?.. Marş'a nasıl hürmet ettirelim?..
– Evvelâ, şunu, bilmiyenlerin kafasına sokmak lazımdır: İstiklal Marşı ister radyo veye gramofondan dinlenilsin, ister bir orkestra veya bandodan dinlenilsin, nereden dinlenirse dinlensin, bu memleketin havasını teneffüs eden herkes ona hürmet etmiye ve ettirmiye mecburdur. Ve biz bu işe, son derece, önem vermek zorundayız. Bu iş bütün medeni memleketlerde, şu şekilde halledilmiştir:
Milli Marş dinlenirken ayağa kalkılır, şapka çıkartılır (Asker ve subaylar şapkalarını çıkarmadan selâmlarlar); ceketin önü iliklenir, esas vaziyetine geçilir; konuşulmaz, gülünmez, cigara içilmez; şarkı mırıldanılmaz, marş bitmeden kımıldanılmaz ve hiçbir lâübâli harekette bulunulmaz...
Bu mutlak şartlara uymıyanlara: Terbiyesiz derler, küstah derler, alçak derler, bozguncu derler. Son rütbeleri ise: (HAİNLİK) tir.
Eğer bu saygısızlık kasten yapılmışsa, onu yapanlar kanun ve umumi efkar tarafından şiddetle cezalandırılır.
Gençler, öğretmenler, subaylar, aydınlar ..
İstiklal marşımıza hürmet etmesini bilmiyen ruh yoksullarına, onun en büyük hürmete lâyık, mukaddes ve mübeccel bir milli hava olduğunu anlatınız; milli marşımıza hürmet ettiriniz!.. Bizim şeref ve namusumuzuin, hürriyet ve istiklalimizin sembolü olan bu marşı sevgi ve saygı ile selâmlamasini bilmiyen veya bildiği halde kasten bu vazifesini yapmıyan kimselere
“Efendi, kendine gell.. Milli Marş çalıyor!..” demeyi, kendinize mukaddes bir vazife biliniz..
Bu vazifeyi yaparken, resmi bir şahsiyet olmanıza hiç de lüzum yoktur. Çünkü, vazife ve mes'uliyeti insana, yalnız devlet ve kanunlar yüklemez. Bizim, vatandaş olarak yapmiya mecbur olduğumuz, bir de milli ve vicdan vazifemiz vardır. Onu, gerçek yurtsever olanlar, aslâ ihmal edemezler...
Arkadaşlar!..
İstiklâl Savaşı'mızın eşşiz destanı, kuvvayı milliye ruhumuzun tâ kendisi olan milli marşımıza hürmet etmeyi ve ettirmeyi - bir Tanrı buyruğu gibi - boynumuza borç bilelim!.. Unutmıyalım ki, bu havayı bize dinletebilmek için: Çanakkalede, buzlu Kafkas dağlarında, bir cehennemden farkı olmiyan Arabistan çöllerinde ve nihayet İnönü, Eskişehir, Afyon, Sakarya, Dumlupınar sırtlarında yüz binlerce Türk seve seve kanlarını akıttılar... O mübârek ve muazzez şehitlerin, bu vatanın ebedi bekçisi olan o kutsal varlıkların çocukları olduğumuzu hatırlıyarak, onlara lâyık, kahraman ve kadirşinas birer insan olmaya çalışalıml.. Onlar inandılar, döğüştüler, öldüler.. Bize düşen vazife, bıraktıkları mukaddes emanetin ebedi birer bekçisi olmak, bunu ispat için de her İstiklal Marşı çalındığı veya söylendiği zaman onların aziz ruhlarını şâdedecek şekilde davranmaktır.
Eskişehir – 28- 6-1950
Mehmet Akif Ersoy
Cemal Oğuz Öcal, Her Şey Vatan İçin, Yeşilnur Matbaası, Eskişehir-1953, s.63-67
Mehmed Akif de Namık Kemal gibi, ilk manzumelerinden sonra, ruhlarının kemal çağında, manzum bir şey söylemeğe hazır oldukları zaman yalnız vatanı söylemek için ağızlarını açan, sayıları pek az, o kadar az ki yalnız kendilerinden ibaret iki vatan şairimizden biridir.
Kurtuluş harbinde din ve milliyet fikirlerinin birbirinden ayrılmadığını, “merkezleri bir ve içiçe konmuş iki daire gibi” birbirine yapıştığını söyleyenlerimiz ve yazanlarımız oldu.
Memnuniyetle öğrendiğimize göre Maarif Vekâletimiz meşkûr faaliyet eseri olarak millî marş güftesinin tanzimi için bir müsabaka açmağı kararlaştırmıştır.
Ulusal Kurtuluş Savaşında, İslâmcı görüşün ulusal bir çizgide geliştiği görülür. Bu, İslamcı düşüncenin Osmanlı Devletinde kazandığı ikili yapının bir sonucuydu.
Yurdun düşman elinden kurtuluşunun üzerinden henüz iki yıl geçmişti.