İki gündür Mehmed Âkif'in hâtırasını kucaklıyan ve başının üstüne çıkaran Üniversite gençliği, kendisini ona bağlıyan yüksek idrakin tâze ve hâlis delillerini verdi. Bu alâka edebî değildir. Öyle olsaydı, yalnız şiir kıymeti bakımından en az Mehmed Âkif kadar unutulmamağa lâyık nice şairlerimizin hâtıraları gençliği haftada bir mezar başlarına ve Halkevlerine koşturuyordu. Bu alâka Akif'in şiirinden ziyade onu dolduran memleket ve fazilet aşkındandır. Nâmık Kemal için olduğu gibi.
Memleket ve fazilet aşkıyla Nâmık Kemal'in şiirinde başlayan, İsmail Safa'nın ve Tevfik Fikret'in şiirinde devam eden bu ideal köpürüşü Mehmed Âkif'in şiirinden sonra söndü. Onların münhal bıraktığı yere içini çeken şairlerimiz belki var; belki ifade hünerinde bunlar onlardan daha da ileri gitmişlerdir; fakat yalnız bu kuru hüner yetmez; bir adamın beşiğinden mezarına kadar bütün ömrünü ve beyninden topuğuna kadar bütün hareket manzûmesini doldurup taşan ideal hamlesinin aksiyon halinde belirtileri de lâzımdır: Hiç bir efendi önünde eğilmemek, bütün düşündüklerini her yerde ve herkesin önünde, boğulmuş hakikatlerin en keskin çığlığıyla söylemek, bütün resmî nimetleri tepmek, milletin sesi olmak gururunu bayram kasideciliğine feda etmemek ve bu sesi milletin her haykırma ihtiyacını duyduğu tarihî anda yükseltmek...
Halis estetik bakımından devrinin en büyük şairi ne Nâmık Kemal'di, ne de Mehmed Âkif; fakat edebiyatı vatanın emrine veren gergin buhran anlarında, milli estetik bakımdan, "vatan" sözünü davul gibi sesli ve içi hoş bir mefhum sayanlara katılmıyan bu şairler devirlerinin en büyükleridir.
İstiyen Âkif'i başında sarığıyla bir müezzine benzetsin. O, bu halile daha çok makbulümüzdür. Göklerden bizi felaha çağıran sesi hâlâ geliyor; Süleymaniye'ninkilerden daha yüksek, şerefesi bulutları delen bir hilâle değen bir görünmez minareden geliyor; ve hâlâ, her gün, her yerde okunan İstiklâl Marşı bizim milli ezanımızdan başka nedir?
Not: Üniversite gençleri nâmına bir grup, konferans salonlarında yapılacak ihtifalde benim de Âkif için bir şey söylememi istemişti. Tereddütsüz kabul ettim. Fakat ihtifâlin Eminönü Halkevine nakledileceğini haber alınca, bu müessesenin bana evvelce yaptığı haksız ve çirkin bir muamelenin acı hâtırası, onun kürsüsünde bir daha hiç bir vesile ile söz almamak hususunda kendi kendime karşı giriştiğim taahhüde sadık kalmamı icap ettirdi. Ayrıca rahatsız da olduğum için İstanbul Üniversitesi gençlerinin beni mâzur göreceklerini umarım.
Yazarlar-Sanatçılar-Meşhurlar, Tasvir-i Efkar, 28 Aralık 1943, s.85
Bu âcûbeyi hâlâ millî marş diye terennüm etmekte, her şeyden evel, sanatımız için hazin bir mahcubiyet yok mudur?
Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisinin açılışında, açılış töreninde bando ile çalınacak bir marş bulunamaz.
Mehmed Âkif’in yazdığı şiir, 12 Mart 1921'de, Meclis kararı ile "İstiklâl Marşı" olarak kabul olunmuştu. Böylece kendisi, vatanını ve milletini seven bir şair için en yüksek
Yeni kurulan devlet için bir «Millî Marş» yazılması hususunda Büyük Millet Meclisi’nin altı ay müddet vererek açtığı «İstiklâl Marşı Müsabakası»na muhtelif şairlerin gönderdiği 724 şiir gelmişti.
“Bağımsızlık”la silinmesine çalışılan “İstiklâl” kelimesine bakalım: Bu memleketin çocukları “Ya istiklâl, ya ölüm!” diye cephelere koşmuş, kanlarını bu kelimenin
(Rubabı Şikeste) müellefini, cihan harbi içinde kaybetmiştik..
Fikret’in ölümü, birçok münevverlerle perestişkârlarını derin ve sonsuz bir keder içinde bırakmıştı. Bu derin ve sonsuz keder içinde, onu ihmal eden devrin hükûmetine karşı dudaklarda iğbirarın korkak fısıldayışlarile ifşa edildiğini hatırlarım. Yahud, harb yıllarının sıkıntılı şartları içinde hükûmete küsmüş olanlar, bir hak kazanmış gibi bu noktada birleşmiş oluyorlardı…
Hafız Asım Şakir o günleri anlatıyor:
“Âkif Bey hasta yatıyor, ben her gün yanındayım.
Yukarıdaki klişeye lütfen dikkat ediniz: Bugün benzerleri yurdun her köşesinde sıralanan bir gecekondu hüviyeti içindeki mütevazi yapı...