(...)
Kandemir’in satırlarıyla, söyleşinin bundan sonrasını da hatırlatmakta fayda var: "(Akif) yavaşça yatağından doğruluyor, yastıklara yaslanıyor, sesi birden canlanıyor:
- İstiklal Marşı... ‘Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın!’ Bu ümitle, imanla yazılır. İmanım olmasaydı yazabilir mi İdim? Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilimdir. Bu, elimden gelmez. İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır. Şu var ki, İstiklal Marşı’nın şiir olmak üzere bir kıymeti yoktur. Ancak tarihi bir değeri vardır.
Gözleri yemyeşil Şişli sırtlarında, dilinde bir dua gibi aynı nağme titriyor:
‘Kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın..’
-Ya büyük zafer üstadım?... O anda ne duydunuz?
Kalbi durmuş gibi sarsılıyor, sonra bir anda yeniden canlanmış gibi nereden geldiği bilinmez bir ışıkla gözlerinin içi gülerek;
-Ahhh!... diyor, Allah’ım ne muazzam zaferdi o! Ortalık hercümerc oldu. Beş altı saat içinde başka bir dünya doğdu.
Tekrar gözlerini yumuyor.
-Ve biz, mest olduk. Artık benim, ne düşünecek ne yazacak, hatta ne yaşıyacak takatim kalmıştı... Bizim dilimiz tutulmuştu. Ordu bizzat yazıyordu.” * (Türk Edebiyatı Dergisi, Mehmed Akif anıt sayısı, Aralık 1986, Sayı 158)
(...)
Metin Boyacıoğlu, Mehmet Akif'in Kastamonu Günleri, sayfa 14
(...)
Akif’in vefatından kısa süre öncesine ait ve Eşref Edip tarafından aktarılan şu hatıra, Akif’in İstiklal Marşı’na bakışını, tevazuunu, ahlakını ve adeta vasiyetini de içeriyor: “Üstad uzun bir hicretten sonra memlekete dönmüştü. Gurbet illerinde sevgili yurdunun hicran ve hasreti onu yakmış, kavurmuştu. Ciğerleri şişmiş, vücudu bir külçe kemik halinde kalmıştı. Beyoğlu’nda Mısır Apartmanı’nın loş ve sakin bir odasında son günlerini yaşıyordu. Sevdiği bazı arkadaşları kendisini ziyarete gelmişlerdi. Milli Mücadele günlerinden bahsediliyordu. Söz İstiklal Marşı’na intikal etti.
İstiklal Marşı denince üstadın gözleri büyümüş ve parlamıştı. Hastabakıcının yardımıyla doğruldu, anlatmaya başladı:
“- İstiklal Marşı... O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Binbir fecayi karşısında bunalan ruhların, ıztıraplar içinde halas dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz... Onu kimse yazamaz... Onu ben de yazamam... Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur...”
Bunu söylerken Üstad yorulmuştu. Başı yastığa düşüyordu. O kemik külçesini yavaşçacık itina ile yatağına uzattık. Misafirler veda ettiler. Üstad gözlerini kapadı. Sakin, sessiz uyumaya başladı.
Bir gün Üstad’a sordum:
‘-İstiklal Marşı’nı niçin Safahat’a koymadınız?’
‘-Onu millete hediye ettim, dedi; artık o, milletindir. Benimle alakası kesilmiştir. Zaten o, milletin eseri, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım.’”
(...)
Metin Boyacıoğlu, Mehmet Akif'in Kastamonu Günleri, sayfa 21-22
(...)
İstiklal Marşı, Açıksöz gazetesinin birinci sayfasını süslediği tarihten tam bir ay sonra, bu sefer Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edildiği haberi ile gazetenin sütunlarına misafir oldu.
Açıksöz gazetesinin 21 Mart 1337 tarihli nüshasındaki haberde konu şu şekilde okuyucuya duyuruldu;
“Mehmet Akif Beyefendi’nin
İstiklal Marşı kabul edildi
Beste için beşyüz lira mükafat var
Ankara, (1-1)- Maarif vekaletinden: Mehmet Akif Bey tarafından yazılıp Büyük Millet Meclisi’nce kabul ve gazetelerde ilan edilen İstiklâl Marşı’nın bestesi Maarif Vekâleti’nce müsabakaya konulmuştur. Notanın mayıs gayesine kadar gönderilmesi ve kabul edilecek beste için beş yüz lira müâfat-ı nakdiye verileceği ilan olunur.”
(...)
Görmenler Kırıkhan’da: Kasabada Binlerce türk istiklâl marşını söyliyerek görmenleri karşıladılar
Mehmed Akif'i karlı bir kış günü, 26 Aralık 1936'da sessiz sadasız toprağa vermiştik. Bugün onu, ölümünün 16'ncı yıldönümünde her zamanki gibi hürmetle anıyoruz.
Bu kahraman 1903 eylülünün 25 inci günü doğmuştu. 1947 eylülünde emekliye ayrıldığına göre, henüz 44 yaşındadır. 44 senelik hayat, emekliye ayrılacak bir yaş değildir ama, o çok yorulmuş ve yıpranmıştı. Çünkü bütün ömrü savaşmakla geçmişti. Balkan harbinde, Karadenizde...
Bu kadar idealizm, bu kadar hakikat sevgisi taşıyan, zulümden, istibdatdan bu kadar yiğitçe bahsetmesini bilen bir adama küfür etmek değil, onu alnından öpmek yaraşır.
Her gözde bu yaşın buğusu arkasından dirilen ve güneşe ulaşan ümit inancının mısraı da...
Geçen gün “Yeni Sabah” da (İstiklâl Marşı değişebilir mi?) başlığı altında, Akifin lehindeki bazı sözler toplanıp neşredilmişti. Milletlerin istiklâlleri tehlikeye düşmüş bir mevsimde olduğumuz için istiklâlimize dair millî bir heyecan teranemiz olan marşın bahis mevzuu edilmesi ve içtimaî ruhtaki istiklâl hazzının tazelenmesi yolunda yapılan şu neşriyat, her halde, boşuna bir gayret değildir.
Görmenler Kırıkhan’da: Kasabada Binlerce türk istiklâl marşını söyliyerek görmenleri karşıladılar
Mehmed Akif'i karlı bir kış günü, 26 Aralık 1936'da sessiz sadasız toprağa vermiştik. Bugün onu, ölümünün 16'ncı yıldönümünde her zamanki gibi hürmetle anıyoruz.
Bu kahraman 1903 eylülünün 25 inci günü doğmuştu. 1947 eylülünde emekliye ayrıldığına göre, henüz 44 yaşındadır. 44 senelik hayat, emekliye ayrılacak bir yaş değildir ama, o çok yorulmuş ve yıpranmıştı. Çünkü bütün ömrü savaşmakla geçmişti. Balkan harbinde, Karadenizde...
Bu kadar idealizm, bu kadar hakikat sevgisi taşıyan, zulümden, istibdatdan bu kadar yiğitçe bahsetmesini bilen bir adama küfür etmek değil, onu alnından öpmek yaraşır.
Her gözde bu yaşın buğusu arkasından dirilen ve güneşe ulaşan ümit inancının mısraı da...
Geçen gün “Yeni Sabah” da (İstiklâl Marşı değişebilir mi?) başlığı altında, Akifin lehindeki bazı sözler toplanıp neşredilmişti. Milletlerin istiklâlleri tehlikeye düşmüş bir mevsimde olduğumuz için istiklâlimize dair millî bir heyecan teranemiz olan marşın bahis mevzuu edilmesi ve içtimaî ruhtaki istiklâl hazzının tazelenmesi yolunda yapılan şu neşriyat, her halde, boşuna bir gayret değildir.
Görmenler Kırıkhan’da: Kasabada Binlerce türk istiklâl marşını söyliyerek görmenleri karşıladılar
Mehmed Akif'i karlı bir kış günü, 26 Aralık 1936'da sessiz sadasız toprağa vermiştik. Bugün onu, ölümünün 16'ncı yıldönümünde her zamanki gibi hürmetle anıyoruz.
Bu kahraman 1903 eylülünün 25 inci günü doğmuştu. 1947 eylülünde emekliye ayrıldığına göre, henüz 44 yaşındadır. 44 senelik hayat, emekliye ayrılacak bir yaş değildir ama, o çok yorulmuş ve yıpranmıştı. Çünkü bütün ömrü savaşmakla geçmişti. Balkan harbinde, Karadenizde...