Noksanlık, şiirin haşmetine bestenin uydurulamamış olmasındadır.
Genç muhabir arkadaşlardan Şahap Balcıoğlunun bestekâr Zeki Üngör ile yaptığı mülakatta ise fecaat bütün bütün ortaya konmuştur.
İzmirin kurtuluşu ile heyecana gelen sayın bestekâra ilham vâki olmuş, süvarilerin İzmire girişini duyunca coşmuş, piyano başına geçmiş, derhal içinden doğan ilhamı çalmağa başlamış.
İşte, İstiklâl marşı şiiri bestesinin neden bu kadar kemkümlü, neden mısraIara uymadığı, neden Türk lehçesini en büyük bir marşta hiçe, sıfıra indirdiği bu samimî, fakat hazin itirafta gizlidir.
Besteye iki noktadan bakmak lâzımdır :
1 — Müzik cephesi.
2 — Ebedî şair Akifin şiirine göre bestelenmiş olup olmadığı.
Müzik cephesinden, eğer eser hızlı çalınsa imiş, İzmire giriş heyecanının menkıbelerini yaşatırmış.
Olabilir.
Bu zaman, eseri tamamen güftesiz olarak çalmak yerinde olur.
Güfte ile çalınıp söylenmesine gelince: Bu noktaya parmak koymak, insanı acı hakikatlerle karşılaştırır.
Bugüne kadar en ümid var olan gençlerin bile müzikteki başarısızlıkları şiirden anlamamalarındadır.
Anlamıyorlar şiirden. Ne Cemal Reşit Rey anlıyor, ne Muhiddin Sadak, ne falan liselerin sevgili müzik öğretmenleri, ne de bazı en benam musikişinaslarımız. Anlayanların ise ne kadar muvaffakiyetli besteler yaptıkları meydandadır. İşte, Hafız Rakım. Vezni, kafiyeyi, mısraı bildiğinden dolayıdır ki, bütün bestelerinde muvaffak olmuştur.
Her şiirde, hele aruzda başta olmak üzere bir uzun ve kısa hece dâvası vardır. Bu, parmak vezninde de böyledir. Gelgelelim, İstiklâl marşımızda Zeki beyin yaptığı gibi bestekârların çoğu önce besteyi yapıyorlar, sonra buna şiirin hecelerini uyduruyorlar. Uydurmağa kalkıyorlar. Ve neticede kötü, söylenilmesi güç, uzun heceleri kısa, kısa heceleri uzun bir nota ile okunan iğri büğrü, ecic bücüc marşlar, şarkılar, türküler meydana geliyor. Misal mi? İşte, İstiklâl marşımızın:
mısraını, şimdi içinizden okuyunuz, (ma) hecesi su mânasına gelen (mâ) şeklinde, bu hecesi koku mânasında olan (Bû) şeklinde; ve nihayet (sancak) kelimesi de o Viyanalarda dalgalanan haşmetini, Dumupınarda, İzmirde tufanlar yaratan rüzgârlanısını sıfıra indiren bir şekilde nerdeyse (saçak) ritmine uygun olarak okunmak bedbahtlığına uğrar.
Ya o ikinci:
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
mısraını üçüncü mısraa bağlamak ve üçüncü mısraın yarısını öksüz bırakış, (Yıldızıdır) kelimesi sanki mısra başı imiş gibi yeni bir dörtlüğe başlayış, fecidir, feci.
Halbuki bestekâr, Sakarya harbi sırasında yazılan bu şiire, daha o zamanlar, uygun olarak bir beste hazırlamış olsaydı, 41 mısra bile okunsa aksamazdı. Çünkü bütün mısralar aruzun koşar adımlı vezni olan (Feilâtün feilâtün feilâtün feilün) kalıbı ile yazılmıştır
*
Şurasını, yeri gelmişken söyliyelim ki, en büyük müzik üstadı iddiasında bulunanlar aruz veznini öğrenmezler, en basit vezin kurallarından habersiz kalırlar, hattâ hece vezninin herhangi bir mısraını önlerine alıp âdeta aruz vezninde olduğu gibi onun kısa ve uzun hecelerini takt etmezler ve önceden nota yazıp sonra onu nazma uydurmağa kalkarlarsa ne umdukları müzik dehâsına varabilirler, ne o merdivenleri tırmanırlar, ne de milletin dilinde yıllarca, asırlarca söylenecek bestelere varabilirler. Nitekim operalardaki muvaffakıyetsizliklerde bazı mütercim özentilerinin muazzam bestelerin dörtlük, sekizlik, on altılık notalarını bilip anlamadan Türkçeyi perişan bir hale getiren tercüme operalar meydana getirmeleridir. Bu operaların da sevilmesi, söylenmesi, tutması için hakikî şairin ve bilhassa biraz da müzikten, notadan anlayan şairin bunlarla meşgul olması lâzımdır.
Aksi takdirde operamız için ayrılan yüzbinlerce liraya da yazıktır, emeklere de yazıktır, opera sanatkârlarına da yazıktır.
*
Netice: Türk vatanı kubbesinde baki kalacak olan Akifin ebedî şiirine mutlaka ebedî bir beste yapmak lâzımgelir. Çünkü, Zeki beyin bestesini milletçe söyleyemiyoruz. Gençlik söyleyemiyor, halk söyleyemiyor, çocuklarımız söyleyemiyor. Kudretli Türkiyenin sesi, bugünkü İstiklâl marşı bestesinde tufan âsâ gürleyemiyor.
M. FARUK GÜRTUNCA
03.12.1953
Sezai Karakoç - Mehmet Âkif
“Bülbül” ve “İstiklal Marşı” bu ölüm kalım günlerinin, Safahat’a kattığı destan parçalarıdır. Ve o günün bir daha yaşanmaz macerasının kelam anıtları...
Hemşeri Göziyle
Bir millî marş bestesi için müsabaka tertip edildiğini gazeteler yazdılar. Bu müsabakaya şimdiye kadar hiç bir musikişinas iştirak etmemiş.
İSTİKLÂL MARŞININ BESTEKÂRI ZEKİ ÜNGÖR’Ü EVİNDE ZİYARET
“İstiklâl Marşı” nın kimin eseri olduğu hakkındaki suale “şair Mehmet Akif merhumundur” cevabı verilir de; o güfteyi melodisi ile heyecan ve hürmet telkin eden ölmez bir eser ve “Millî Marşımız” haline getiren bestekâr Zeki Üngör’ün isminden hiç bahsedilmez! Bu haksızlık, şarkılardan bir çoğunda da tamamile...
Benim milletimin İstiklâl Marşı’dır bu! 1 Mart 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ilk defa ve tekrar tekrar okunup söylendiği günden tâ bugüne, saymak mümkün mü, kaç defa söylenilmiştir? Kaç yüzyıl daha söylenilecek, mümkün mü cevap vermek? Yürekleri helecan ve göğüs kafesleri harf harf bu marşın mısra ve mânâsıyla dolup taşan kaç nesil geldi, kaç nesil yetişti ve yaşlandı? Ve daha kaç nesil gelecek ve yaşlanacak?…
"Kaleme aldığı marş bu mücadelenin mücessem bir âbidesidir.
Ataç ise yine bir başka yazısında, Âkif’in millî şair, İstiklâl Marşı’nın millî marş olduğunu savunanlara “içinde minarenin, hilâlin, müezzinin zikredildiği bir marş nasıl millî olabilir?”


