Nokta Dergisi (Sayı 21), 22-28 Mart 2007
Hrant Dink’in cenazesinde atılan “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” sloganı bazı çevrelerin tepkisini çekti. Bu slogan sizde rahatsızlık uyandırdı mı?
Ben meseleye Türkiye’nin siyasi şartlarından sorumlu bir yetkili gibi bakmadığım için bunun bende bir rahatsızlık uyandırıp uyandırmaması üzerinde çok düşündüğüm bir şey değil. İnsanlar mesela “balinalar, yunuslar ölmesin” falan diye bağırsalar, bu bana rahatsızlık verir mi, vermez mi, düşünülebilinir yani.
Atılan bu slogana tepki veren çevreler belki Türklüğü savunma kaygısıyla hareket ettiler. Mesela Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Şevket Kazan “Biz Hrant ve Ermeni değil, Mehmet ve Müslüman’ız” dedi. Başbakan da “Hepimiz Hrant”ız’ kısmı tamam da, hepimiz Ermeni’yiz” denmeseydi, dedi.
Herhalde bunu bağıranlar, “Bu kurşun aynı zamanda bize de sıkılmıştır” demiş oluyorlar.
Duygudaşlık, mazlumun yanında yer almak gibi…
Evet… Tabii bu çok sade bir olay değil. Benim izlenimim, Hrant Dink’in de bu işin içinde olduğu şeklinde. Yani Hrant Dink’in, içinde öldürüleceğine dair imalar olan bir yazı yazdığını hepimiz biliyoruz. Bu bir hissi kablel vuku muydu, yoksa bir enformasyon muydu, bunu düşünmek lazım. Hrant Dink kendini feda etti mi, etmedi mi? Ya da zaten üzerine düşen bir yük müydü bu onun, görev miydi? Bu işleri ben böyle değerlendirme taraftarıyım. Yani sade bir mesele değil ve hiçbir şekilde inzibatî bir mesele değil. Doğrudan doğruya, en azından 150 senesi olan bir problemin kesiti bu.
Şimdiye kadar olmayan bir şey oldu tabii. “Hepimiz Ermeni’yiz” cümlesini Türkiye’de Ermeniler bile sarf etmez. Ben ekrandan kulaklarımla işittim, biz, diyordu yaşlıca bir Ermeni, Hıristiyan Türkleriz. Bizim dinimiz ayrı, ama biz bu topluma aidiz, biz bu toplumun bir parçasıyız. O anlamda Ermenilerin bile “Biz Ermeni’yiz” diye bangır bangır bağırmadığı bir ortamda birilerinin “Biz Ermeni’yiz” diye bağırmalarının varacağı yeri hesaplamak lazım. Bu büyük bir plan ise Hrant Dink kendi ölümüne razı olmak zorunda kalmış olabilir. Eğer Hrant Dink kuş gribinden ölmüş olsaydı, Patrik Mutafyan 10 gün yas ilan edecek miydi?
Muhtemelen hayır.
Neden etmeyecekti? Yani Hrant Dink kuş gribinden öldüğü takdirde Ermeni cemaati için yas ilan edilecek bir insan değil. Ama böyle ölünce 10 gün yas ilan ediliyor. Öldürülmüş olması yas ilan edilmesine sebep oluyor; ölmüş olması değil. Halbuki ölmek ya da öldürülmek yasta pek fark etmez. Demek ki, bu işler öyle sade işler değil.
150 yıllık bir süreçten bahsettiniz ve “bu ülkede yapılamayacak şey” bile yapıldı; “Hepimiz Ermeni’yiz” dendi. Sizce bu iş nereye varıyor?
Nasıl bilebilirim yani (gülümsüyor)? Bir yere varma meselesi şu: Amerikan Senatosu’nda Ermeni soykırımıyla ilgili tasarıların mesela bugünlerde geliyor olmasının da bir manası olması lazım.
Ama zaten 24 Nisan yakın bir tarih olduğu için, Amerika’daki bu çabaları Hrant Dink’in öldürülmesiyle bağlantılandırmak doğru olur mu?
Hayır, benim demek istediğim, Türkiye Cumhuriyeti’nin akıbeti meselesidir. Yani Türkiye Cumhuriyeti varlığını devam ettirecek mi, ettirmeyecek mi; meselenin aslı budur. Bu, insanların ciddiye almadıkları bir meseleyse çok kötü.
Siz o cenazede toplanan kalabalığın Türkiye’nin mevcudiyetini devam ettirip ettirmemesi konusunda herhangi bir kaygı taşımadığı görüşünde misiniz?
Tabii ki, yüzde yüz! Yani Türkiye’nin devamına ilişkin kaygıları olmaması bir tarafa, Türkiye’nin devam etmemesi konusundaki planların da destekleyicisi olduklarını düşünüyorum.
Nasıl böyle bir sonuca vardınız? Ben (A.A.) şahsen o yürüyüşe katıldım. Ben maktulün acısını paylaşmak; Ermenilerin de yurttaşımız olarak bizlerle bir arada yaşama imkânına sahip olmaları gerektiğini düşündüğüm için orada bulundum. Bunun Türkiye’nin mevcudiyetini…
Yani siz nerede yaşadığınızı ve kim olduğunuzu bilmeyen bir insansınız. Dolayısıyla biraz önce söylediğim planın aleti olmanız çok kolay.
Yapmayın… Mesela, Hrant Dink’e askerde onbaşı olması gerekirken rütbe verilmemiş. Yine hep söylenen, azınlıklar devlet dairelerinde görev alamıyor. Belki yazılı bir kural yok, ama görev alamıyorlar.
Lozan’da gayrimüslimler azınlık kabul edilmiş. Sadece azınlık kabul edilmekle kalmamış, bunların hakları uluslararası güvenceye alınmış. Yani Türkiye’de eğer bir gayrimüslimseniz, sizin haklarınız uluslararası güvence altında. Bildiğime göre, Yahudiler Lozan’da kendilerine tanınan bu gayrimüslim haklarını kullanmayacaklarını beyan etmişler. Nitekim pek fazla galiba Yahudi mektebi yok. Ama Ermenilerin var. Hatta şu İstanbul şehrinde bir ya da iki öğrencisi olduğu halde, kaç katlı olduğunu bilmediğim Ermeni okulları var. Yani bir - iki öğrencisi var, ama bütün derslere girecek öğretmenleri var ve bunlar finanse ediliyor.
Mesela Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu yabancıların taşınmaz mal edinmesine ilişkin bir raporunda Türkiye’deki azınlık vakıfları da “yabancı vakıflar” başlığı altında yer aldı. Oysa bu insanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, ama hakları uluslararası güvenceye alınmış insanlar. Yani ben Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yetkilisi olarak onlara istediğim şeyi yapamam. Ama bana Türkiye Cumhuriyeti’nin yetkilileri istediklerini yapıyorlar. Biraz önce siz Hrant Dink’in askerde onbaşı yapılmadığını söylediniz, ben de onbaşı olmadım. Ben birkaç dilekçe vererek onbaşı olabildim askerliğim sırasında. Ben Müslüman anne babadan doğmuş bir insanım. Diyorsunuz ki siz, Türkiye Cumhuriyeti devleti Müslümanlara, Türklere istediğini yapsın, ama Ermenilerin kılına dokunmasın. Bu zaten böyle oluyor!
Ama onu söylemiş olmak, diğerini söylemiş olmayı gerektirmiyor. Ben öyle bir şey söylemedim.
Hayır, Türkiye’de ne Müslüman’a ne gayrimüslime baskı yapılmasın deseniz bile, bu aslında bir şeyi beklemek anlamına gelir: Türkiye’de kendi insiyatifiyle işleyen bir otorite ilişkisi olmamalıdır. Türkiye’de ne yapılıyorsa, mutlaka Türkiye dışından birilerinin onun doğru ya da yanlış olduğuna karar vermesi gerektiğini söylemiş oluyorsunuz. Bu ülkede kötü şeylerin olup olmadığı, Türkiye’de yaşayan insanların derdi olsun. Türkiye’de yaşayan insanlar birbirlerine hesap sorsunlar, anlaşsınlar, kavga etsinler; ama bu, Türkiye’ye ait bir mesele olsun.
Ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı tartışma konusudur bugün. Yani siz Türkiye’de Irak’ın işgal edilmesinin aynı zamanda Türkiye’nin de işgal edilmesi anlamına geldiğini söyleyen bir siyasiyle karşılaştınız mı? Türkiye’yle Irak sınırının hiçbir zaman hiçbir uluslararası anlaşmayla sonuca bağlanmamış olması sebebiyle, şu anda Musul vilayetinin statüsünden Türkiye’nin sorumlu olmadığını gösteren hiçbir uluslararası belge olmadığına göre deyip… Yani “Bizim şu anda ABD ile milli bir problemimiz vardır” diyen bir siyasi oldu mu?
Hayır.
Şu anda Türkiye böyle meselelerle iç içe. Gazeteci olsanız da olmasanız da, Türkiye’de yaşayan insanlar olarak bunu anlayın. İki taraftan birindesiniz: Ya bu memleketin devamını istiyorsunuz veya istemiyorsunuz! Üçüncü bir yolu yok bunun! Biraz istiyorum, biraz istemiyorum olmaz! Bu memleket devam edecek mi, etmeyecek mi; sorun bundan ibaret!
1918 yılında dünyada İslamiyet’in bir askeri güç ve bir siyasi organizasyon olarak sonunun geldiğini Batı medeniyeti ilan etti. Dünyada İslamiyet bir askeri güç olarak artık yoktur, bir siyasi organizasyon olarak artık yoktur! 1918’de Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesi bu demek. Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı bu hükmün yalanlanmasından ibarettir. Türkiye Cumhuriyeti, “Hayır, İslamiyet dünyada hâlâ bir siyasi organizasyon ve bir askeri güç olarak vardır” demiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin anlamı bu!
Şimdi bu döndü dolaştı, aynı noktaya geldi. Eğer İslamiyet bir siyasi organizasyon ve bir siyasi güç olarak yoksa o zaman bu topraklar ne olacak? Mesele buydu, yine bu oluverdi. Ermeniler daha önceden -ama bunlar Türkiye’de yaşayan Ermenilerden çok Kafkas Ermenileri’dir- nasıl olsa Türkiye ortadan kalkacak, kalktığı zaman topraklarımızı başkasına bırakmayalım, diye harekete geçtiler. Onların faaliyetleri akamete uğradı daha savaş bitmeden.
Geriye bir tek, büyük Yunanistan’ı kurmak isteyen unsur kaldı. Sonuçta da büyük Yunanistan kurulmadı ve Türkiye Cumhuriyeti diye bir şey çıktı ortaya. Yani Ermenistan, Gürcistan, Kürdistan, Yunanistan olmadı bu topraklarda, Türkiye Cumhuriyeti oldu. Bütün mesele bundan ibaret. Bu, geçici bir çözüm müydü, kalıcı bir çözüm müydü? Bugün bazıları diyorlar ki, bu geçici bir çözümdü, verilen mühlet sona erdi; gene oraya döndük.
Temel sorunları isimlendirirsek, mesela Kürt sorununda diyorsunuz ki, bu da dünya sisteminin dayatmalarından biri. İstiklal Harbi’nden tutun da, devletin doğuşuna kadarki süreçten mi anlamak gerekiyor?
Yalnız Türkiye’de değil, dünyanın hiçbir yerinde Barzani, Talabani gibi zevatın falan etkinlikleri de dâhil olmak üzere, bir Kürt kurtuluş hareketi yok, olmadı hiçbir zaman. Çünkü Kürtlerin milli bilinci yok. Çünkü Kürtlerin milli edebiyatı yok. Milli edebiyatı olmayan bir milletin milli bilinci olmaz. Milli edebiyat lafı da bir tuhaf şey; zaten edebiyat milli olur, başka türlü olmaz. Edebiyat, bir dilin edebiyatı olur çünkü… Bu, dünya konjonktürünün gereklerine cevap vermek üzere üretilmiş bir şey.
Kürt sorunu…
İşte, Kürt sorunu diyorsunuz siz ona. Türkiye’de üstelik Irak, Suriye ve İran’dakinden farklı olmak üzere işler bambaşkadır. Çünkü Türkiye, İstiklal harbini vermiş bir ülkedir. Kürtlerin yaşadığı diğer yerlerde bir İstiklal harbi verilmediği için, gâvurla karşı karşıya kalmak meselesi Kürtlerin meselesi olmamıştır. Yani Türkiye’de Türk müsün, gâvur musun, diye bir mesele vardır. Onun içinde Kürt yoktur, Çerkez yoktur, Arnavut yoktur. Türk müsün, gâvur musun? Çünkü Türkiye İstiklâl harbi vermiştir!
Neden Müslüman mısın, gâvur musun değil de, Türk müsün, gâvur musun?
Çünkü Müslümanlık çok geniş bir şey. Müslümanım, diyen bir adama, sen Müslüman değilsin, denmez. Ama Türk olmak için Müslüman olmak yetmez, bir de kâfirle çatışmayı göze almak gerekir. Yani anadan babadan Türk doğan bir insan yoktur. Benim anam babam Türk, ben Türküm; yok öyle bir şey! “I’m an American Muslim (Amerikalı bir Müslüman’ım)” dediğin zaman, Türk olamıyorsun. Çünkü “I’m an American Muslim” dediğin zaman, Malcolm X’in ölümünü onaylamış oluyorsun. Çünkü Malcolm X diyor ki: “Ben Amerikalı değilim. Ben Amerikan rüyasının kurban ettiği 20 milyon insandan birisiyim.”
Peki, her Hıristiyan’ı kâfir olarak mı…
Kâfir olur ya da olmaz. Gâvur başka, kâfir başka. Kâfirin kelime anlamı “örten”, hakikatin üstünü örten demek. Türklük başından beri İslam’ın kılıcı olarak tarih sahnesinde yer almış bir kavramdır. Araplar da İslam’ın kılıcıyken Türk’tü. Mesele, Türklüğün bir gelecek olup olmaması meselesinde. Türklük bir gelecek olmamalıdır, çünkü benim başka bir dalda işim var, diyenler bu meseleye tabii ters bakıyorlar; onların dertleri başka. Ama şu anda ülkenin varlığı, yokluğu Türklükle birebir alakalı bir şey.
Bu cinayetin ardından, kendini vatansever olarak tanımlayan kimi çevreler vatan haini listeleri hazırlamaya başladı. Futbol maçlarında “Ermeni Malatya”, “PKK dışarı” sloganları atıldı. Yargılanan aydınlar bir süre öncesine kadar adliyeye geliş ve gidişlerde sataşmalara maruz kalıyorlardı. Türkiye’de toplumsal bir linç havası mı egemen oluyor?
(Hafif mütebessim) Yani sizler eğer iyi niyetli insanlarsanız, zihin kirliliğine uğramış insanlarsınız aynı zamanda. Şimdi kardeşim, bana bir şey mi kabul ettirmeye, bir şey söylettirmeye mi çalışıyorsun?
Hayır, siz nasıl yorumluyorsunuz?
Siz bir kere, bana ne gayeyle soru soruyorsunuz? Şimdi Irak savaşı başlamadan önce kitle imha silahları konusunda uzman bir İngiliz bilim adamı öldürüldü mü, öldürülmedi mi? Irak’ta nükleer silah bulunmadığına dair beyanda bulunuyor adam. Ne oldu bu adam linç mi edildi?
Hayır, İngiliz derin devleti tarafından ortadan kaldırıldı muhtemelen. Peki, bu örneği niye verdiniz?
Siz bana Türkiye’de olan bir şeylerden bahsediyorsunuz, dünyada bir şeyler oluyor. Siz neyi, nasıl anlıyorsunuz? Asil Nadir’in Polypeck firması nasıl battı, adam nasıl hapse girdi? Adam nasıl hapisten kaçtı? Bader - Meinof çetesi bir gün hepsi birden hücrelerinde intihar ediveriyorlar. Bütün bunlar hiç size göre bir şey değil, kaldı kaldı Türkiye’de Ogün Samast, bilmem ne…
Bize göre niye bir şey olmasın? Batı kendini “temiz” diye sunuyor güya. O, o demek değil. Ama kötü örnek, örnek olur mu?
Ben böyle bir şey savunmuyorum. Ben diyorum ki, siz bana bir soru soruyorsunuz, ne sorduğunuzu biliyor musunuz? “Hayır efendim, ben Türkiye’nin demokratikleşmesinden yanayım” demeliyim ben size değil mi!
Hayır, öyle değil. Ama şu görüntü sizin içinize siniyor mu? Orhan Pamuk, siz her ne kadar bir romancı olarak onun Türk diline yeterince hâkim olamadığını düşünseniz de, Nobel Edebiyat Ödülü aldı. Ve bu kişi aldığı tehditler yüzünden yurtdışına çıkmak zorunda hissetti kendini. Şimdi bu ülke buna layık mı? Ben bu ülkenin bir vatandaşı olarak…
Siz bu ülkenin bir vatandaşı mısınız, yoksa Orhan Pamuk’un arkadaşı mısınız?
Hiç tanımam ki!
Yok, çok önemli bir şey. Arkadaş kelimesi arka vermek demek, tanımasan da arkasında durabilirsin. Şimdi bak: Orhan Pamuk Nobel’i aldı, ama Orhan Pamuk Türkiye’ye Nobel kazandırdı mı? Yani Orhan Pamuk’un Nobel alması Türkiye’nin taltif edilmesi midir? “Bu ülkeden Nobel’e layık bir yazar çıktı” cümlesini haklı gösterecek bir olay mıdır bu? Orhan Pamuk’un Nobel’i alması, Keriman Halis’in dünya güzeli olması gibi bir şeydir. Anladın mı bunu? İkisi de şunu anlatır: “Bu ülkeyi artık Türkler yönetmiyor! Sizin o korktuğunuz Türkler bu ülkede lafı geçen insanlar değil!” Türklerden kim korkuyorsa, onlara güvence veriliyor. İslam terörizm, değil mi?
Hayır.
Neden değilmiş? Bu saçmalığı hepiniz yuttunuz! Ben bir Müslüman olarak, Müslüman’ın terörist olarak anlaşılmasından hiç kaygı duymuyorum! Neden korkuyor Müslüman’dan adam? Terörist ne demek, korkutucu demek, değil mi? Namaz kılan bir adam korkutuyorsa, korksun kardeşim! O korkuyor diye ben namaz kılmayacak mıyım?
Ama terörist sıfatının yakıştırılması, o başka. Namaz kılandan korkuyorsa, o beni ilgilendirmez.
Hayır, adam namaz kıldığı için sen korkuyorsun. Türkiye’de Hrant Dink’in cenazesi için toplanan kalabalıklar başörtüsü için toplandılar mı!
İslami kesimde çıkar olayının çok ön plana çıktığı ve AKP’yle birlikte bu kesimde yozlaşmanın ciddi şekilde arttığı, nerdeyse umudunuzun kalmadığı şeklinde anlaşılabilecek sözleriniz oldu geçmişte…
AKP’den benim umudum mu vardı? Türkiye komünistlerden ve Müslümanlardan ihanet gördü. Yani Türkiye 27 Mayıs 1960 sabahından itibaren, eğer sosyalist bir yönetimi sağlayabilirse tekrar bir raya oturabilir teziyle ve akabinde, aslında 1973’te başlayan bir süreç, ama 80’den sonra bir şekilde hızlandırıldı, İslami bir iktidara kavuşabilirse bir raya oturabilir, teziyle yüz yüze geldi. Ama o tezlerle milleti aldatan insanlar sonuçta ülkelerine kötülük etmiş oldular. Şimdi siz bana AKP diyorsunuz. Bu kişilerin siyasi hayatlarını mümkün kılan şey ne? Toplumun karşısına çıkıp, “Biz Müslüman’ız” demeleri değil mi?
Evet.
Peki, onlardan beklenen neydi?
Yemeden, çalmadan çırpmadan…
Yok, yok. Yemeden, çalmadan çırpmadan, bu, bütün insanlardan beklenen bir şey. Müslümanlık bununla sınırlı değil. Müslüman’ın Müslüman’a kötülük yapmaması lazım, değil mi? Ve tam tersine, ona kol kanat germesi lazım. Sen Müslüman olduğun için, sana gelecek olan kötülüğü önleyebilmem lazım benim bir şekilde.
Evet.
Bunu yaptılar mı? Hayır, tam tersine! Ben bir Müslüman olarak, siyasi İslam iktidar imkânlarından faydalandığı sırada eskiye oranla daha kötü durumdayım. Yani ben, siyasi İslam dediğiniz şey birtakım mevkileri ve paraları kendine yakın kılmadan önce, en azından kendisinden endişe edilen bir insandım. Beni rahatsızlıkla bile olsa hesaba katmak zorundalardı. Ama onlar yüzünden ben artık hesaba katılmayan bir insanım! Daha doğrusu, itham edilebilen, köşeye kıstırılabilen bir insan haline geldim mi, gelmedim mi? Şimdi bunların daha nesini konuşacağız!
Siz 28 Şubat’a da İslami bir hükümetin düşürülmesi olarak bakmıyorsunuz…
Hayır, bakmıyorum. İslami hükümet ne zaman olmuş?
Öyle lanse ediliyor?
Ben her zaman söyledim onu, 28 Şubat, takvimde bir tarihtir. Hiçbir özelliği yoktur. Necmettin Erbakan 28 Şubat kararlarına imza atmak üzere başbakan olmuştur.
Sizin “takvim yaprağı” dediğiniz şeyden insanlar çok etkilendi.
Kim etkilendi acaba?
Benim (N. Ç. ) kardeşim imam hatipliydi, etkilendi.
Benim iki kızım da imam hatip mezunu oldular başörtülü olarak. Türkiye’de bütün o başörtülülerin uğradıkları zararlara uğradılar.
Söylenir ki, İslami kesimde okuyan, araştıran bir gençlik vardı. Ama 28 Şubat süreciyle birlikte pasifize edilmiş oldular.
Aman Yarabbi! Onlar ne oldular peki? Bir matahtılar da ne oldular yani? Matah bir şey olsalardı, olumlu bir şeye dönüşürlerdi. Herkes 12 Eylül 1980’den sonra birtakım solcu militanların birtakım şirketlerde ne kadar başarılı olduklarından söz ediyordu. O, daha önce ne haltı işliyorsa, o zaman da o haltı işledi! Müslüman genç dediklerinin de bundan hiç farkı yok!
Türkiye’de “Ben Müslüman’ım” diye ortaya çıkan insanlar bu toplumun İslami değerlerine sadakat ve onların ileri götürülmesi konusunda hangi üstünlüğü sergilemişler? Ben bunu defalarca söyledim, her söyleyişimde de canım yanıyor: Bursa İmam Hatip’ten 28 kızın kaydı başlarını açmayı reddettikleri için silindi, sene 90’lar. Mülakat yapıldı o kızlardan birisiyle, o mülakatı okudum. Kız ne diyor biliyor musun? “Biz, diyor, annesi babası tarafından başı açılmaya zorlanmamış 28 kızız.” Yani bunların anası babası, aferin, kızım, başını ört, falan da dememiş; bunların annesi babası sadece, “Başını açacaksın, yoksa seni evlatlıktan reddederim” dememiş. Bu kadar. Yani demeye getiriyor ki kız, öbür arkadaşlarımız da başını açmayacaktı, ama anneleri babaları onları mecbur ettiler. Yani sen bana hangi Müslümanlardan bahsediyorsun!
CHP geleneği nerdeyse MHP’yle yer değiştirdi. İslami hassasiyette olan partiler gün geldi Batı değerlerini esas alan bir yerlere kaydı. Bu anlamda Türkiye’de ne oluyor?
Türkiye onurlu bir milletin yaşadığı bir ülkedir. Bu, uzun yıllar boyunca alay konusu edildi, ama devlet memurları hep şunu söylerdi: “Limon satarım, bunu kabul etmem!” Yani doğru iş yapmanın alternatifi, devlet memuriyetinden atılmak, atılmanın sonucu da, ben şu halimle ne yapabilirim, ancak limon satarım, şeklindeydi.
İnsanlar bu anlayışla yaşadılar bir süre. Ama 27 Mayıs 1960 ihtilali bu anlayışı da kökünden sildi. 27 Mayıs’tan sonra insanlar “Özel sektörde para var” demeye başladılar. Devlet memurları akın akın özel sektöre geçtiler. Bu ülkede “Dur bakalım, sıhhatli bir gelişmeye adım atmak için imkânlarımızı heba etmeyelim” diyen insanlar elbette vardı. Ama bunlar bir süre sonra mağlup oldular veyahut ahlaken çürüdüler. Zihni yetersizlikle ahlaki çürüme at başı gider. Yani hiç kimse “akıllı, ama ahlaksız” ya da “ahlaklı, ama aptal” değildir. Ahlaklı olan aynı zamanda akıllıdır, ahlaksız olan aynı zamanda akılsızdır.
Hep şikâyet edilen nokta, İsmet özel anlaşılmıyor. Neden?
Çünkü anlamak istemiyorsunuz! Yani ya söylediklerime katılacaksınız veya karşı çıkacaksınız. Katılırsanız, siz de o anlaşılmazlardan biri olacaksınız; karşı çıkarsanız, siz de işini bilen insanlardan biri olacaksınız. Bu memlekette, başbakanlığı sırasında “Benim memurum işini bilir” diyen kişi cumhurbaşkanı oldu. Bu kişi taltif edildi bu yüzden. Yani Türkiye’de rüşvet meşrudur, diyen bir insan Başbakanlık’tan Cumhurbaşkanlığı’na yükseldi. Bu memlekette ben değerlerle uğraşmayacağım da… Tabii anlaşılmam ben! Turgut Özal’ı anlayan beni anlar mı?
İstiklal Marşı Derneği kurdunuz. Neden?
İstiklal Marşı bizim tarifimizdir. İstiklal Marşı Derneği’ni İstiklal Marşı açıklıyor. Cumhuriyet rejimiyle İstiklal Harbi’nin manası arasındaki farkı da İstiklal Marşı açıklıyor.
İstiklal Marşı’nda söylenenler İstiklal Harbi’ni açıklıyor, ama sonraki 80 yılık Cumhuriyet tarihimizi açıklamıyor.
Peki, 80 yılı ne sembolize ediyor?
Recep Tayyip Erdoğan sembolize ediyor! Bunu anlamayacak ne var yani!
Derneğiniz sadece “kalın”[*] Türklere mi açık?
Hiç şüphesiz! Ne kadar kalınsa, bize o kadar yakın.
İnsanlar, derneğe üye olmak istiyoruz dediler. Gelen insanlara ne diyeceksiniz?
İstiklal Marşı diye bariz, müşahhas (somut) bir metin var önümüzde. İstiklal Marşı’nı yüksek sesle ve alenen söyleyen herkes, yani sahtekârlık yapmıyorsa, bu derneğe katılabilir. Ama “Ya, şurasını şöyle söylesek daha iyi olur mu?” diyenler derneğimizin dışında. Yani “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal…” Ben İstiklal Marşı Derneği kurmaya hevesli değilim. Ama bu bir farz-ı kifaye (hiçbir Müslüman tarafından yerine getirilmediği takdirde bütün Müslümanların üzerine farz olan yükümlülük) oldu benim için. Başkası yapmadığı için…
Hükümet İstiklal Marşı’nın Meclis tarafından kabulü sebebiyle 12 Mart’ın “milli gün” ilan edilmesi kararını aldı. İstiklal Marşı Derneği kurduğunuz bir dönemde, kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu bir telâş. Birilerinin paçası tutuşmuş anlaşılan. Telâşa neyin sebep olduğunu ve kimlerin paçalarının tutuştuğunu çok geçmez hepimiz öğreniriz. Türkiye’de sosyalizmin ve İslâmiyet’in bir siyasi güç katına yükselmesine engel olan çevreler, şimdi “milliyetçi dalga yükseliyor” çığırtkanlığı sayesinde bir manevra yönlendiriyor.
Gerek sosyalizm, gerekse İslamiyet “devrimci” eğilimleri okşayan alanlar oluşturabilir. Ben her devrimin şaka götürür bir yanı olduğunu düşünürüm. Herkes ne yaptığını bilmeli. Milliyetçilik zannettiğiniz ve size öyle gösterilen şey milliyetçilik olmayabilir. Künhüne (içyüzü) varınca anlarsınız ki, milliyetçilik fantastik olmadığı kadar milliyetçiliktir. Hiç kimse keyif çatmak için milliyetçi olmaz. Tarih, milliyetçiliğin şakaya gelmediğinin örnekleriyle doludur.
Henry Sen Neden Buradasın isimli kitabınızda “Titizlik ahlakın ta kendisidir” diyorsunuz.
Evet. Ayrım yapmasını bilmek.
Peki, Türk toplumu bu anlamda “ahlaksız” bir toplum mu?
Bilgilerim dâhilinde, Dallas dizisinin Mısır’da halkın tepkisi sebebiyle gösterilemediğine vakıfım. Yani Mısırlılar, “Bize bunu seyrettiremezsiniz” diye tepki vermişler ve Mısır’da gösterilememiş. Geçenlerde birisi dedi ki: Ben Dallas dizisini seyrettim. İnsanların buna niye tepki verdiklerini anlayamadım. O Dallas dizisindeki Ceyar gayet masum bir adam haline geldi Türkiye’de. Yani Türkiye fiili haliyle hem zihni yetersizlik hem ahlaki yetersizlik içinde bir ülkedir. Ama bu, kendini değiştirmeyeceği anlamına gelmez. Neden? Çünkü bir toplumda her zaman öncüler önemlidir. Bir ordunun yüzde 3’ünün ihlâs sahibi olması yeter. Öbür savaşanlar ganimet peşinde vs. olabilirler. Ama o ordunun yüzde 3’ü ihlâs sahibiyse, hak bir savaşı verir o ordu. O manada Türkiye’de her şey tükenmiş değil. Ama genellik diye bir şey varsa, o genellik parlak bir durumda değil.
Mehmet Bekâroğlu ve Ertuğrul Günay sol ve İslami değerleri bünyesinde barındıran bir siyasi oluşumla kamuoyunun karşısına çıktılar. Bu oluşuma ne kadar yakın hissediyorsunuz kendinizi?
Aman Yarabbim! Ben bunların gezegenimizin değil, güneş sistemimizin dışında olduğunu düşünüyorum. Hiç alakası yok!
Niye bu kadar kötümser bakıyorsunuz? Bugüne kadar çok fazla yan yana gelmemiş, bu toplumda yaşayan…
Kim demiş yan yana gelmemiş? Kimin ne hesapları, ne bağlantıları olduğunu nereden biliyorsunuz? Siz Madlaine Albright’ın, Chavez’in seçim kampanyasında bulunduğunu bilmiyorsunuz tabii ki! Çünkü basın mensubu olarak pek öyle şeylerle ilgilenmiyorsunuz… (İsmet Özel tebessümle bu sözleri ederken, biz de dayanamayıp basıyoruz kahkahayı)
Yine de bir gayretin göstergesi, bu toplumda o iki kesimi barıştıracak, iki kesimden bir şey üretilebileceğini gösterebilecek bir çaba sayılamaz mı?
Hiçbir zaman katırdan katır elde edemezsiniz! Katırdan katır doğmamıştır şimdiye kadar! Dişi katırlar, erkek katırlar vardır, fakat ikisi de kısırdır. Katıra sormuşlar, “Baban kimdir?” diye, “Dayım attır” demiş. Babam eşektir, diyememiş; dayım attır, demiş.
TCK’nın 301. maddesi bir süredir çok konuşuluyor. Madde “Türklüğe hakaret” olarak mı kalmalı, yoksa Türklük yerine “Türk milleti” mi konulmalı? Ya da “Hiç böyle bir madde olmasın” diyenlerden misiniz?
Valla, bu tıpkı şuralara bayrak asmak (geçen seneden itibaren İstanbul’un Boğaz’a bakan birçok yerinde yüksek bayrak direklerine asılı bayrakları kastediyor) gibi bir şey anlaşılan. Şu anda görüş sahamızda (söyleşimizi Beylerbeyi sahilinde yapıyoruz) üç tane büyük bayrak var. Bunların da geçmişi üç-beş ayı geçmez yani. Neden İstanbul’da kocaman bayraklar ortaya çıktı? Çünkü bu şehrin bir Ortodoks başşehri olma hazırlıkları hızlandı. Birileri diyorlar ki, “Yaptırtmayacağız!” Onun için oraya buraya bayrak dikiyorlar. O 301. madde de başka hazırlıklara karşı konulmuş, bayrak dikmek gibi bir şey. Ha, yerindedir, yeterlidir, onu bilmem. Ama böyle bir…
Kaygı sonucunda…
Kaygı da değil; bu, korku, ürküntü bu. Yani bu bir can acısı. Çünkü geldi gelecek, oldu olacak. Üsküdar’da o selatin (sultan) camilerinden birinde geçen sene aylarca “Dünya başkenti İstanbul” diye mahya asıldı. Dünya başkenti İstanbul ne demek? İstanbul Türkiye’nin bir şehri değildir, demek. Çünkü bu şehir hakkında bir tek şey söylenebilir: Türk İstanbul. İstanbul’un başka bir karakteri yoktur.
Nöbette uyuyan askerin öldürülmesi meselesini açar mısınız?
Bir kere, burada tamamen yanlış bir algılama söz konusu. Asker kelimesi asla dilimden dökülmemiştir. “Kendisine tebliğ edilen nöbet sırasında şekerleme yapan herkesin öldürüldüğü bir Türkiye’de yaşamak istiyorum” diyorum. Yani nöbet derken, bir insan bakan olurken ne olmuş oluyor? Ona, buraya bak, diyorlar; nöbete dikiyorlar adamı. Eğer o, kendisine verilen nöbet sırasında şekerleme yapıyorsa, onu öldürmek lazım. Öyle askerlikle alakalı değil bu! Adam polis, öğretmen, bu kişiler maaşlarının dışındaki gelirle geçinmek mecburiyetinde olduklarını söyleyebilirler. Ama asıl o işe girerken, maaşlarına değil de maaşlarının dışındaki gelire dikkat sarf ederek hayatlarını düzenlemişlerse, onların da öldürülmeleri lazım.
[*] Kalın Türk: Türklüğü tarihi bir rol olarak gören İsmet Özel, Türk kavramını “kâfirle çatışmayı göze alan Müslüman” olarak tanımladığına göre, “Kalın Türk”, hayatını Türklüğe ait değerler üzerine bina eden ve bu konuda titizliği elden bırakmayan kişi olarak düşünülebilir. Özel’in Türkiye’de “İncelmiş, çıt deyip inceldiği yerden kopacak Türkler” yaşadığından yakındığını hatırlatalım.
22 Mayıs 2010 tarihinde Kayseri TV'de Genel Başkanımız İsmet Özel ile yapılan mülakatın metni
Nasıl başlayalım? Anayasa kavramından başlayalım isterseniz. Yalnız ben şöyle bir girizgâh yapmak istiyorum.
Bir sual işaretiyle dile getirdiğiniz bu ifade beni neye cevap vereceğim hususunda tereddüde düşürdü.
- Yok aynı çatı altında toplanabilir sorduklarınız. Bizim dernek içindeki önemli, ele aldığımız konulardan birisi budur.
- Nasıl konuşacağız bunu, çünkü siz şair İsmet Özel mi tasavvur ediyorsunuz, yoksa bir takım ideolojilerin içindeki bir İsmet Özel’den mi bahsediyorsunuz?
- Olmaz. Aristoteles'in de dediği gibi "Tek başına bir insan ya Tanrı’dır ya hayvan." İnsan demek bağlantılı demek.
Ben meseleye Türkiye’nin siyasi şartlarından sorumlu bir yetkili gibi bakmadığım için bunun bende bir rahatsızlık uyandırıp uyandırmaması üzerinde çok düşündüğüm bir şey değil.
İsmet Özel: Ben bunu bir şiirimin adıyla tespit ettim sayılır. Ben “Arap Komserin Oğlu”yum. Benim babam 1955 yılında başkomiserlikten Kastamonu’da emekli oldu.