Hangi Ümidin Taşındığı İstiklâl Marşı'ndan Öğrenilebilir

Aşkar Dergisi (13. Sayı)

Bir dernek kurmayı ne zaman düşündünüz? Süreci biraz anlatır mısınız?

Bir sual işaretiyle dile getirdiğiniz bu ifade beni neye cevap vereceğim hususunda tereddüde düşürdü. Merakım şu: Bana iki soru mu sordunuz; yoksa ortada bir soru var da, siz sorunun iki safhada cevaplandırılmasına mı talipsiniz? Bir “lâhavle...” çekip cevap teminine gayret edeceğim; söylediklerimin sizin öğrenmek istediklerinizden hangisine uyduğuna karar vermek okuyana kalmış.

Ben ömrümde dernek kurmayı düşünmedim. Çok erkenden öğrenmiştim bu kabil işlerin bana göre olmadığını. Küçüklüğümden itibaren müteşebbis bir çocuk olmamaya özen gösterdim. Meselâ, mahallede oyun başlamadan önceki “eşleşme” hiçbir zaman benim işim olmadı. Müteşebbis bir çocuk olmayışım pısırık bir çocuktum demeye gelmez. Sadece, ilk çağlarımdan beri hangi türden olursa olsun, bir cemiyetin teşekkülüyle meşgul olmak beni hiç heveslendirmedi. Evin son çocuğu oluşumdan belki, başlatmakla, nizam kurmakla değil; iyi bulduğum ne varsa onu idame ettirmekle ilgilendim. Neye mensubiyetim doğmuş idiyse gereği için elimden geleni esirgememe sanki tabiatımdı. Doğan her mensubiyeti bir gelişme fırsatına dönüştürmek hayatımın gayesi oldu.

Dernek kurmak istiyor değil, dernek kurmanın zaruretine işaret ediyor idim. Bunu yapacak, buna heveslenecek birileri olmalıydı. Bile isteye, göz göre göre düştüğüm tuzak, birilerinin benim işaretimin mânasını kavradıklarına dair ifadeleri, yalan beyanları oldu. Yazdıklarımın okuru olduğunu söyleyenler hep yalan söyledi, sözlerimi işitiyormuş gibi yapanlar riya içinde yer almayı kendileri için uygun sayıyorlardı. Bu pervasızlık halen yürürlüktedir. İstiklâl Marşı Derneği bu samimiyetsiz ve sahte ortamın beni yıldırmayışı sebebiyle ortaya çıktı.

Demek ki, süreç-müreç yaşanmadı. Yaşanmasına da imkân yoktu. Çünkü sadece benim fikirlerim için değil, her çeşitten fikir için Türkiye’de tahsis edilmiş bir yer veya bir değer bulmak mümkün değildir. Sadece bir tezgâhı pekiştiren malzeme olmak üzere bazı lâflar dolaşır ortalıkta. İnsanlar kendi âmirleri veya kendi memurları saydıkları birilerine kendilerini beğendirmeğe uğraşırlar. Süreç-müreç yok. Hayat var, hayatlar var. Türkiye’de hayatın nasıl cereyan ettiğini öğrenmeden ve yerinde adlandırmalar yapmadan pislikten ne kendimizi, ne de bir başkasını arıtabiliriz.

Benim şiir yazmaya heveslendiğim yıllarda Türkiye (Federal Almanya’dan önce) NATO üyesi oldu. Üyeliğin, bütün ipleri ABD eline bırakma anlamı taşıdığını ben o yaşta nasıl anlayabilirdim? ABD 1952’de Türkiye’ye ektiği tohumların hasadını 27 Mayıs 1960’ta devşirdi. Daha sonra her şey bu mahsulün gerektirdiği tarzda oldu. Türkiye’yi sonraki yirmi sene ABD güdümlü sol oyaladı; onu takip eden ve bizi bu güne ulaştıran zaman dilimi ABD vizeli İslâmcılığın ürettiği saltanat heveslilerinin icraatıyla geçti. Bu olanlar sebebiyle ABD, İstiklâl Marşı Derneği’nin kuruluş yolunu açmanın, vaatlerle ele avuca alınamasa dahi İsmet Özel’i, kendi işine yarar tarzda kafesleyebileceği tahmininde bulundu. Bunu fark eder etmez ben, hâlâ Türkiye’de imkânları harekete geçirebilecek bir milletin varlığı konusundaki kararlılığımı gösterdim. Geçen üç yıl boyunca çabam İstiklâl Marşı Derneği’ni lâyık olduğu mekânla mücehhez kılmak için herkese yardımcı olabileceğimi göstermeğe mâtuftu.

Doksanlı yıllarda bir İstiklâl Marşı Derneği kurmanın gerekli olduğunu çevrenizdekilere söylediğinizi ifade etmiştiniz. Doksanlı yıllar ile iki binli yıllar arasındaki hangi fark bilhassa İstiklâl Marşı Derneği’nin kurulması sürecini oluşturdu?

Yine çıktı karşımıza “süreç”. Bu lisanı nereden öğrendiğinizi ne biliyor, ne de bilmek istiyorum.

1990 yılı SSCB’nin haritadan silindiği yıldır. Silinme sırasının T.C.’ye geldiğini bilmeyenler benim neyle meşgul olduğuma akıl erdiremeyecek, akıl erdirilmesine engel teşkil edecektir. 2000’le birlikte dünyadaki herkese içine demokrasi-insan hakları-serbest pazar tıkılmış bir dolma yutturuldu. Tasnifler yenilendi: Yutanlar, yutturanlar, yutmuş görünüp gemisini yürütenler, yutmuş bilinip gemileri dolduranlar ilh...  Tahribatı tafsilâtıyla izah etsem anlar mıydınız? Hayır, anlamazdınız; ama benim söylediklerim arasından işinize yarayanları seçip kendinize mansıp sağlama yolunu kat etmeğe devam ederdiniz.

Derneğin adının “İstiklâl Marşı Derneği” olmasının sebepleri nelerdir?

Birinci sebep: 1921’de İstiklâl Marşı TBMM tarafından kabul edilişinden bu güne lekesizliğini ve kirlenmemiş anlamını muhafaza etmiştir. Yerküre üzerinde İslâm’ın yeniden bir siyasi teşkilât ve bir askerî güç olarak var olma mücadelesine güç verdiğinin inkâr edilemediği temiz vesikadır. Lekesizliğin ve kirlenmemişliğin muhafazasında belki Sakarya Meydan Muharebesi’nden hemen sonra İstiklâl Marşı’nın rafa kaldırılmasının ve giderek dondurulmasının rolü de düşünülebilir.

İkinci sebep: İstiklâl Marşı’nı muâheze etmeye T.C.’nin kadro ve yetki itibariyle, lâfzen ve ruhen hakkı yoktur; buna mukabil T.C.’yi muâheze etmeye İstiklâl Marşı’nın hakkı vardır. Millet hayatının ne idüğü, ne hale geldiği ve millet hayatıyla hangi ümidin taşındığı İstiklâl Marşı’ndan öğrenilebilir.

Nitekim gün gelmiş “devlet?” İstiklâl Marşı’nın kanatları altına sığınmak zorunda kalmıştır. İşte bu, derneğimizin adının “İstiklâl Marşı Derneği” olmasının üçüncü sebebidir. Ne 1924 ne de 1961 Anayasalarında İstiklâl Marşı’ndan bahsedilir. Oysa İstiklâl Marşı 1982 Anayasası’nın değiştirilemez maddeleri arasında yerini almıştır. Bazı tehlikeleri savuşturabilmek ancak İstiklâl Marşı’yla mümkün görülmektedir. Nasıl 1945’te SSCB, Türk-Sovyet Saldırmalık Paktı’na son verdiyse, Dünya Sistemi de 12 Eylül 1980’de T.C.’nin teşekkülüne cevaz veren ahde son vermiştir. 

İstiklâl Marşı Derneği’nin hedefleri nelerdir, dernek neye hizmet ediyor?

 İstiklâl Marşı neyi hedef olarak göstermişse o hedefe varmayı İstiklâl Marşı Derneği vazife bilmiştir. “Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın.” Allah va’dinden dönmez, biz de hedefimiz istikametinde ilerlemekten mahrum kalmayız.

Derneğin neye hizmet ettiğine gelince... Yukarıdaki sözlerin beyan ettiği üzere dernek kendine hizmet ediyor, bu işi ne kadar ihmal ederse, kendine dikkat etmekten ne kadar uzaklaşırsa varlık sebebini de ortadan o kadar kaldırmış olacağını biliyor. Dolayısıyla Türkiye içinde veya dışında, hiçbir odaktan talimat almıyor. Ayrıca, ömürlerini aldıkları talimatla geçirenlerin, yeri geldikçe, el işine gidip geçimini temine çalışan hizmetçilerin bu mesleği bırakıp kendi hanelerini ihya etmeleri halinde şimdikinden daha kârlı çıkacakları yolunda propaganda da yapıyor.

İstiklâl Marşı Derneği’ne mensup olanlar bir cemaati mi teşkil ediyorlar?

Henüz değil. Maalesef bir cemaatin teşekkülünü sağlayacak başarıya erebilmiş değiliz. Doğrusu şu ki, İstiklâl Marşı Derneği bir cemaat teşekkül ettirmekle kalmamalı, yetinmemelidir. Biz cemaat dediğimizde ne alelâde siyasi parti taraftarlığını ne de Türkiye’de sağcılık veya solculuk taslayan yüzlerce misaline an be an şahit olduğumuz menfaat şebekesini anlıyoruz. Bir gün gönlümüzdeki cemaati teşkil ettiğimizde bütün dünyaya Müslümanlara mahsus ve sadece Müslümanlara mahsus uzviyetin ne mânâya geldiğini gösterebilme niyazındayız.

İstiklâl Marşı Derneği’nin internet sayfasında “İstiklâl Marşı Derneği’nin Diline Doladığıdır” başlıklı bölümde “Türklük, Sünnilik ve Hanefiliktir” diye bir cümle var. Kâfirle çatışmayı göze alan kimsenin Ehl-i Sünnet olması gerektiği anlaşılabilir bir durum, dolayısıyla Türk olmak için Sünnî olma şartı anlaşılabilir. Hanefilik, Ehl-i Sünnet olan dört amelî mezhepten biri. Hanefilik diğer üç mezhepten ayrı hangi nitelik barındırıyor ki Türklüğü sağlayan bir şey oluyor? Başka türlü soracak olursak Şafiî olanları Türk yapmayan şey nedir?

Bu suali cevaplandırmadan önce, neden böyle bir sualin doğduğu üzerinde durmak zarureti var. İyice ve tamamiyle anlaşılsın ki, İstiklâl Marşı Derneği bir abrakadabra değil. Kimseyi el çabukluğu ile bir kanaate sığıştırma niyeti gözetmiyoruz. Bu hususa hassasiyet gösterilmesi elzemdir.  “Türklük, Sünnilik ve Hanefiliktir.” cümlesine rastladığınız yerde şöyle bir ifade dikkatinizi çekmedi mi? "Bugün gelinen noktada anlaşılmıştır ki, Türkiye'de İslâmcılık doğrudan doğruya Amerika'nın başlattığı ve mükemmelen idare ettiği bir şeydir. Yani birilerinin 'şu kadarını Amerika, şu kadarını da biz yaptık' diyebileceği bir durum dahi bahis konusu değildir. Böyle bir duruma hiçbir zaman aralığında, asla şahit olunmamıştır." İmdi, bana “...Şafiî olanları Türk yapmayan şey nedir?” sualini tevdi etmektense, yukarıdaki alıntı dolayısıyla karşıma “Türkiye’de Amerikan uşağı olmayan hiç mi Müslüman yok?” mealinde bir müşkil soru çıkarabilirdiniz. Eğer böyle yapmış olsaydınız, Türkiye’de Müslüman kimliğe sahip çıkanların yakınlaşmaları aleyhine bir tavra yol açmış olmazdınız. Oysa sualiniz “...Şafiî olanları Türk yapmayan şey nedir?” olunca Müslüman kimliğe sahip çıkanlar arasında kapatılamayacak bir aralık, bir mesafe olduğu fikri kuvvet kazanıyor. Biz hem Türkiye’de ve hem de arzın her yerinde Müslümanların birbirleriyle kenetlenmelerinin hayra vesile olacağını anlatmaya çalışıyoruz. Şafiî olanın Türk olmaktan alıkonduğu diye bir şey yok.

Her şeyden önce bilelim ki, Müslümanlık hakkında bilgiyi coğrafya öğrenir gibi veya Budizm’i tetkik edercesine edinemeyiz. Müslümanlık hakkında ne öğrenebilirsek, sırat-ı müstakimden inhiraf etmemek kastıyla öğrenebiliriz. Eğer sırat-ı müstakim esas alınmasaydı, rahatlıkla Salman Rüşdi’den öğreneceğimiz bir şeyler olduğunu da ileri sürecektik. Bu yüzden, Hanefiliğin Ehl-i Sünnet olan dört amelî mezhepten biri olduğu tarzındaki sathî görüş, İslâm’la kaynaşmamış kimselerin yerinde sayacakları bir yaklaşımın ürünüdür.  Biz Müslümanlar dinimize zarar verilmesine razı olmadığımızın bir ispatı olarak Şafiî, Malikî, Hanbelî olduğumuzu söyleriz. Yani, İslâm içinde kaldığımızı, amelde Hanefilerden farklı bir tutum içinde oluşumuzun şer’î bir kaynağı olduğunu vurgularız. Eğer bir Maliki, “Bize Kur’an ve Muvatta yeter; başka bir kaynağı muteber saymıyoruz” demişse, bunu söyleyenin kendi icadı olan şey etrafında adam toplamak istediğini fark etmekte gecikmeyiz. Her çağda siyaseten bir “baş” çekme heveslileri olmuştur. İşte Hanefîlik bu hevesleri kursaklarda bırakmak, herhangi bir dağınıklığa meydan vermemek, İslâm’ın bir tertibi olduğunu göstermek üzere doğmuştur. Böyle olduğunu sarahatle bilen Hanbelîler kendilerini Hanefi olarak adlandırmakta tereddüt etmezler.

Mezhepsizlik de mezhep taassubu da insanı dinden eder. İmam-ı Âzam’ın azametinden şüphe eden adama Müslüman diyebilmek için bin dereden su getirmek icap eder. Bugün Hanefi olmakla iftihar eden milyonlarca Müslüman’ın evinde Şafiî ilmihali bulunur. Hanefi olan kişi Nehc’ül-Belâga okudum diye pişmanlık değil gurur duyar. Kâfirle çatışmayı göze alanın yapacağı budur.

Türkiye’de şimdiye kadar kurulan şubelerin faaliyetlerinden memnun musunuz?

Elbette değilim. Yapılacak şeyler yapılmış olanlardan ibaret değil. Şubelerin ortaya çıkardığı bir tatminsizlik var da; Genel Merkez pek mi beğenilir halde? Biline ki, oradan şikâyetim şubelerinkinden daha fazla. Üç senede bu derneğin kat edeceği mesafe bu olmamalıydı. Bu lâkaydiye, bu atalete ve bu ketumluğa rağmen İstiklâl Marşı Derneği’nin üç sene yaşamış olması ve bu hayatın “bitkisel hayat” olmayışı, yani İstiklâl Marşı Derneği’nin sadece yaşamakla kalmayıp potansiyelini artırmış olması memnuniyet vericidir. Üç sene öncesine göre ne rengimizden, ne kokumuzdan, ne de ağırlığımızdan bir şey kaybettik. Has idik, üç senede daha da aslîleştik. 

Derneğe üye olmak isteyenlerde veya üyelerde ne gibi özellikler arıyorsunuz?

Özellik der iken hususiyeti mi kast ediyorsunuz? Özellikler çoğulluğa müsait; ama hususiyet tekilliğe yakışıyor. Hepimiz hususiyet taşıyoruz.  İstiklâl Marşı Derneği’nin maskesi, iki veya daha fazla yüzü yok. Şimdiye kadar energimizi ne İstiklâl Marşı metninin altındaki imzadan ne İstiklâl Marşı’nın kime ithaf edildiğinden ne de kuruluşunu temin eden zevattan devşirdik. Esas aldığımız 41 mısra var. Esastan haberdar olmayanlarla işimiz yok. Bizi esastan saptırmaya niyetlenenlerin sayısı ve pozisyonu ne olursa olsun hepsine düşmanız.

Derneğin gelecekteki faaliyetleri hakkında bilgi verebilir misiniz?

Gelecekte hangi faaliyetlerde bulunacağımız saymakla tükenmez. Her şeyin sırası var ve sıra atlamanın herkes için tehlike doğurduğunu biliyoruz. Yapacağımız bütün işlerdeki gerçek planımız sarahaten anlaşılmalıdır: İstiklâl Marşı Derneği’nin bir dünyevi kazanç vesilesi kılınmasına, Dünya Sistemi’nin çarklarını çeviren bir araç haline getirilmesine asla fırsat vermeyeceğiz. Hiç kimse başka bir yerde bulamadığını İstiklâl Marşı Derneği’nde bulabileceğini sanmasın. Her yerde, herkeste olması gerektiği halde ancak derneğimizde olan, bizim muhafaza ettiğimiz şey bizi biz yapan şeydir. Biz biz olmaktan çıksaydık ve İstiklâl Marşı Derneği dünyevi başarılar uğruna elde tutulan bir vasıta olsaydı, ön tekerlerin gittiği yere arka tekerlek de gidecek derdik. Atları arabanın arkasına koşmanın yanlış olacağını söylerdik. Yaşayan görür.

Son olarak dernek üyeleri ve sizi takip edenlere diyecekleriniz var mı?

Üç senedir İstiklâl Marşı Derneği üyelerine diyeceğimi demekten geri durmadım. Şimdi onlara bir diyecekleri olup olmadığını sormalı. Şimdiye kadar beni sadece sivil polis takip etti. Benim onlara diyeceğim, kendilerini takibe hiç niyetimin olmadığıdır.

 

Hangi Ümidin Taşındığı İstiklâl Marşı'ndan Öğrenilebilir

Bir sual işaretiyle dile getirdiğiniz bu ifade beni neye cevap vereceğim hususunda tereddüde düşürdü.

Valery Önce Taharet Almayı Öğrensin

- Yok aynı çatı altında toplanabilir sorduklarınız. Bizim dernek içindeki önemli, ele aldığımız konulardan birisi budur.

Türkiye'yi Türkler Yönetmiyor (Nokta - 22.03.2007)

Ben meseleye Türkiye’nin siyasi şartlarından sorumlu bir yetkili gibi bakmadığım için bunun bende bir rahatsızlık uyandırıp uyandırmaması üzerinde çok düşündüğüm bir şey değil.

"Kâfirle Çatışmayı Göze Alan Müslümana Türk Denir." (SkyTürk360 TV Mülakatı)

İsmet Özel: Ben bunu bir şiirimin adıyla tespit ettim sayılır. Ben “Arap Komserin Oğlu”yum. Benim babam 1955 yılında başkomiserlikten Kastamonu’da emekli oldu.

“Ne Bahar Kaldı Ne Gül” Konferansı öncesi Kayseri TV Mülâkatı, 22 Mayıs 2010

22 Mayıs 2010 tarihinde Kayseri TV'de Genel Başkanımız İsmet Özel ile yapılan mülakatın metni

Türkiye'de Anayasa Meselesi (Kanal 7 - 12.07.1995)

Nasıl başlayalım? Anayasa kavramından başlayalım isterseniz. Yalnız ben şöyle bir girizgâh yapmak istiyorum.

Önce Millet Olduğumuzu Ortaya Koyalım

- Olmaz. Aristoteles'in de dediği gibi "Tek başına bir insan ya Tanrı’dır ya hayvan." İnsan demek bağlantılı demek.

Yaptıklarım Farz-ı Kifaye

- Nasıl konuşacağız bunu, çünkü siz şair İsmet Özel mi tasavvur ediyorsunuz, yoksa bir takım ideolojilerin içindeki bir İsmet Özel’den mi bahsediyorsunuz?