En şık beyan ediliş biçimiyle “La Turquie Kemaliste” bir ham hayal mahsulüdür. Bil fiil olmasa bile bil kuvve vardır deme densizliğine bile yer yok. Türklükle alakası olsun olmasın kendini zaman içinde “Kemalist” diye tanıtan fertlere rastlanmış olduğu inkâr edilemese de; ne Mustafa Kemal hayatta iken, ne de ölümünden sonra bu yaftaya sahip çıkan bir zümre tebellür etmiş ve ne de böyle bir fikriyatın mevcut olduğunu tevsik ettiğine kanaat getirebileceğimiz metinler doğmuştur. 12 Eylül 1980 müdahalesi akabinde doğmuş olan Kemalizm’in itibar kazanma ihtimali idi ve bu ihtimal 10 Ağustos 2014 seçimiyle ABD tarafından yok edildi.
Ekmeleddin İhsanoğlu Atatürk’ü bir millî kahraman saydığını ifade ile seçim yarışına girdi. Atatürk’ün millî kahramanlığı onu Cumhurbaşkanı yapamadı. Neden? “Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan” Onuncu Yıl Marşı böyle söylüyor. 1933 senesinde “bütün dünya” henüz Londra’nın cevaz verdikleriyle idare ediliyordu. Londra 10 Ağustos 2014 seçiminde varlık gösteremedi. “Yankee” gücünün ABD hudutları dâhilinde ve haricinde rakibi yoktur.
Bu rakipsiz gücün dünyanın neresinde olursa olsun “millî kahraman” etiketi taşıyanlarla arası hiç iyi değil. Yankee Dollars gittiği her yere demokrasi götürüyor. Green Bucks girdiği her yeri demokratlaştırıyor. Bir yerde demokrasinin yerleşmesi her zaman ABD’ye orayı bombalama imkân ve fırsatının sağlanmasıyla beraber gerçekleşir oldu. Bu bağlamda 10 Ağustos 2014 seçiminin kökü 70’lerdeki Lübnan iç savaşına kadar uzanır. Bu savaşın cereyan ettiği günlerde solcu Müslümanlarla sağcı Hıristiyanlar birbirlerine kurşun ve bomba yağdırıyor; ama bu kanlı çatışma Lübnan parasının değer kaybına sebep olmuyordu. Dünyada neler döndüğünü tedavüldeki paranın cinsine bakıp anlamaktan başka çare bırakmadı Yankee.
Siyasi tabloyu tedavüldeki paranın mürekkebi çizdi. Kısa bir zaman öncesine kadar önünden geçmeği bile içimize sindiremediğimiz her banka şubesi artık her kırattaki “millî kahraman”ı yok eden orduların hizmetinde bir cephaneliktir. İnkılapların biri, ikisi değil; hepsi suya çizgi mesabesindedir. 10 Ağustos 2014 seçimi Lozan sonrası Türkiye Cumhuriyeti adını alan devletin hükmü altına aldığı sahayı hiçbir zaman Atatürkiyeleştiremediğinin ispatı oldu. 10 Ağustos 2014 seçimi Hıristiyan ve Yahudilerin Büyük Yunanistan, Büyük Ermenistan potlarıyla başlattıkları oyunda kullanılan bir “poker face” maskesidir. Kimin kimi düdüklediği de saklı değil. Ustalıkla karılmış iskambil destesinde heyecan uyandırıcı bir Kürt kartı da yok. Kâğıtların hepsi işaretli zaten.
İsmet Özel, 11 Ağustos 2014
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.

Şu İstiklâl Marşı Derneği ortaya hiç çıkmamış olsa olmaz mıydı? Başka iş mi kalmadı uğraşılacak? Sualleri biraz daha özele indirgeyelim: Hayatımı verdim; şiirimi aldım diyen biri, şiir dışında kalan diğer yazış yollarından hiç birine uğramasa olmaz mıydı? Eğer şiir dışında kalan yazış yolları derken sadece hikâye, roman, tiyatro gibi sanat uğraşılarına zemin hazırlayanları kast ediyorsak, olurdu; ama şiir dışında kalan yazış yollarının içine fikir beyanına, tercihlerdeki sarahate imkân veren yazılar da giriyorsa; olmazdı. Bir şairin yazmadığı hikâye, roman, tiyatro sebebiyle kayba uğradığı söylenemez. Nedir yazmadıkları sebebiyle bir şairin iflâsa sürüklenmesinin aslı? Şiirdeki “ipham” kalbin kuvvetine işaret etmiyorsa ortada şiir değil kof söz vardır. Şiir dışında neler şairi meşgul ettiyse onlar bize, o mısralı yazanın kalp atışlarındaki sahicilik bakımından bir fikir verir. İşte bu gerekçelerle, sarih tercihleri olmadığı, hiçbir fikir beyan etmedikleri halde yazdıklarına şiir adı verilmesini isteyenleri ve onların isteklerini haklı bulanları iflah olmaz kalpazanlar saymamız gerekiyor. Saymasak olmaz mı? Kalpazanlar arasında kendimize keyif çatacak bir yer açmak istiyorsak saymayalım.
Enkaz… Nedir enkaz? Müslümanların arz üzerinde istikamet üzere yürüyüşlerinin en şedit maniası olagelmiş enkaz neden, nelerden müteşekkildir? Müslümanlığı arz üzerinde mer’i kılan şeyin aynı zamanda Müslüman kimliği gayri-Müslim kimlikten ayıran şey olduğunu reddetmenin getirdiği maddi ve ruhi yıkım İslâm tarihi boyunca karşımıza çıkan enkaz olarak teşhis edilebilir. Tarihte ve hassaten Müslümanların zamanı ve vakti hemhal kıldığı İslâm tarihinde İslâm’ın dinlerden bir din olmadığı, Allah katındaki yegâne din olduğunu Türklük bizzat sahneye çıkarak apaçık anlatmıştır. Tarihe bakan herkes biz Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanlarla hiçbir asırda aynı tarafta mekân tutmadığını, aynı kümede, sözümona semavi dinlerin teşkil ettiği küme içinde yer almadığını görebilir.
Savaş alanı ve barış masası. Bu ikisinin şartlarının birbirine uymadığını herkes bilir. Dikkat gerektiren durum odur ki, biz Türkler barış masasında İstiklâl Harbi kazanmış bir millet değiliz. Bilakis, Batum’u ve Batı Trakya’yı barış masasında kaybetmiş bir milletiz. Biz o milletiz, kalbinden İstiklâl Harbi’ni kazanan orduyu doğuran, o orduya ithaf edilen İstiklâl Marşı’nı, kalbinden doğuran millet biziz. Türkiye’de bir ikinci millet yok.
Allah nasıl Türklerin diğer milletlerden olan bariz üstünlüğüne bilhassa Hıristiyan takviminin 24-26 Ekim 1596 günlerinde cereyan eden Haçova Meydan Muharebesi’nde teberrüken işaret etmiş idiyse; aynı Allah XXI. Hıristiyan asrının 2007. senesinde de Türkiye’nin ve Türklerin hem AKP yobazlığından ve hem de AKP yobazlarından kurtulmasına vesile olacağı iradesiyle İstiklâl Marşı Derneği’ni yaratarak beni, ben İsmet Özel’i bu derneğin başına getirdi. AKP’ye niçin yobaz demekteyim? Bu sualin cevabına Millî Selâmet Partisi’ne Millî Melâmet Partisi adını takan Necip Fazıl Kısakürek vasıtasıyla ulaşmayı teklif ediyorum. Necip Fazıl’ın kimin yobaz olduğuna dair izahatı şöyleydi: “Adama yarın yeşil elbisesini giydiği takdirde öleceğini bildirdiğiniz zaman o size cevap olarak, böyle şeylerin cereyan etmeyeceğini ve size bu tarz sözleri bâtıl itikadın söylettiğini iddia eder.
Türk değilim demenin suç mu, günah mı, cürüm mü, kabahat mi olduğunu anlamağa çalışırken Türküm demenin de bir marifet olmadığına akıl erdirmek gerek. Ne dersek diyelim özümüzü sözümüze katmağa lâyık olmamız gerekiyor. Bu meyanda elbet Türklüğe liyakat mümkündür. Bu da ancak insanın kendindeki aceleci, cimri, nankör hususiyetleri fark edip ıslah olma istikametinde yön tutuşuyla mümkündür. Tarihin bir çağında bu yön tutma saikiyle Türk olunduğunu anlamak dünyaya zebun olmaktan kurtuluşa, eşyayı süslü ve parlak görmekten vazgeçmeğe methaldir.
Yıllar yılı, bu en az yarım asır demektir, önce yoldaş, sonra yol fikrine tâbi olarak yaşadım. İnsan kıyafetinde yaratılmak dünyaya uğrayışı bir sebebe bağlıyordu. Ait olduğum yere ilişkin bir hedef mutlaka, mensup olduğum millet içinden bu hedefe varmak isteyen benden başka biri mutlaka olsa gerekti. Dünyaya uğratılışımızın çıkış yolunu Türkiye namına mümkün kılan şartlar öyle icap ettirdiği için önce sosyalistmiş gibi yapan solcular, bilahare Müslümanmış gibi yapan sağcılar arasından bir (hiç olmazsa bir) yol arkadaşı aradım. Arayışım kısa zamanda bana bir ad sağladı. Bunun üzerine benim bir şey arıyor görüntüsü verişimden istifade etmek isteyenler çıktı. Başında anlamamıştım; ama hepsi dünyanın kurulu düzeninden beklentisi olan kimselerden ibaretmiş. Piyasanın sunduğu kârın peşindeydiler. Eğer benim gayem de herkes gibi bir iş çevirmek idiyse hasılattan kendilerine pay düşsün istiyorlardı. Gençlik günlerimden itibaren yanıma yaklaşan herkesin neyin peşinde olduğuna şahit olmama yetecek ömrü Allah bana verdi. Bütün hayal kırıklığıma rağmen ve bir ayağım çukurdayken yine de bir şeyler demek isterdim… Şimdiye kadar bir şey diyebildim mi? Şu anda diyebiliyor muyum? İleriki safhada deme fırsatım olacak mı?
Modernlik dünyada bulunup bulunmadığımız hususunda şüpheye düşmemizle başlar. Modern düşüncenin fitilini ateşleyen Descartes şüpheyi ortadan kaldıran kişinin adı olarak bilinir. Onun verdiği cogito ergo sum hükmü hayatımızı müşahhas hale getirdi. Müşahhas demek şahıs haline girmiş demek.
Yerküre ufkundaki bağımsız Kürdistan kimlerin yüksek müsaadeleriyle kuruluyor? Bu sualin cevabını umursamayanlar kapitalizmin global çağında vukuata vaziyet edecek bir otoritenin tesis edilmesini ve dolayısıyla anarşiye meydan vermeyecek bir hiyerarşinin yürürlükte kalmasını tabiî kabul edenlerdir. Onların kafasını meşgul eden sual “Amerika bu işe müsaade eder mi?” veya “Amerika bu işin ne kadarına müsaade eder?” sualidir. Bir kontrol mekanizmasının kaçınılmaz ve giderek zaruri olduğuna inananlara Türkiye’deki Amerika iki perspektif sunuyor: Hayata soldan bakanlar Amerika’nın Türkiye ile ilgili aldığı kararların Avrupa ülkelerine tahsis edilen yere uygun şekilde alınmasını bekliyor.


