TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ? (V)

Enkaz… Nedir enkaz? Müslümanların arz üzerinde istikamet üzere yürüyüşlerinin en şedit maniası olagelmiş enkaz neden, nelerden müteşekkildir? Müslümanlığı arz üzerinde mer’i kılan şeyin aynı zamanda Müslüman kimliği gayri-Müslim kimlikten ayıran şey olduğunu reddetmenin getirdiği maddi ve ruhi yıkım İslâm tarihi boyunca karşımıza çıkan enkaz olarak teşhis edilebilir. Tarihte ve hassaten Müslümanların zamanı ve vakti hemhal kıldığı İslâm tarihinde İslâm’ın dinlerden bir din olmadığı, Allah katındaki yegâne din olduğunu Türklük bizzat sahneye çıkarak apaçık anlatmıştır. Tarihe bakan herkes biz Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanlarla hiçbir asırda aynı tarafta mekân tutmadığını, aynı kümede, sözümona semavi dinlerin teşkil ettiği küme içinde yer almadığını görebilir. Ne var ki her anlamda asrilik (modernlik) bu hususta körlüğü zaruret haline soktu. Çünkü asrilikle beraber hiçbir dini diğerinden ayırmayıp aynı zemine oturtma kategorisi doğdu. Bu da yetmezmiş gibi, birilerine her dine dışından bakabilme, her dini pozitivist ölçüye maruz bırakma ehliyeti tanındı. Yani din konusunda modern bir bakış açısına sahip olmak mümkün değildir. Aklen modernleşen dine bakamaz. Türkiye’de “Dünya nereye gidiyorsa biz de oraya gidiyoruz” denilmesinin hikâyesinin aslı budur.

Sahih haber almağı bilenler aynı hikâyenin; ama başka bir hikâyenin dâhilinde yaşama şanını seçmiş olanlardır. Zikrine meylettiğimiz bu hikâyenin içine bir kez duhuliye ödenerek girildi mi bir daha çıkmak yoktur. Şöyle düşünün: Bir sevgiyi bırakıp gidenleri o sevgiyi hiç başlatmamış olanlar saymalıyız. Nasıl olur, diyeceksiniz; madem hiç başlamadı, o halde o şahıs neyi, nasıl terk edebiliyor? İşin sırrı işte burada. İçten pazarlıklının sevgisi hiç doğmayacaktır; ama görülebilen pazarlık sebebiyle yaralanan biri vardır. Nasılsa haberdar olanlar çıkmış ve vaziyete hâkim olmuşlarsa bu hadise münfail olanların marifetinden ibaret sayılmalıdır. Bu sebep dolayısıyla haber almağı kim bildiyse hep bir enkaz yığını ile meşgul olmak zorunda bırakıldı. Yaralıyız. Hilkati nimet bilmekle yaralandık. Yaramızı modernliğin gölgelemesiyle göremeyişimiz yüzünden yaratıldığımızın ve hususen ne için yaratıldığımızın ilgi sahamız dışında tutuluşu bizi cinnet sınırına sürüklemiyor. İlgi sahamızın içinde yalnızca büyüme ve enflasyon var. Hayır demek, Türk her şeye rağmen olduğumuzu ikrar etmek bize unutturuldu. Adını dünya şartlarının gerektirdiği Müslümanlık diye anabileceğimiz bir algılama tavrıyla alış verişe icbar edilişimize isyan etmiyoruz veya edemiyoruz. Bize reva görülen muamelenin işte tam burasında Türk değilim diyen herkes suç işliyor. Zira asrileşme ile beraber asriliği (hangi mazeretle olursa olsun) sahiplenenlerin uydurduğu Şark Meselesi onların hükümranlığı için bir idame-i hayat haline gelmiş oluyor. Galata bankerlerinin hiçbiri artık Türkiye’de yaşamıyor. Yerlerine birilerini bıraktılar mı? Bıraktılarsa, kimleri? Bırakmadılarsa, gidip hangi şebekeye eklemlendiler? Türkiye’de haklılık kendine Allah’ın indirdiği haricinde bir yuva kurdu. Bu yuvada ne yapılırsa yapılsın sadece suç işlenmiş oldu.

Müslümanlığı günü birlik menfaatlerinin bahanesi şekline sokmuş olanlar Türk değilim dedikleri zaman günaha giriyor. Zira Türk olmamak Kâbe’si elinden alınmış olanların başına gelen her felâketten kâr etme yolunu tutmaktır. Eğer Türkleri Mekke ve Medine’yi teslim etmeme asaletinde yalnız ve savunmasız bırakanlar olmasaydı Dünya Sistemi 1929 Hristiyan yılından altı yıl önce 1923’te çöküşe varan bir bunalıma girecekti. Birileri Türk değilim diyerek sistem, düzen, irtibatlar zinciri olarak küfrün bir hayat öpücüğünden istifade etmesini sağladı. Ekonomik liberalizm Türk olmamanın ekmeğine yağ sürdü.

Türküm diyenlerin Türk milletini medeniyet vasıtalarıyla körleştirme, sağırlaştırma, bütün kendine mahsus hissiyattan mahrum, çolak, kötürüm bırakma faaliyetleri devam ederken Türk değilim diyenler mücrim durumuna düştü. Cürüm Türk milletinin ufkunu karartma cürmüydü. Bizi millet yapan her şey hor görüldü. Türk değilim diyenler, bu söyledikleriyle her Türkün bir adım ilerisinde bulunduklarını ifade etmiş oldu. Zira Türk olmamanın müşterisi hazırdı. Türk olmak alıcısız kalmaktı.

 Kabahat hangi dine mensup olduğunu anlamaktan âciz kalanlardadır. Bunlar Türküm deseler de, demeseler de kabahatlidirler. Bunlar cenneti özleme hassasından mahrum bırakılmış, nimet diye dünya sürgününün tadını çıkarmağı bilenlerdir. Günah çıkarmak, duvar önünde ağlamak bunlara mahsustur. Kıymetli saydıkları her şeye el koyar, ondan istifadeyi yakınlarına bile çok görürler. Dünya nimeti saydıkları şeyler uğruna şeytanlaşabildikleri kadar şeytanlaşırlar. Şeytanlaşma gücünü ele geçiremediklerinde ise İblis’in bariz varlığıyla uzlaşmanın kârına talip olurlar.

İnfak ve Cihat… Yanına bu ikisini almadıysan tembel talebenin dersten döndüğü gibi Cennet’in kapısından dönersin.

 

İsmet Özel, 26 Eylül 2014

İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.

 

AMERİKAN MASKARALIĞINDAN “MİLLÎ İRADE” ÇIKARTMACA YA DA YAYIKTA AYRAN KABARTMACA

İstiklâl Marşı ve derneği Türkiye aleyhine üretilen her tür pislikten berîdir. Türkiye kıstağından Türkeli'ne çıkışa, halk kalmaktan millet olmağa terfie mani hiç bir cürme ortak değildir. Bile-isteye Türk olmayan, Türklüğe can atmayan, Türklüğünü ciddiye almayan herkes bugün –nazikçe söyleyelim- kirlenmiş hâliyle orta malıdır. Türklüğün yalın ve temiz hakikatine sırt çevirmek kirlenmenin ilk ve yeter şartı olmuştur.

GELE GELE GELDİK BİR KARA TAŞA

O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım 

İçinden geçirildiğimiz karantinalı günlerin kırkı çıktığına göre üzerine konuşabilir, gücümüz yettiğince adını koyabiliriz. Kâfirlerin cenneti, Mü’minlerin zindanı bu dünyada cereyan eden katakulli, düzenbazlık, dolandırıcılık ve yalanların aslını öğrenmek bunların hiçbir etki uyandırmayacağı zamanlara kalır.

TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ?(II)

Yerküre ufkundaki bağımsız Kürdistan kimlerin yüksek müsaadeleriyle kuruluyor? Bu sualin cevabını umursamayanlar kapitalizmin global çağında vukuata vaziyet edecek bir otoritenin tesis edilmesini ve dolayısıyla anarşiye meydan vermeyecek bir hiyerarşinin yürürlükte kalmasını tabiî kabul edenlerdir. Onların kafasını meşgul eden sual “Amerika bu işe müsaade eder mi?” veya “Amerika bu işin ne kadarına müsaade eder?” sualidir. Bir kontrol mekanizmasının kaçınılmaz ve giderek zaruri olduğuna inananlara Türkiye’deki Amerika iki perspektif sunuyor: Hayata soldan bakanlar Amerika’nın Türkiye ile ilgili aldığı kararların Avrupa ülkelerine tahsis edilen yere uygun şekilde alınmasını bekliyor.

ÖLEN ÖLDÜ KALAN SAĞLAR HÂİNDİR

Elinizde tuttuğunuz cerîde için İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı İsmet Özel’den yazı istediler. Ne yapılabilir? Şimdiye kadar (Kaçıncı ‘şimdi’dir bu!) yayın alanına sürdüğüm şeylerin hiçbiri âniden zihnimde çakıp da kâğıda döktüğüm şeyler olmadı. Bir sütunu haftanın yedi günü doldurmak zorunda kaldığım dönemlerdeki gazete yazılarım da bu hesaba dâhildir. Yazmanın bir cüretkârlık olduğuna başından beri inandığım için yazarken neye cüret ettiğimi düşünmenin içime saldığı tedirginlik üzerimden hiç kalkmadı. Ben bu baskı altında her satırı kemal-i ciddiyetle, hangi sözlerin nereye varacağının hesabını ihmal etmeden yazdım. Başkalarının alelusul yaptığını bir türlü, çok istediysem de yapamadım: Bir yazıyı “şişirivermeyi” beceremedim. Bigânelik bana göre değilmiş. Kaderim bu.

Türkiye'nin Önü Manialarla Doldurulmuştur

Doğumumuzu “dünyaya gelmek” mastarıyla dile getirmemize imkân sağlayan bir lisan Türk Milleti’ne ihsan edildi. Böylelikle dünyaya başka bir yerden gönderilmiş olduğumuzu dile getirebiliyoruz. “Dile getirmek” mastarıyla tekellüm edişimiz ise bizde evvelen doğmuş / dünyaya gelmiş olan bir meramın kelâma kavuşmasına işaret ediyor. Hidayet Rehberi  Kur’ân-ı Kerim menşeli bir lisan olarak Türkçe, sadece bedenimizin değil, amellerimizin de yaratılmış olduğunu bize hatırlatıyor.
 
İstiklâl Marşı Derneği üyeleri olarak bir sebebe istinaden dünyaya “gönderilmiş” olduğumuzu biliyor, o sebebin “dile getirilmesi” vesilelerini de birer hediye olarak görüyoruz. Genel Başkanımız İsmet Özel ile, dünyanın ahvalinden ayrı düşünemediğimiz Türkiye’nin ahvalini ve kendi halimizi konuşmayı hediyeleşmek kadar değerli görüyoruz. Mülaki oluyoruz. 
 
12.11.2011 tarihinde İstanbul Şubemizde, üyelerimizin huzurunda gerçekleştirilen ilk mülakatımızı aşağıdaki satırlarda okuyabilirsiniz.

PERGELİN YAZMAZ SİVRİ UCU

Modernlik dünyada bulunup bulunmadığımız hususunda şüpheye düşmemizle başlar. Modern düşüncenin fitilini ateşleyen Descartes şüpheyi ortadan kaldıran kişinin adı olarak bilinir. Onun verdiği cogito ergo sum hükmü hayatımızı müşahhas hale getirdi. Müşahhas demek şahıs haline girmiş demek.

Türk Olmak İçin

Şu İstiklâl Marşı Derneği ortaya hiç çıkmamış olsa olmaz mıydı?  Başka iş mi kalmadı uğraşılacak? Sualleri biraz daha özele indirgeyelim: Hayatımı verdim; şiirimi aldım diyen biri, şiir dışında kalan diğer yazış yollarından hiç birine uğramasa olmaz mıydı? Eğer şiir dışında kalan yazış yolları derken sadece hikâye, roman, tiyatro gibi sanat uğraşılarına zemin hazırlayanları kast ediyorsak, olurdu; ama şiir dışında kalan yazış yollarının içine fikir beyanına, tercihlerdeki sarahate imkân veren yazılar da giriyorsa;  olmazdı. Bir şairin yazmadığı hikâye, roman, tiyatro sebebiyle kayba uğradığı söylenemez.  Nedir yazmadıkları sebebiyle bir şairin iflâsa sürüklenmesinin aslı?  Şiirdeki “ipham” kalbin kuvvetine işaret etmiyorsa ortada şiir değil kof söz vardır. Şiir dışında neler şairi meşgul ettiyse onlar bize, o mısralı yazanın kalp atışlarındaki sahicilik bakımından bir fikir verir.  İşte bu gerekçelerle, sarih tercihleri olmadığı, hiçbir fikir beyan etmedikleri halde yazdıklarına şiir adı verilmesini isteyenleri ve onların isteklerini haklı bulanları iflah olmaz kalpazanlar saymamız gerekiyor.  Saymasak olmaz mı? Kalpazanlar arasında kendimize keyif çatacak bir yer açmak istiyorsak saymayalım.

Öteden Beriden Nifak

Geniş bir sahaya kavuşmak için dar bir kapıdan geçmek gerekiyor idiyse, Allah’a binlerce şükürler olsun ki, biz o dar kapıdan geçtik. Kimler geçti? Biz kimleriz? Şu anda sayımız kaç kişiyi bulmuştur? Ne kadar heveslendik ve giderek heyecanlandıysak da, bu soruların açık ve seçik cevabını henüz ele geçiremedik. Ne kadar gayret ettiysek de, otu itin önünden çekip, atın önüne getiremedik. Çünkü hâla bazı itler otla ve samanla, kullanılmış plastik torbalarla karınlarını tıka basa doyurmanın kendilerini gürbüzleştireceği hülyasındadırlar, bazı atlar dişlerinin arasında tuttukları, dumanı üstünde külbastı sebebiyle sinirlenerek hâlâ kişnemektedir. Bu vaziyete duçar oluşumuzun birçok sebebi var. Sebeplerin ilki, İstiklâl Marşı Derneği’nin daha hukuki bir varlık kazanmadan bir provokasyona maruz bırakılışıdır. Dernek kuruluşu istikametinde, ilk adım atılırken, bu yeni oluşuma saklı tutulması gereken bir maksat musallat edilmek istendi. Sebebin de sebebi var: Türkiye’de veya modernliğin hüküm ferma olduğu dünyanın herhangi bir yerinde, içinde yaşadığınız toplumun (daha doğru bir ifade “topluluğun” olsa gerek) tamamını ilgilendiren bir işe el atmışsanız, eliniz, o toplumda dönen dolaplardan biriyle senkronu yakalayamadığı takdirde yanar.