İLAHİ’DEN MARŞA

Okul başlıyor. Çok heyecanlıyım. Annem beni akşamdan yıkadı. Sabah erkenden en iyi elbiselerimi giyindim. Ebe'anımın Hamdi geldi sabahleyin, birlikte gidecektik okula. Annem beni kucaklayıp öptü. Gözleri doldu. Ben sevinç içinde uçuyordum, ama korkulu bir sevinç... Okul eve yakın olduğu için öğle yemeğine eve gelecektim.

Okula gittik. Birçok çocuk... Hiç bu kadar kalabalık çocuk karşısında bulunmamışım. O çocuk kalabalığı içine girince, eski arkadaşlarını bulan Hamdi de beni bırakıverdi. Korkuyla onu aradım, bulamadım. Okulun önündeki duvarsız alandaydık. Bir uğultu, bir gürültü… Kendimi bir büyük adam gibi görmeye alıştırılmıştım. Bu yaramaz, şamatacı öğrencilerle değil, ağırbaşlı öğretmenlere denk görüyorum kendimi.

Bu yabancılaşma, bu yadırgayış içinde şaşkın dururken, kafamın arkasına taş gibi sert bir şey iki kere vurdu. Dönüp baktım, çocuklar gülüşüyorlar. Bunun ne olduğunu sonradan öğrendim. Çocuklar elini yumruk yapar, önce başparmağını, sonra hızla, geri kalan yumulu dört parmağını, arkadaşlarının kafasına vururlar, bu bir şakadır. (Galiba bunun adı “Madik Atma"dır.)

Bana bir çocuk madik atmıştı. Sıyrılıp kalabalığın arasına karıştım.

Az şaşı bir adam çıktı, okul kapısının önüne: “Terbiye-i bedeniye ve musiki muallimi” Kâzım Bey…

— Sıraya sıraya!.. Herkes sınıflarına ayrılsın!.. Sıraya girin!..

Ben de girdim sıraya.

Kâzım Bey,

— İstiklâl Marşı söyleyeceğiz! dedi.

“İstiklâl Marşı” sözünü bile ilk duyuyordum. Tekkedeki ilahi'lerden, okuldaki marşa gelmiştim.

Öbür çocuklar, önceki yıllardan biliyorlardı İstiklâl Marşını söylemeyi.

Kâzım Bey, iki elini açıp havaya kaldırdı. Bir elinde değnek vardı. İstiklâl Marşı başladı:

“Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak..”

O zaman İstiklâl Marşının bestesi, şimdiki gibi değildi, ağır tempoluydu. Hep bir ağızdan İstiklâl Marşı söylendi. Ayıp olmasın, bilmediğim anlaşılmasın diye ben de söylermiş gibi yaptım.

—  Haydi dershanelere!..

Üçüncü sınıf. Dershanede sıralar, üç sıra dizilmiş geriye doğru. Boy sırasına göre, beni ortadaki sıraların önden ikincisine oturttular; aynı sırada solumda başka bir çocuk...

Aziz Nesin, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez-Otobiyografi, Düşün Yayınevi-1966,  s. 252-253

HİÇBİR ŞAİR İSTİKLÂL MARŞI VE ÇANAKKALE TASVİRİNİN EŞİNİ DEĞİL BİR PARÇA BENZERİNİ YAZAMAMIŞTIR

Denilebilir ki, senelerden beri memleketin geçirdiği felaketlere hiçbir şair onun kadar cân u yürekten ağlamamıştır. Hatta hiçbir şair, İstiklâl Marşı ile Çanakkale tasvirinin eşini değil, bir parça benzerini yazamamıştır.

"Bu ezanlar ki şahâdetleri dinin temeli"

Bir Okuyucudan: 
 
Bu ezanlar ki şahâdetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli

İstiklâl Marşı'nın ilk mısraındaki müjde, orada dövüşen kahramanlar için değil...

Mısır’a gidişini ne mânâsız şeylere verdiler. Şapkadan ürktüğünü söylediler...

"Hiçbir İslâm ülkesinin millî marşı, Türk'ün İstiklâl Marşı kadar güzel değil."

Araştırma yapanlar söylüyorlar: "Bütün İslâm ülkeleri içinde en güzel İstiklâl Marşı, bizim istiklâl marşımız" diyorlar.

Bize lazım olan yalnız (istiklâl) değil, istiklâl mefhûmunu ifâde eden bir (millî marş)tır.

Malûm olan İstiklâl Marşı, bir İstiklâl Marşı değildir. Basit bir hamâsiyât türküsüdür. Üç metre boyunda mısralarla tagannî edilecek bir İstiklâl Marşı arzın beş kıtasında aransa bulunmaz

Hicran Göze - Mehmet Akif / Hüzünlü Bir Yolculuk; "Başımızdaki adamı kim görse inanırdı." (!)

İşte öğle ezanı da okunuyordu. 1932 senesinden beri devam eden bir mecbûriyetle tabii Türkçe olarak...

İstiklal marşı, bir kere marş olarak yazılmamıştır...

Bir millî marşa olan ihtiyacımız etrafında yaptığımız neşriyat, şehrimiz musiki âleminde ve Darülfünun muhitinde derin akisler uyandırmıştır.