Milli tasarruf hareketi halkın yüreğinde akisler uyandırmağa başladı. Anadolunun şurasından burasından, sadelikleri ve tabiîlikleriyle insanın gözlerini yaşartan destanlar, türküler ve koşmalar geliyor. Bunlar bütün eşleri gibi her türlü sanat ve marifet cilalarından aridir. Hattâ, bazı tarafları o kadar bozuk düzen, o kadar çocukçadır ki insanı güldürebilir. Fakat, bu en gülünç parçalarda bile Yunus Emre'nin ulvî safiyetinden bir şemme var. Bu şemme içinde manto, moda, şampanya ve iskarpin gibi müptezel ve baya kelimeler dahi kulağa hoş geliyor. Şu İstanbul'un bazı romancılarında olduğu gibi ruha azap vermiyor.
Bir kadın mantosu binlerce lira,
Elbette dayanmaz buna hiç para,
Hangi servetine behey budala,
Bir gün olacaksın sersem perişan.
Sivri iskarpin, ipekli çorap,
Her gece içersin şampanya şarap
…
…
Türkiyede halk şairleri daima devirlerinin heyecanlarını ifade etmişlerdir. Fakat, bu, eski devirlerin bazı dalkavuk saray şairlerinde, yeni devirlerin bazı politikacı kalem sahiplerinde olduğu gibi ısmarlama bir uysallık eseri değil doğrudan doğruya milli şuurun derinliklerinden çıkan duyguların yankısıdır. Onun içindir ki, bazı suni cereyanların, resmî ve konvansiyonel hareketlerin halk edebiyatında izi bulunmaz. Hattâ, çok defa, resmi ve konvansiyonel gidişin tamamiyle zıttına bir istikamet alır. Kırım muharebesi esnasında klasik şairler nefiyane kasidelerini şişirirlerken halkın bağrından şu yanık ses duyulur:
Ey gaziler yol göründü gene garip serime
O muazzam Çanakkale destanından İttihad ve Terakki muharrirleri tantanalı ve şatafatlı şeyler çıkarmağa uğraşırken (Ah, gençliğim, eyvah ) nakaratlı halk türküsü hepsinin elini derin bir hüzün raşesiyle titretir.
İstiklâl marşını yapan şair (Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl) tarzında yani kendi diliyle konuşurken Anadolu kasabalarının dolambaçlı sokaklarından, halis bir Anadolu bestesiyle, tiz ve canhıraş, şu feryat yükselir:
Ankara'nın taşına bak
Gözlerimin yaşına bak
Biz Yunana esir olduk
Şu Allah’ın işine bak
Türk intelektüeli, sahte, cılız ve “çorak” bir âlem içinde, bu âlem kadar sahte, cılız ve çorak bir dille, aldatan kadının, aldatılmış kızın, dar ihtiraslar içinde çırpınan delikanlının, züppe şehir beyinin psikolojisiyle meşgulken, engin deniz gibi uzak, engin deniz gibi yakın halk binbir türlü sesle derin ve nihayetsiz istiraplarını terennüm ediyor. Ve sesler tıpkı denizin sesleri gibi beyhude yere havalarda dağılıp kayboluyor. Halbuki, bunlar, asıl hakiki ve büyük millet edebiyatının kendi kendine topraktan fışkıran tabiî ve halis malzemeleridir. Lâkin, Türk inteluktüeli bu geniş hazineyi bırakıp kendi yazı odasının çıplak duvarlarından hakikat ve güzellik usaresi çıkarmağa uğraşır. Ve kafasını iki elleri arasında bir kurumuş limon gibi sıkar, sıkar.
İşte, kim bilir, kaç yıl, kim bilir kaç asır var ki bu kafa, bu ellerin arasında sıkılıp durmadadır. Daima boş yere mi? Hayır, bazan bir damla, tek bir damla akıyor. Ve o damlada, kafanın sahibi, kendi varlığının hendesesini seyrediyor. Minicik fert minyatürü!.. En kuvvetli lupla bakılsa bile ne olduğu anlaşılamıyacak. Onun için, bu şey kendi kendini bir muamma sanır. Başkalarına da bu zannı vermeğe çalışır.
Hem kendini, hem âlemi aldatan bu gözbağcısı, ancak, halk dediğimiz büyük kitlenin bir cüzü olduğunu hissettiği gündür ki, kuru kafasını avuçları kanayıncaya kadar sıkmaktan kurtulacaktır. Yıllardan beri bir türlü bulup ifade edemediği hakikati onda keşfedecek; söyleyemediği dili ondan öğrenecektir. Türk intelektüeli ile halk arasında ne mukadderat, ne sınıf, ne de irfan farkı vardır. Halkın istiraplarıyla bizim istiraplarımızın sebebi, menşei ve mahiyeti birdir. Ayni iktisadi ve içtimaî kanunlar bizim üstümüzde hükmünü sürüyor. İşte, Türk intelektūelinin kabul ve tasdik etmediği şey halkla kendi arasındaki bu eşliktir. Başdöndürücü bir gurur ona hep göklerde uçuyorum hissini veriyor. Türk intelektüeli, gerçi gökler de uçuyor. Fakat, sabun köpüğünden bir balon gibi...
Yakup Kadri, Kadro Dergisi, 1 Şubat 1932, s.26-28

İdris Küçükömer - Düzenin Yabancılaşması - Batılaşma
Daha sonra birikim ve geniş pazar, sanayi devrimini getirdi. Bu bir yandan makineli ve kitle halinde üretim ve öte yandan da işçi sınıfının bir gecikme ile büyümesi demekti.
İstiklâl Marşı hakkında Dahiliye Vekilliğinin tamimi
Öğrendiğimize göre usul dairesinde müracaat ve mezuniyet istihsal edilmeden yapılan içtimalarda zabıtayı...
Halefsiz Şair
İki gündür Mehmed Âkif'in hâtırasını kucaklıyan ve başının üstüne çıkaran Üniversite gençliği...
Millî marş hakkında iki mütalea daha!
Bugün, resmen milli marş olarak teganni edilen İstiklâl marşının güftesinde milletimizin bugünkü umdelerine çok aykırı düşen yerler vardır.
Ben İstiklâl Marşı’nı anlatırken, o devrin, dine diyânete, millete milliyete, ahlâka âdâba aykırı düşen durumlarını ve dolayısıyla çocuklara verilmesi gereken din diyânet, millet milliyet terbiyesini İstiklâl Marşı içinde işleyerek verirdim. O devrin müfredatı bu değerleri vermeye müsait değildi!
Millet, Türk milleti, başına üşürülen demir, ateş yağmuru içinde usanmadan, ümit kesmeden, geleceğini böyle görüyor, ona böyle inanıyordu.
Londra Konferansı'nda millicilerin prestijini, kredisini kırmak için, millicilere Sevr Antlaşınası'nı asgari değişikliklerle kabul ettirmek için Yunanlılar Büyük Millet Meclisi'nin muntazam ordularına İnönü'nde bir taarruzda daha bulundular.
"Bu ezanlar ki şahâdetleri dinin temeli"
FİKRET’İN AZİZ HATIRASI
Fikri kavmiyeti telin ediyor Peygamber, diye bar bar bağıran Akifi milliyetperver bir adam sayıyorlar...


