ALFABE DEĞİL ELİFBA

Türk Devletleri Teşkilatı çatısı altında kurulan Türk Dünyası Ortak Alfabe Komsiyonu’nun "ortak Türk alfabesi" adıyla 34 harfli bir alfabe üzerinde uzlaşmaya vardığı haberini ajanslar duyurdu. Ortak alfabenin müspet bir haber olduğunu veren bütün medya kuruluşları Sovyetler Birliği zamanında Asya'daki bütün o kavimlere Kiril alfabesinin dayatıldığından bahsediyorlar. Ve Latin temelli ortak alfabeye geçerek bir birliktelik sağlanacağını söylüyorlar. Halbuki her biri Müslüman topluluğu olan bu ülkelerden Azerbaycan’ın Sovyetler idaresine girdikten iki sene sonra 1922 Hıristiyan yılında Latin alfabesine geçmesiyle elifba birlikteliğine son verilmiştir. Meselenin aslı budur. Bir birlik varsa burada bozulmuştur.

Türkiye’de harf inkılabı yapıldıktan sonra Azerbaycan matbuatı Türkler bizim açtığımız yolda ilerliyor mealinde neşriyat da yapmış ve bazı azılı inkılapçıları kızdırmıştır. Bugün kabul edildiği söylenen ortak alfabe de dikkatli bakanlar için halihazırdaki Azerbaycan alfabesine pek yakın bir alfabedir. Azerbaycan alfabesinde q ve x harfleri kullanılıyor. Azerbaycan’dan önce Hristiyan takvimiyle 1912’de Arnavutlar Latin alfabesine geçmişti tabii. Lakin Arnavutlar konumuz değil. Harf inkılabından önce vuku bulan Azerbaycan’ın Latin alfabesine geçiş kararı karşısında kuzeydoğu sınırımızı çizen ordumuzun başında bulunan Kazım Karabekir’in İzmir İktisad Kongresi'nde bir beyanı olmuş. Beyanın tamamı bu kadar zaman boyunca örtbas edildiği için o günkü gazeteden bulup Latin harflerine çevirerek yazının sonuna koydum. Bilhassa alakalı kısım ise şöyle: Bu fikir bir zamanlar Avrupa'da herc ü merc-i mucip oldu. Bu cereyan evvela orada başladı. Bizim İslâm harflerimiz iyi değilmiş binaenaleyh Latin harfleri alınmalı imiş. Orada bazı arkadaşlarımız bu fikrin mürevvici oldular. Fakat neticede bunun felaketli olduğunu anladılar. Pişman oldular. Bu fikrin müthiş bir felaket olduğunu Arnavut kavmi de pek geç olarak anladı. Maatteessüf arz ederim ki Azerbaycan arkadaşlarımız da bu felakete bugün düştü. Bu hususta hususi olarak bizden de fikir soranlar oluyordu. Biz bunun vahametini ve bu harflerin değiştirilmesinin bugün kürre-i arz üzerinde yaşayan üçyüz elli milyon ehl-i İslâm'a ait olduğunu söyledikde onlar anlaşılmaz bir şekl-i hurufu kabul noktasına doğru yürüdüler.

Azerbaycan'ın Latin alfabesine geçmesiyle elifba müşterekliği bozulmuş akabinde Sovyetler Birliği Stalin zamanında Azerbaycan dahil bütün o “Dış Türkler” diye anılan kavimlere arada nüansları olan Kiril alfabesini mecbur tutmuştur. Bugün de hala Kırgızlar, Kazaklar ve Tacikler resmen Kiril alfabesini kullanıyor. Kazakistan'ın Latin alfabesine geçişi de aksamış görünüyor. Geçen sene Müslüman nüfus nispeti diğer “Dış Türkler”in yaşadığı ülkelere göre bariz şekilde daha az olan Kazakistan'da iç karışıklık yaşanırken bazı Ruslar Rusya'dan yardım talep etme meselesine dair şöyle demişlerdi: Acaba hangi alfabeyle yardım isteyecekler? Latin alfabesiyle mi yoksa Kiril alfabesiyle mi? Kırgızistan'ın durumu ise bambaşka. Putin Ukrayna’nın varlığını Lenin’e borçlu olduğundan fakat buna mukabil dekomünizasyon adı altında Lenin heykellerini yıktıklarından bahis açmıştı. Lenin heykelinin yıkılmadığı tek “Dış Türkler” ülkesi Kırgızistan'dır. Latin alfabesine geçmeyen bunu denemeyen ülke de Kırgızistan'dır. Onlar Lenin'in ve Kiril alfabesinin kendilerine milli benlik verdiklerini savunuyorlar. Ve mesela içlerinden bir Cengiz Aytmatov çıkardıkları için de Latin harflerine geçmek istemiyorlar. Yani Latin tabanlı ortak alfabe her bakımdan problemli. Haberlerde sunulduğu gibi değil işler. 

Lakin asıl mesele ortak elifbanın terkedilmesi meselesidir. Bütün o Asya halkları ile biz ortak dile sahip değiliz. Bize en yakın olduğu iddia edilen Azerbaycan’a bakalım. Bundan 6 sene önce Türk Dil Kurumu’nca 3 ciltlik Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü neşredildi. Sözlükte Azerbaycan Türkçesi ile 88 bin madde başı kelime var. Bu sözlüğü iki dilin ne kadar da müşterek bir varlığa sahip olduğunu göstermek kastıyla neşrettiler. Sözlüğün müellifi Seyfettin Altaylı, Bakü Avrasya Üniversitesi’nde bir akademisyen. Sözlük neşredildikten sonra Azerbaycan’da talebelerine vazife veriyor, bakın bakalım Türkçeyle telaffuz, imla ve anlam bakımından müşterek kaç kelime var diyor. Talebeler vazifeyi ifa ediyorlar. Sonuç 22 bin kelime. 88 bin kelimeden 22 bini ortak. Yani dörtte bir. Tabii bu da müşterekliğin öne çıkmasını isteyenlerce hazırlanmış ve tasnif edilmiş bir sözlük. Başka niyetle hazırlansa ve tasnif edilse bu netice dörtte biri dahi bulmayabilir. Zaten sözlüğün müellifi bu dörtte bir nispetinde müşterekliğin iki başka dilin varlığına delil olduğunu söylüyor. Ayrıca dil kelimelerden ibaret değil. Mesela aynı müellifin Azerbaycan Türkçesi Deyimler Sözlüğü kitabı da var. Tabirler ve deyimler işin içine girdiği zaman lügatteki dörtte bir nispetindeki müştereklik kırkta biri bile bulmuyor.

Bütün o kavimlerle biz Türklerin müşterek noktası elifbamız idi. Gören gözler için hâlâ da öyledir. Türk Devletleri Teşkilatı eğer o teşkilat içinde yer alan ülkelerin halkları lehine bir faaliyetin içinde olacaksa ortak alfabeden değil ortak elifbadan bahis açmaları gerekir. Bizim "Dış Türkler" ile dil bakımından müşterekliğimiz öztürkçe diye bilinen kelimelerin çok ötesinde elifba ve Kur’an-ı Kerim dolayısıyla Arapça asıllı kelimeler sayesinde vardır. Ortak alfabe kararı alan teşkilatın isminin hikayesi bunun çok bariz bir misalidir. Bu teşkilat daha önce Türkçe Konuşan Ülkeler Zirvesi adıyla faaliyet yürütüyordu. "Dış Türkler" bu ismi beğenmediler, değiştirilmesini talep ettiler. Sebebi de şuydu: Biz konuşmuyoruz, danışıyoruz dediler. Yani bizim “öztürkçe” konuşmak dediğimiz kelime onlarda danışmak kelimesine tekabül ediyor. Danışmak ise bizim için başka bir anlam ifade ediyor. Dolayısıyla ortaklık adına teşkilatın adı değiştirildi. Türkçe Konuşan Ülkeler ismi gitti Türk Devletleri Teşkilatı ismi geldi. Bu isimde uzlaşılabildi çünkü devlet kelimesinin de teşkilat kelimesinin de aslı Arapçadır. 

Elifbamızın elimizden alınması ve buna bağlı olarak öztürkçeleştirme faaliyeti de "Dış Türkler"le münasebetimizi bozan ikinci amildir. Bir Azerbaycan Türkçesi lügatine bakarsanız bizim uydurukça kelimelerimizin yerine Arapça asıllı kelimeler kullandıklarını görürsünüz. Mesela neden demezler sebep derler, koşul demezler şart derler, hegemon kelimesinden bozma ama öztürkçe olduğu iddia edilen egemen kelimesini kullanmazlar ya doğrudan hegemon derler yahut gene Arapça asıllı hükümran kelimesini kullanırlar, yapıt kelimesini değil Arapça asıllı eser kelimesini tercih ederler, öneri gibi uydurma bir kelimeyi değil teklif kelimesini kullanırlar, kişisel demezler şahsi derler, içerik demezler bunun yerine mahiyeti de kullanmazlar ama gene Arapça asıllı mazmun kelimesini kullanırlar. Misalleri çoğaltmak mümkün. Yani Türkiye’de yaşayan insanlar önce "Dış Türkler"in sahip oldukları dillerden başka bir dile sahip olduklarının farkına varmalı ve kendi dillerinin başına neler getirildiğini görmeli. Bu, "Dış Türkler" ile münasebetlerde müspet sonuç almanın da ilk şartıdır. Türkçenin başına gelen en kötü şey elifbamızın elimizden alınmasıdır. Akabinde buna bağlı olarak öztürkçeleştirme adı altında Türk diline İslâm düşmanlığının bir tezahürü olarak çok büyük kötülükler yapılmıştır. Bütün bunlara karşı yapılacak şey de gizli saklı değildir: Yazımızı geri almak. Türk varlığı ve Türkçenin istikbali hususunda endişe duyan ve "Dış Türkler" ile münasebeti ehemmiyetli bulan insanlar varsa ve bunlar sahtekâr değilse başlanacak yer bellidir.

Not: Aşağıda Kazım Karabekir’in 1923 yılında Latin harfleri ve Türk yazısı hakkındaki beyanının tamamını bulacaksınız. Türk yazısı aleyhine yürütülen propagandanın bir gayrimüslim komplosu olduğunu dillendirmesi de ayrıca zikre şayandır:

Gökhan Göbel, 13 Cemaziyelevvel 1446 (15 Kasım 2024)


İktisat Kongresinde

Memleketin İktisat İşleri ve Latin Hurufatı Hakkında Cereyan Eden Müzakerat

Kazım Karabekir Paşanın Beyanatı:

Latin Hurufatının Kabulü Meselesi

İktisat kongresinin dünkü içtimaı nihayetinde Latin hurufunun kabulu hakkında riyasete bir takrir verilmiştir. İktisat Kongresinden ziyade maarifi alakadar ettiğinden dolayı mezkur takrir mevki-i müzakerete vaz' edilerek yalnız tecrübe ve tedkikat hususuna istinaden Kazım Karabekir Paşa hazretleri bu münasebetle beyanat-ı atiyede bulunmuştur: 

Bu mesele maarife taalluk ettiği için bizim kongremizin işgal edeceği mesailin haricindedir. Fakat çok zamandan beri bu mesele ortaya atılmaktadır. Bendeniz de bunun sonuna kadar uğraşacağım için müsaadenizle birkaç söz söyleyeyim. Bu fikir bir zamanlar Avrupa'da herc ü merc-i mucib oldu. Bu cereyan evvela orada başladı. Bizim İslâm hurufatımız iyi değilmiş binaenaleyh Latin hurufatı alınmalı imiş. Orada bazı arkadaşlarımız bu fikrin mürevvici oldular. Fakat neticede bunun felaketli olduğunu anladılar. Pişman oldular. Bu fikrin müthiş bir felaket olduğunu Arnavut kavmi de pek geç olarak anladı. Maatteessüf arz ederim ki Azerbaycan arkadaşlarımız da bu felakete bugün düştü. Bu hususta hususi olarak bizden de fikir soranlar oluyordu. Biz bunun vahametini ve bu harflerin değiştirilmesinin bugün kürre-i arz üzerinde yaşayan üçyüz elli milyon ehl-i İslâm’a ait olduğunu söyledikde onlar anlaşılmaz bir şekl-i hurufu kabul noktasına doğru yürüdüler. 

Arkadaşlar, bugün hangi ecnebi ile görüşürsek bize ilk diyeceği söz Türkçenin gayet güzel bir lisan olduğudur, Türkçe kolaydır, fakat harfleri fenadır. Bunlar bütün ecnebilerin ağzında ve sizinle ilk görüşen bir ecnebinin size telkin edeceği şeylerdir ve bu fikir ekseriyetle gayrimüslim insanlardan ibaret birtakım tercümanlar vasıtasıyla her tarafta ve hassaten İstanbul'da ecnebilere telkin edilmektedir. Bunlar bir ecnebi ile temasa geldiler mi Türkçe yazısı gayet zordur ve öğrenilmez, derler. O ecnebiler de bu sözleri aynen kabul ederler. Bizi kemirmek isteyen ve maatteessüf içimizde kendilerini tebaa-i sadıkadan göstererek asırlarca yaşayan herifler tarafından zerk edilen ve şeytankârane olan bu fikirler bizi sevenlerle temasa gelen ecnebilerce şayan-ı kabul görülememekdir. Zira bizi seven Avrupalılar mülkümüze gelmiş ve saf köylülerimize veyahud ilim ve irfan hamulesini tamamen yüklenmiş olanlar ile görüşmüş bulunanlar Türk ırkına meftun olmuşlardır ve bu meftuniyetlerini gizlemezler. Çünkü Türk misafirperverdir, sadıktır, sözünde durur, fedakardır, misafirine karşı elinden geleni yapar bu haslet dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Binaenaleyh bizi seven bu insanlar Avrupa veya Amerikalı olsun bu hain ve iltizamkâr tercümanlar vasıtasıyla bizim lisanımızı öğrenmek arzu etse bizim lisanımız güçtür diye propagandaya maruz kalınca öğrenmekten vazgeçer. Halbuki bir kavme iktisaden bağlanmak, onun lisanına hâkim olan insanların çokluğu ile mütenasiptir. Bugün Amerika'da birkaç bin Amerikalı bizim dilimizi bilse bizim bütün emtiamız oraya gider ve bu suretle külliyetli servet temin edilir. Binaenaleyh bugün bir kuvvet vardır ki o kuvvet bütün cihana karşı bu propagandayı yapıyor. Türk yazısı güçtür, okunmaz. Bendeniz bu mesele ile bizzat uğraştım ve Arnavutluk ihtilali içinde bulundum. Acaba kabul edilebilir mi? Bu kabul edildiği gün memleket herc ü merce girer. Her şeyden sarf-ı nazar bizim kütüphanelerimizi dolduran, mukaddes kitaplarımız, tarihlerimiz ve binlerce cilt âsârımız bu lisanla yazılmış iken büsbütün başka bir şekilde olan yazıyı kabul ettiğimiz gün en büyük bir felakete maruz kalacağız ve derhal Avrupa'nın eline güzel bir silah vermiş olacağız. Bunlar alem-i İslâm'a karşı diyeceklerdir ki Türkler ecnebi yazısı kabul etmişler ve Hıristiyan olmuşlardır. İşte düşmanlarımızın kurcaladığı şeytankârane fikir budur.

Arkadaşlar, kucaktaki çocuklardan başlayan birçok yüzlerce yetimler bugün şark cephesinde ve asker arkadaşlarımızın bizzat kendileri veya aileleri tarafından okutturuluyor. En ğabi bir köyü çocuğuna da bir ay ile üç ay arasında kendi gazetemizi okutuyoruz. (Alkışlar) Binaenaleyh bizim hurufatımız okutmaz değil belki hurufatımız dünyanın en güzel şekli ve öyle latif resmidir ki hiçbir lisanda bunun kadar güzel ve temiz manzarası sevimli bir yazı yoktur. İkinci nokta daha var ki... Bendeniz ecnebilerle iki sene harb-i umumide beraber çalıştım. Yazımız öyle kısadır ki onlarla karşı karşıya aynı şeyi not ederken ecnebiler bir sayfa yazıncaya kadar ben on sayfa yazar ve işimi bitirirdim. Almanca ve Fransızca hurufat hep böyledir. Bizim dilimizi ifade edecek hiçbir Latin harfi yoktur. Bugün Fransızca huruf o kadar karışıktır ki bizim dilimizi kabil değil ifade edemez. Bu mesele inceden inceye tedkik edilmiştir. Binaenaleyh istirham ediyorum zararlı olan şeylerin zararını bilhassa İslâm bir kavim çekmiştir. Bu gibi mesaili bırakalım, böyle fikirler içimize girmesin. Sonra da büsbütün lal ü ebkem oluruz ve bütün alem-i İslâm’ı üzerimize hücum ettiririz. Ve kendi aramızda birbirimizi yeriz. Gerçi bu teklif hiç şüphe etmiyorum ki samimiyet ve hüsn-i niyetle yapılmıştır. Fakat başka taraflardan pek fena fikirler içimize zerk ediliyor. Bunlardan kendimizi sıyanet edelim, (alkışlar)  

17 Recep 1341 - 5 Mart 1339 - 1923, Tanin

 

"İLTİFAT AĞYAREDİR DOST ACI SÖYLER" Neşrolundu

TİYO Yayıncılık “Türkçeden İslâma Giriş” serisine bir telif eser daha kattı.

ŞUBE GENEL KURULLARI

İstiklâl Marşı Derneği Şubelerinin Olağan Genel Kurulları Şube Merkezlerinde yapılacaktır.

"DİL İLE İKRAR" Kitabı Neşrolundu.

Türk harfleri ile neşredilmiş dördüncü İsmet Özel kitabı Dil İle İkrar neşrolundu.

DÖRDÜNCÜ OLAĞAN GENEL KURULUMUZ YAPILDI

İstiklâl Marşı Derneği'nin Dördüncü Olağan Genel Kurulu 21 Mayıs Cumartesi günü Ankara'da yapıldı.

"ÖMER SEYFETTİN-HİKAYELER" Mecburi Kıraat Serisinin İlk Kitabı Neşrolundu

İstiklal Marşı Derneği'nin hazırladığı ve TİYO’nun "Mecburi Kıraat" adlı yeni serisinin ilk kitabı olan "Ömer Seyfettin - Hikayeler" neşrolundu.

Anayasacılık Karmaşası Tartışmalarına Karşı Tarafımızı Gösterdiğimiz Bültenimiz Çıktı

İstiklâl Marşı Derneği yeni anayasa meselesinde ve tartışmalarında tab’an bir taraftır.

DERNEĞİMİZİN BEŞİNCİ OLAĞAN GENEL KURULU'nda
GENEL BAŞKANIMIZIN KONUŞMASININ HABER METNİ

Beşinci Olağan Genel Kurulumuzda Genel Başkanlığa yeniden seçilen Durmuş Küçükşakalak bir konuşma yaptı.

"TÜRK OLAMADIYSAN OLDUN AMERİKALI" Kitabının Yeni Baskısı Neşrolundu

"Türk Olamadıysan Oldun Amerikalı” İsmet Özel'in okunurken hem sağdan hem soldan başlanan altı kitabının üçüncüsüdür.