İSTİKLÂL MARŞI’NIN ELLİNCİ YILDÖNÜMÜ

Geçen hafta istiklal ve kurtuluş mücadelesinin şanlı destanını besteleyen İstiklâl Marşı’mızın ellinci yıldönümünü tes’id ettik. O acı ve heyecanlı günlerin ızdırabını hükümet ve milletvekilleriyle bir arada aynı çatı altında Birinci Büyük Millet Meclisi’nde geçirmiş olduğumuzdan dolayı hep birlikte çekmiştik. Şu kadar var ki biz, mes’uliyetsiz memurlar, onlar mes’ul âmir idiler, yani tarihi onlar yapıyor, biz yazıyorduk. Gece yarısı Haymana ovalarından akseden müdafaa toplarının sesleri, hiç ümidimiz kırılmadan, Allah’ın va’dine güvenerek zafer tarrakaları gibi kulaklarımızı çınlatıyordu. Ah ne müthiş hâtıralardı… Meclis’in Kayseri’ye nakli bahis mevzu olurken Erzurum mebusu Durak Bey’in gür sesi, “Millet Meclisi’nin cephede karargâh arkasında çadırlarda toplanması” lüzumuna dair beyanatının tesiri arslan kükreyişi gibi Meclis’in bütün ruhunu bir anda galeyana getirmişti. İşte harpten mağlup ve yorgun çıkmış bir ordunun yeniden kurulan ölüm kalım saflarında tek tük ümidli kalbler çarpıyorsa, onlara ve başını koltuğunun altına almış, bütün millete (KORKMA) diyen bir ses yükseldi. Bu ses, 1908’den 1918’e kadar on yıl içinde bu asil milletin görmediği felaket, katlanmadığı ızdırab, çekmediği cefa kalmadığı zamanlarında, aziz milletin kulağında en müşfik ve en vakur bir baba tesliyetkârlığıyla çınlamıştı. Bu çok vefalı ve hamiyetli babanı hamuru imanla yoğurulmuştu. Ondan dolayı hiç bir zaman ye’se düşemezdi. “Benim yurdumda son ocağın son ferdi şehid oluncaya kadar, şanlı bayrağım bu ufuklarda dalgalanacaktır. Bundan endişen olmasın.” diyordu. O çelik karakterli içtimaî mürşidimiz, her zaman her yaptığı işte olduğu gibi marş yarışmasında da memleket birincisi oldu. O hiçbir zaman birincilik dâvasında değildi. Ancak birinciler arasında olmak ister, ikinci sıraya düşmek istemezdi. Muhterem üstadımız Merhum Profesör Ferid Kam ki, Âkif Bey merhum onun dehasının hayranı idi, Marşımızı ibdâ eden şâirimiz için bir gün bana, "O üç lisanı hepimizden iyi bilir, hepimizden iyi kullanır" demişti. Birinci Cihan Harbi’nde ordunun Çanakkale şehâmetini destanlaştıran şaheseri Safahat’ın altıncı kitabı olan “Âsım” adıyla neşredilince, edebiyat ve hamâset âleminin o eşsiz belâgatini bizim kalemlerimiz değil, devrinde nesrin rakipsiz üstadı Cenab Şehâbeddin Bey, Servet-i Fünûn’da “Safahat Mübdii” başlıklı bir yazısıyla marşımızın büyük şâirini layık olduğu ebedî, şerefli mevkie yükseltmişti. Esasen “Âsım” neşr edilince, o kendi tahtını kendi kurmuştu. Elli sene sonra bu şerefli hâtırayı bütün milletçe sevinç içinde yâd ederken elli yıl gecikmiş millî bir vazifenin Milli Eğitim Bakanımız Muhterem Prof. Orhan Oğuz Bey tarafından vefa ve takdir hisleriyle dolu olarak yerine getirilmesi, bütün vatanperver meslek adamları ve ona inanmış bütün yurttaşlar arasında derin bir şükran vesilesi olduğu gibi, muhterem bakanımızın tarihçe-i hayatının âbide-i mefhareti olarak yâd edilecektir. Artık yapılacak iş “Mehmed Âkif Enstitüsü” kurmaktır. Kaç sene evvel üniversite gençliğine bunu hatırlatmış ve genç meslektaşlarımızdan ayrıca rica etmiştim. O enstitüde yedi cilt Safahat, beyit beyit tahlil edilerek incelenirse, yeni nesle bu hayırlı işi yapanların en büyük armağanı olacaktır. Bize vazife düşerse gücümüzün yettiğini meydana koymak boynumuzun borcudur.


Üstadım Mehmed Âkif: Muallim Mâhir İz’in Hâtıraları, M. Ertuğrul Düzdağ (s. 274 276)

Günün düşünceleri...

Günün düşünceleri

Öz anası olanlara :

-Senin anan budur!

diye bir başka kadını;

Babası olanlara :

-Senin öz baban bu adamdır!

diyerek yabancı bir erkeği tanıtmağa uğraşan zavallı, gülünçtür de kendi öz inanı, kendi öz ülküsü, kendi öz rejimi ve kendi reyiyle başa geçmiş şefi bulunan bir millete yabancı bir inan, yad bir ülkü, özge bir rejim sunarak :

Zeki Sarıhan, Mehmet Akif

 “Benim Mehmet Akif hakkında bir araştırma yapmamın güncel bir nedeni de oldu.

BAYRAK, İSTİKLAL MARŞI VE GENÇLİK

Bugün yeryüzünde bağımsızlığını kazanmış ve devlet haline gelebilmiş her milletin bir bayrağı vardır. O halde bayrak hür bir milleti temsil eder. Bayrak ile milli marşı ise çok yakından ilgilidir. Zira bayrağı olan her hür devletin bir de milli marşı vardır. Bu marş ki, o milletin bayrağı göndere çekilirken milli duygularını kükreten ve “İşte hürüm bayrağım göklerde dalgalanıyor” dercesine istiklâlini dünyaya haykıran milli andıdır. 

Millî Bir Marşa Muhtacız

Bu âcûbeyi hâlâ millî marş diye terennüm etmekte, her şeyden evel, sanatımız için hazin bir mahcubiyet yok mudur?

Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeli-

Gazetenin tarihinin 1940 olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti’nde Ezan-ı Muhammedî’nin  1932’den 1950’ye kadar okutulmadığını düşünürseniz İstiklâl Marşı’nın niçin “parçalanmak suretiyle” sansür edildiğini anlamak zor olmaz.  

“İstiklâl Marşı”nın adını bir “Bağımsızlık Marşı”na çevirdiğimizde"

“Bağımsızlık”la silinmesine çalışılan “İstiklâl” kelimesine bakalım: Bu memleketin çocukları “Ya istiklâl, ya ölüm!” diye cephelere koşmuş, kanlarını bu kelimenin

İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİ MEHMED AKİF HAKKINDA -3-

Akif öldükten sonra onun ufülüne ağlıyan gözlerde yine Akifin pürüzsüz samimiyeti okundu. Akifteki mütevazı, gösterişsiz samimiyet, onun programsız kalkan cenazesinde yine aynen fakat bütün haşmetile tecelli etti. Ardında bıraktığı iz; bir damlacık gözyaşından ve nihayet sönüp tükenen bir enin nefesinden ibaret kalmadı. Sütunlarla matem, sayfalarla medhü sena avazeleri yükseldi ve hâlâ yükseliyor.