İSTİKLÂL MARŞI DEĞİŞMELİ Mİ?

Milli konular üzerinde, kimseyi incitmeden, söz söylemenin incelik ve zorluğunu bile bile bu konu üzerinde durmak istiyorum. Yeni Türkiye’nin, sağlam temeller üzerine kurulabilmesi için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmadığı, geceyi gündüze katarak çalışıldığı şu sıralarda, İstiklâl Marşı'nın değiştirilmesi teklifini de objektif bir görüşle ele almak, sinirlenmemek gerek. Bir teklif, hiçbir zaman bir sonuç değildir. Bu bakımdan, teklifin bir tartışma konusu yapılmasından ürkmeyelim. Yeter ki tartışmalar soğuk kanlılıkla yapılsın, sağduyu süzgecinden geçirilsin, hele,  tartışmayı polemiğe götürecek şövence duygulardan kaçınılsın. Bilelim ki teklifi yapanlar da, onu savunanlar da, en az ona karşı olanlar kadar milli şuuru yerinde olan kimselerdir.

Oysa, yarı resmi bir komitenin belki de çok iyi niyetle yaptığı teklif basında fırtınalar kopardı. Ne var ki, sağduyularına ve kültürel olgunluklarına güvendiğimiz bazı kalemler bile, konuyu sadece milli yönden ele almakta, teklife hep bir açıdan bakarak karşı durmaktadırlar. Ve asıl konuşması lazım gelen kimseler de henüz susmaktadırlar. Kanaatimce böyle bir teklif yapılmadan önce bestecilerimizin, aydın sanatçılarımızın ve bilhassa müzik öğretmenlerinin fikri sorulmalıydı.

İşte ben, önce bir müzik öğretmeni, sonra aydın bir vatandaş ve bir sanatsever olarak, beni bu konuyu deşmeye götüren sebepleri kısaca sıralamak istiyorum.

Bu teknik kusurlarından ve müzikal form ile edebi form arasındaki çelişmeden dolayı, bütün gayretlerine rağmen, müzik öğretmenleri okullarda istedikleri sonucu alamıyorlar ve üzülüyorlar. Bir de müziğe aşinalığı ve müzik bilgisi olmayan kalabalık halk kütlelerinin söyleyişini düşünecek olursak, şimdiki İstiklâl Marşı'nı söylemekle söylememek arasında bir tercih yapmak zorunda kalırız. Milli ve tarihi değerlerimize saygımız var amma, ne yaparsın ki gerçek budur. Nitekim Anıtkabir’de, üniversite gençliğinin söylediği İstiklâl Marşı'na, sayın Cemal Gürsel de tanık olmuş ve hatalı söylenişinden duyduğu üzüntüyü bir tamimle okullarda ve bilhassa müzik öğretmenlerine duyurmak zorunda kalmıştır. 

Şimdi, üzerinde durmak istediğim hususları bizzat eserin üzerinde gösterelim. Görülecektir ki eserde, kesin bir form sağlamlığı da yok. Motif ve cümle kuruluşları her zaman yerine oturmuş değildir. Genel olarak, melodik cümlelerin bittiği yerde, metin cümlesinin, ya da hiç olmazsa, metin cümlesindeki mananın tamamlanması lazım gelir. Halbuki Zeki Bey'in marşında hal böyle değil. 

Birinci motif iki ölçü sonra (şafak) hecelerinde tamamlandığı halde, sözlerdeki mana ancak (şafaklarda) kelimesinin tümü sonunda tamamlandığından, bu kelimenin (şafak) kısmı birince motifle söyleniyor, (larda) kısmı ise ikinci motifin içine alınmış oluyor. Birinci motifin sonu ayrıca nefes almayı da gerektirdiğinden, bu kelime böylece (şafak) ve (larda) olmak üzere ikiye parçalanmış oluyor ki, (larda)’nın kendi başına herhangi bir manası da kalmıyor. Keza, “tüten en son ocak” kelimelerinden sonra gelen (o benim) sözleri de, bir selizli gibi geniş bir inici aralık sebebiyle, (o be) ve (nim) şeklinde bölünmekte ve gene manasını kaybetmektedir. Az aşağıda (parlayacak) kelimesi, bu sefer melodinin çıkıcı sekizli aralığı yüzünden (par) ve (layacak)diye ikiye bölünmekte, hemen arkasından da (o benimdir) kelimesi gene aynı şekilde parçalanmaktadır. Öyle ise ne yapalım? Üç şık düşünülebilir:
Şimdiki İstiklal Marşının sözleri aynen bırakılarak, yepyeni bir melodinin yazılması yarışmaya konabilir. Gerek sözleri, gerekse melodisi yeniden yaratılır. O zaman bu iş için önce ozanlar arasında bir şiir, sonra da besteciler arasında bir ezgi yarışması açılabilir. Belki de Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinden bir metin kısmı düzenlenebilir. Kurulacak uluslararası bir jüri en güzel besteler arasından seçme yapabilir.

Şimdiki melodi olduğu gibi kalarak, sözünü ettiğim kusurları giderecek şekilde altına yepyeni sözler konabilir. Şundan hiç şüphemiz olmasın ki, bugün gerek ozanlarımız, gerekse milletlerarası sanat çevrelerinde değer kazanmış bestecilerimiz, kırk yıl öncesine göre, böylesine ağır bir milli görevin altından rahatça kalkabilecek güç ve olgunluktadırlar.

İkinci Cumhuriyeti, sağlam temellere oturtabilmek için, nasıl yepyeni bir anayasa yaratıldı, yepyeni hukuk formülleri bulundu ise, herkes tarafından kolay ve düzgün, yanlışsız söylenebilecek, yepyeni ve güzel bir milli marş için de gerekli olanaklar yaratılabilir ve yaratılmalıdır. Değişiklikten korkmayalım.

Veysel Arseven, Dost Dergisi, Ocak 1962, S. 10
    

İstiklâl Marşımıza Saygı

Zirâ, İstiklâl Marşı'mıza karşı gösterilen saygısızlık - hemen her zaman ve her yerde rastladığımız ve maalesef garip, mânâsız bir alışkanlığın tesiriyle tabii bir olay gibi karşıladığımız - çok hazin ve yüz kızartıcı bir gerçektir

M. Ertuğrul Düzdağ - Mehmed Akif Hakkında Araştırmalar

Mehmed Âkif Bey, İstiklâl Marşı’nın ifâde ettiği mânâda bir milliyetçiliğe taraftardır. On kıt’alık İstiklâl Marşı’mız, bir milletin bütün fertlerinin, âdeta bir ağızdan, birbirlerine,

Mehmed Akif ve Nurullah Ataç..

Nurullah Ataç’ın hatası, “Mehmed Akif” i henüz yeni tanımağa çalışmış olmakla başlıyor.

İSTİKLÂL MARŞININ VEZNİ

Arkadaşımız Abidin Daver’in bayrak hakkında bir yazısı daha intişar etti.

""Şiir bitince tekrar okunmasını" bağırarak teklif etti. Şiir bir daha, bir daha... Tam dört defa okundu ve mebuslar ayakta dinlediler."

Dostlarım dinlemekle yetinmedim, o günlerde Ankara’nın savaş ve siyaset hayatının içine bir de sanat fırtınası düşmüştü. Meclisi, ordusu sağlam kurulan yeni devletimizin

OSMAN ZEKİ ÜNGÖR’ÜN MEŞKUK BESTESİ Mİ İSTİKLÂL MARŞI?

Türkiye’de kimin ne olduğunu anlamamız için bir kıstas İstiklâl Marşı. Kahir ekseriyet bu marşa saygı duyuyor. Mağlupların saygısına mazhar olan beste ise kahraman ordumuza ithaf edilen şiiri ihtiva etmiyor.

Annemin bayrağı

Arife günü hayata gözlerini kapayan anam için, bir mersiye yazarak kendi kederimi ve yasımı sizlere de aşılamağa kalkışacak değilim. Abidin Daverin annesinden değil, bir Türk anasından bahsedeceğim.