Bugünün Birincisi Sensin 5. ve 6. Kıtalar

17. Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;

Erol Karadoğan
Arkadaş!; Ey Türk milleti! Yurduma; İslam’ın şerefi ile şereflendirdiğimiz bu toparaklara, milletimizin mahremine, bu vatana, Alçakları; İslam izzetinden zerrece nasibini almamışları, zillette olanları, esfeli safilinin mümessillerini, küfrü, küffarı ve kafiri Uğratma; bir an bile maruz bırakma, Sakın; koru, kolla ve kıskan.

Şair, bu kıtaya bir uyarı ile başlıyor ve gözünü dikmiş alçaklardan sakınılması gereken bir yurttan bahsediyor. Bu şairin öncelikle bulunduğu yer ile kurduğu sıkı bir irtibatı/anlamı yani orayı gerçekten yurt/vatan edindiğini bize bildiriyor. Bu bir kere başlangıçta insanın nasıl bir yerde, nerede ve ne kadar kıymete haiz bir yerde yaşadığını bilmesi bakımından çok mühim. Başta bilelim, biz sonuna kadar yani bedeli canımız dahi olsa müdâfa etmekten bir an dahi geri dur(a)mayacağımız bu topraklar bizim yurdumuz, vatanımız. Şair, en üst şuur ile kurduğu bu münasebet dolayısıyla milletine, aman bir an bile gözünü dikmiş alçakların bu topraklarda hak iddia etmesine ve söz sahibi olmasına göz yumma, diyor.

Şairinde belirttiği gibi burası bizim vatanımızdır, bu şuur ile burda yaşamanın anlamını ve gerektiğinde canımız pahasına bedelini ödemeye hazır olduğumuzu bilmeli ve bildirmeliyiz. Bu vatana göz dikmiş alçakların hiç eksik olmayacağını bildiğimizden bir an bile milletçe gaflete tahammülümüz yoktu.

İSMET ÖZEL
Erol Karadoğan bu günün birincisi sensin. Birinciliği formül teşkilinde gösterdiğin hünere borçlusun. İstiklâl Marşı’nın 17. mısraı bugünün birincisi programının şimdiye kadar gördüğü en yüksek katılımla yorumlandı. Harikulâde yorumlar. Öyle gördüm ki, yazanların hepsi birinci olacağından yüzde yüz emin olarak yazmış. Tipik Türk refleksi. Hepsi İstiklâl Marşı Derneği’inde yer almakla en isabetli işi yaptıklarına inanıyor. Hepsi alçaklara haddini bildirmek için sabırsızlanıyor. İstiklâl Marşı ideologisinin bir mahsus kültüre dönüşmesi için elverişli bir durum. Gel gör ki Allah sabredenlerle beraberdir ve İMD herbirimizin nefer be nefer müşahhas bâniliğine muhtaç.

18. Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.

Vedat Eğilmez
İstiklal Savaşı devam ediyor bir yandan da vatanın geleceği hakkında bir takım kanaatler edinilebilecek bir meclis, çalışmalarıyla olana ve olacaklara yön veriyordu. Herkes savaşın içindeydi demek istiyorum. Türk ordusu ve milleti için yazılan marşın her mısrası cephede savaşan askere, meclise ve onlardan sonra geleceklere hitaben düzenlenmiştir diye düşünüyoruz. Tanzimat’tan günümüze türlü saldırılara maruz kaldık. Bence içlerinden hayâsız olanları yumruk yumruğa, silah silaha olanları değil. Fitneyle yürütülenler. Ve tabii yanında bildiklerimizin hançerini sırtımızda gördüğümüz akınlar. Cahillikten, kasıtlı olarak veya bir şekilde mecbur bırakılarak gerçekleşen akınların halen kuşatması altındayız. Felsefi kavramlar, edebi terimler, kullandığımız eşyalar, yediklerimiz ve içtiklerimiz, çocuklarımıza taktığımız isimler, sakalımız, bıyığımız, saçlarımız, büyüdüğümüzde ne olacağımız… Bu akınlara maruz kalarak dönüşen milletler olmuştu marşın yazıldığı dönemde. O milletlerin izledikleri yol da biliniyordu. Bizim silah silaha verdiğimiz savaşın sonu da belliydi aslında. Hayâsız akınların sonunun gelmeyeceği de… Sadece siperi gövdemize kazacağımızı unutmuştuk, herhalde…
 
İSMET ÖZEL
Vedat Eğilmez bugünün birincisi sensin. Çıkar yol, siperi gövdemize kazma fikrinde gizlenmiştir. Siper et! Bu emir elbette bir mania oluştur anlamına geliyor. Zaten var olan cesametin akını durdurmaya kifayet eder mi? Hedef hayasız akını durdurmaya yetecek bir gövdeye sahip olmaktır. Hasılaya ancak, geçmişteki, halen ve âtideki gövdeni siper edersen kavuşabilirsin. Gözü kapalı bir fedakârlık değil, bir koy beş al uyanıklığı hiç değil; müteyakkız bir karşı duruş. Bu karşı duruş hayâdan nasibini almış yeni bir dünyayı haber vermeli.

19. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,

Hasan Tahsin Çetin
Ortaokuldayken, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi ders kitabındaki bölümlerden birinde "Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk'ın/ Kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın." mısralarının içinde geçtiği bir anı, Cemal Kutay'ın anısını okumuştuk. Okuma parçasında Cemal Kutay Mehmet Âkif'e "İstiklâl zaferine bu sefer nasıl inandın?" diye sormuş. Âkif de "Başımızdaki adamı kim görse inanırdı." demiş.

Allah'ın bizlere vaadettiği günlerin doğacağı ifadesini kararlılık ve imanla ortaya koyan bir mısra var ortada. Çocuk halimizle mısraın etkisini hissettiğimiz, sözün zindeliğini ve keskinliğini sezdiğimiz halde, neden coşkumuzu sönümleyecek menkıbeler kitaplarımıza sokuşturulurdu? Ders kitaplarında İstiklâl Marşı'nın yorumlanışında çarpıtıcı, sönümleyici, soğurucu etkiler yapan hikâyeleri öyle çok okuduk ki; zihinlerimizin dumura uğratılmış olduğunu yeni anlıyoruz.

Şüphesiz ki Allah sözünü yerine getirecektir; biz Allah'ın dinine yardım edersek Allah da bizimle olacaktır. Allah vaadini bize, Türklere yapıyor. Dün İstiklâl Harbi'ni verdiysek, hayatta kalma mücadelesini Allah'ın vaadine sıkı sıkıya bağlanmakla gerçekleştirdik. Bugün bu vaade muhatap olmayı reddettiğimiz ölçüde topyekün helâk olmaya çok yakınız.

80 yıldır muğlak bilgiyle, çarpık eğitimle mısraın duruluğunu, mısraın ifade ettiği apaçık anlamı görmekten uzaklaştık, görüşümüz bulanıklaştı.

İSMET ÖZEL
Hasan Tahsin Çetin bugünün birincisi sensin. Allah’ın Türk milletine bir vaadi var mı, yok mu? İstiklâl Marşımıza açıktan muhalefet edemeyen, yani Türk istiklâli dolayısıyla uğradığı kaybı saklı tutanların milleti neyle meşgul ettikleri mutlaka ortaya çıkarılmalıdır. Allah’ın Türklere vaadinin şumûlü bilinmelidir. Nasipsizlerin gaspetttikleri ile nasıl keyif çattıklarının muhasebesi yapılmalıdır.

20. Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Adem Yıldırım
Hakk'ın vaadettiği günler, Kuran-ı Kerim'de geçmektedir. İnsanlar Allah'ın günlerini ummayanlar ve umanlar olarak iki sınıfa ayrılırlar. Câsiye Sûresi 14. ve 15. ayetlere bakılırsa durum daha da netleşecektir. Ayrıca İbrahim Sûresi 5. ayette de "Allah'ın günleri" tâbiri geçmektedir. Bu Sünnetullah gereği böyledir. Milletlere hakkettiklerinin verildiği günler. Buna iman ediyoruz. Ve yine iman ediyoruz ki; Allah'tan başka hiç kimse bunun zamanını bilemez.

Bizim için âhiret en fazla yarın kadar uzak olabilir, yarından da yakın olan ise bugün yani bu dünyadır. Allah'ın Kâfir ya da Müslüman Millet hakkında vereceği karar ve onlara yaşatacağı günler (eyyamullah), Kuran ve Hadisler yoluyla bize bildirilmiştir. Bugün ya da yarın, inanan için farkeder mi?

İSMET ÖZEL
Adem Yıldırım bugünün birincisi sensin. İnsanoğlunun bugün burada (bu-arada) yarın ise âhiret yurdunda bulunduğu haberi etkileyiciliğinden ne kaybettiyse hayatımızın önemi de o derecede kayboluyor. Şimdiye kadar yarın ve yarından da yakın ayrımını dünyevi bir ayrım gibi algılamış ve Türkiye’nin 84 senesini heba ederek, kendini yarından da yakın imkânından mahrum bıraktığını düşünmüştüm. Düşünceme göre yarından yakınımız gitmiş, elimizde bir yarınımız kalmıştı. Yarını âhiret yurdu, yarından yakını dünya hayatı olarak aldığımızda daha keskin bir vaziyete duçar oluyoruz. Yani üstümüze binen mükellefiyetin, bize yarından da yakın ne vaad edilmişse ona, liyakat kesbetme alanına doğru ilerlediğini hissediyoruz.

21. Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!

Fazıl Baş
Kendini bilenin Rabbini bileceğini kabul ediyoruz. Kendini bilmek, bastığımız yeri bilmeyi de gerektiriyor olsa gerek. Bunun için de bastığımız yeri tanımamız gerekiyor. Peki bu nasıl bir tanıma olacak? Bugün bir çok kişi bu toprakları tanıdığını iddia edecektir. Fakat biz herhangi bir tanımadan söz etmiyoruz, ya da tanıma adı altında yalancı şahitlik yapılmasından. Burada bizim bu toprakları nasıl tanıdığımız, bu topraklara nasıl bastığımızla birebir ilintilidir. Biz bu toprakları vatanımız olarak kabul ederek, ilk adımımızda buraya basarken ikinci adımımızda burayı terk etmek gibi bir niyetimiz olmadığını da beyan etmiş oluyoruz. Bizim için bu topraklar hem herhangi bir yer değil hem de kapağı başka bir yere atmadan önce kullandığımız bir yer değil. Bir köprü değil bu topraklar, bir yerden başka bir yere ulaşmak için. Ya da kariyer merdiveninin basamaklarından biri de değil. Burası aman deyip boş verebileceğimiz bir yer de değil. Bu sebeple, bu toprakları tanımanın ilk şartı buraya nasıl basmamız gerektiğini bilmekten geçiyor. Bunun da sınırları İstiklal Marşımızda belirtilmiştir. Hem yere sağlam basarak bu toprakları tanıyacağız hem de yere sağlam basmak için. Ancak bu şekilde Allah'ın bize burada yaşamayı nasip etmesiyle üzerimize yüklenen sorumluluğu da yerine getirmeye başlayabiliriz.
 
İSMET ÖZEL
Fazıl Baş bugünün birincisi sensin. Bütün varlığımızı tehdit eden yalancı şahitlik tehlikesini işaret ettiğin için. Türkiye deyince “memalik-i âl-i Osman’dan elde kalan son parça” anlaşılmaması gerektiğini ve bu topraklarda Türklerden başka her kim hak iddia ediyorsa haddini aştığı deliline istinaden cezaya müstahak olduğunu anlıyoruz. Türkiye’ye dair yalancı şahitlikte bulunanların kim veya kimler adına beyanda bulunduklarını da ancak bastığı yerleri bilenlerin fark edeceğini biliyoruz.

22. Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Hasan Tahsin Çetin
Âkif düşün diyor. Düşünüyorum.

Biz bu mısrayı yorumlarken 13 er daha can verdi. Bu erleri kim öldürüyor? Bu erler ne için öldürülüyor? Ne için ölüyorlar? Başbakan niçin Amerika'ya gidiyor? Niçin Amerika'dan dönüyor? Buyur, düşün. Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Nasıl bir belayla karşı karşıyalardı ki can havliyle koşuştular Hanzala gibi, binlercesi nasıl cansiperane, telâşla. Öyle ki kefenleyecek vakit de yok nakit de yok beden de yok. İstiklâl Harbi şehitlerinin hâli bu.

İstiklâl Marşı Derneği'ne üye oldum ben. Üye oldum olalı hissettiğim bir şey var iliklerime kadar. Daha ben dernek binasına adımımı atmadan, hayatımda kim var kim yok bana karşı tavrını belirledi. İster uzak ister yakın olsunlar; hangi cepheden, hangi görüşten olurlarsa olsunlar, bir yerde toplandılar. Bana hem manen hem madden rahat da huzur da vermedikleri gibi huzurları da kaçıyor İstiklâl Marşı'nın adının anılmasından. İliklerime kadar hissettiğim şey beni çepeçevre kuşatan her türlü ilişki örgüsünün, üstümü örten, sırtımı sıvazlayan ne varsa ortadan kalktığıdır. Bunun adı yalnızlıksa yapayalnızım. Onlar da bir şekilde ilişki kurdukları bu kimseyi kendi kullanabilirlikleri açısından ölmüş kabul ediyorlar. Ölmüşüz de kefenimiz yok. Daha bakın, derneğe üye oldum, kapıdan yeni girmişim, rozetimi yeni takmışım. Daha dernek kapısından dışarı adımımı atarken hayat beni nelerle karşılıyor.

Bakara Sûresi 214 . Ayetinin, aslında her müslümanın sıkça işittiği, -nedense en çok da işitildiği gibi unutuluveren- meâlini düşündürdü bu mısra bir de. "Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah’ın yardımı pek yakındır."

İSMET ÖZEL
Mustafa İrgat, daha ilk mısrada yaptığın keşfe mümasil bir keşif yapmana ve Türk topraklarının sahiplerinin ölüler olmadığını, şehitlerin bizimle el birliği yapacak şekilde aramızda yaşadığını hatırlatmana rağmen bugünün birincisi sen değilsin. Birinciliği Hasan Tahsin Çetin’e kaptırdın, çünkü en safdilane şeyleri o yazmış. Müslümanlığımızla iftihar eden bizler ona safdil diyoruz. Oysa Hasan Tahsin Çetin’e yakıştırılacak, onu bir güzel benzetecek öyle çok kelime, o kadar çok sayıda sıfat vardır ki, benim sıralamaya gücüm yetmez. Gayri Müslim dünyada onun gibilere enayi derler. Gidecek başka yer bulamamış da İstiklâl Marşı Derneği’ne gitmiş... Safdilin biri o, çünkü kalbi, gönlü, sinesi saf. Safdildir Hasan Tahsin Çetin, çünkü ehl-i dildir. Biz Türklerin ilk milliyetçi şairi Nef’î, “Ehl-i dildir diyemem sinesi sâf olmayana” diyor. Ve Nef’î ilâve ediyor: “Ehl-i dîl birbirini bilmemek insaf değil”. Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı mısraının birinciliğini Hasan Tahsin Çetin’e bırakmayana insafsız derler. Nedenini yazmam sayfalar sürecek. İşbu sayfaların arz-ı endam edişini BU GÜNÜN BİRİNCİSİ SENSİN kitabının yayınlandığı güne bırakıyorum.

23. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.

İSMET ÖZEL
İstiklâl Marşı Derneği bugünün birincisidir. Şehit oğulları... Bugünün açıklamaları vasıtasıyla yüksek bir seviyenin, ancak Türklerin ulaşabileceği olgunluğun belirtileri bizi karşıladı. Böylece Halil Özkan da İMD’ne selâm vermiş oldu. Olgunluk ve belirti kelimelerinin yanyana gelişinden bir tuhaflık hissedilebilir. Evet, toplumun alıştıkça başaşağı gittiği durumlara uymayan bir şeyin şimdiden uç verdiği inkâr edilemez. Özlü, özden, esaslı çıktı benim arkadaşlarım, çürük çıkmadı.

24. Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Muhammet Altaytaş
Vatan, bir milletin üzerinde yaşadığı toprak parçasından ibaret değildir. Vatan, milletin hem ferd ferd şahsiyetlerini inşa ettiği, hem de topyekün varoluşunu temellendirdiği, hayat bulduğu zemindir. Bunun bilincinde olan atalarımız, i’lay-ı kelimetullah uğruna gaza’yı bir varoluş/hayat tarzı haline getirmiş, daha önce darü’l-İslam kılarak vatanlaştırdıkları bu toprakları, istiklal harbi ile canları pahasına ikinci defa vatanlaştırmışlardır. Vatanın cennete benzetilmesi, onun hem Türkler’e mahsus bu kıymetine hem de bütün dünya nazarındaki kıskanç bakışları celbeden cazibesine işaret ediyor olabilir. Fakat her halükarda anlaşılması gereken, bizim vatanımızla münasebetimizin aynı zamanda itikadî bir mesele olduğudur. Vatanını “vermek” ancak itikadını ciddiye almayanların işi olabilir. İşte bu mısrada şair, vatanın paha biçilebilecek şeylerden olmadığını, fasih ve beliğ bir üslupla ifadelendirmiştir.

“Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.” ifadesi kesinlikle bir mübalağa olarak görülmemelidir. Zira itikadımıza göre, cennet vatanın feda edilmesi ile cennetin feda edilmesi ya da cennet vatan uğruna canın feda edilmesi ile cennetin kazanılması arasında kopmaz bir bağ vardır. Vatan karşılığında teklif edilenin "dünya" değil de “dünyalar” olarak ifade edilmesi de dikkate değer bir husustur. Ben Şairin bu ifadeyi Kur’an-ı Kerim’den ilham olarak kullandığı kanaatindeyim. Zira ayet-i kerimede “yeryüzündekilerin tamamına, hatta bir o kadarına daha sahip olunsa, kıyamet gününün azabından kurtulmak için bunların tamamı fidye olarak verilecek olsa bile bunun yine kabul edilmeyeceğinden” (5/36) bahsedilmektedir.

Vatanı ile, şairin sözünü ettiği tarzda bir münasebet, ancak “şehit oğlu” mertebesini idrak eden itikad sahiplerine mahsustur. Bu idrakten ve tercihten mahrum olanlar için her şeyin bir “ederi” vardır. Zira onlara göre yaşadığımız kürenin bir dizi “küresel realiteleri” ve “kriterleri” (Kopenag vs.) bunu zorunlu kılmaktadır.

İSMET ÖZEL
Muhammet Altaytaş bugünün birincisi sensin. “Dünyalar” konusunda beni aydınlattığın, zihnimin bir inhiraftan zarar görmesine meydan bırakmadığın için. Çünkü ben İstiklâl Marşımızda “dünyaları alsan da” denilmesini hep fetih duygusu eşliğinde söylenmiş sayardım. Halbuki sen en mâkul mesnedi gösteriyorsun. Türkiye’nin cennet vatan oluşu ise doğrudan doğruya Allaütealâ’nın Türkleri diğer milletlerden üstün yaratmış olmasıyla bağlantılıdır. Türklerin idaresi altına giren topraklar cennete dönmedi; ama Türkler oralara cennet ölçüleri getirdi. Yani nerede Türk hakimiyeti varsa orada İslam’dan üstün bir değer tanınmaz, tanınamaz oldu. Kâfirler hiçbir bakımdan ellerinde koz bulunduran unsur olarak hesaba katılmadı. İstiklâl Harbi’nden muzaffer çıkan Türkler de Kanun-i Esasi’ye “devletin dini, din-i İslâm’dır” yazdı. Milâdın 1928. yılına kadar Türklerin Anayasasında “devletin dini, din-i İslâm’dır” yazılıydı.
 

5. VE 6. KITALARIN BİRİNCİSİ

Fuat Dik üçüncü iki kıtanın birincisi sensin. Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk'ın mısraını yorumlarken “İstiklâl Marşımız tevhide bürhandır” hakikatini dile getirdirdiğin için. Bazı bariz işaretler nerede olduğumuzu gösterse de, cifriyat, dernek olarak giriştiğimiz işin hiçbir yerini doldurmuyor. Yine de soruyoruz: Muvahhidlik taslayarak dünyevî işlerini şıkır şıkır yürütenler, iş göğsüne İMD rozeti takmaya gelince neden kıyı bucak kaçıyor? Doğrusu bu taslayıcılardan biz de mümkün mertebe uzak durmaya çabalıyoruz. Dernek olarak ne yaparsak, herşeyi Hakk’a tapan olarak yapacağız, hiç; ama hiçbir şeyi, dereyi geçmek için veyahut maslahat gereği yapmayacağız.

İSMET ÖZEL

Fuat Dik'in "Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın..." mısraıyla ilgili yorumu:

Madem İstiklal Marşımız ilhamen yazdırılmıştır, öyleyse 'acaba' dedim, ve daha önceden böyle şeylere tevessül etmediğim halde, marşımızın bu kıtasının bu son iki mısraının hesab-ı cifrisini hesaplamaya giriştim. Bu mısrada "doğacaktır sana=1428"; "vaad ettiği günler Hakkın=999"; sonraki mısrada ise yine garip bir tarzda "1212" rakamları var. 1428, şu idrak etmekte olduğumuz hicri sene, İstiklal Marşı Derneği'mizin de kuruluş senesi. 999, malumunuz, Esma'ül Hüsna'ya işaret; sonraki mısrada 1212 sanki bire şeyi tekrar ederek vurgular gibi, elbette benim idrakimi aşıyor. (İstiklal Marşı'nı ingilizce çevirisinden okuyan bir yabancı bu iki mısra için "bön" nitelemesi yapmıştı.)

İstiklal Marşımız tevhide bürhandır.