TARİHE TÜRK GÖZÜYLE NASIL BAKABİLİRİZ?
İSMET ÖZEL
.

Bir Türk kendi gözümle tarihe nasıl bakabilirim der mi, diyebilir mi, demeli midir? Bu sualleri cevaba kavuşturmak için yüzyıllarını Türk hâkimiyeti altında geçirmiş Greklerin, Ermenilerin veya Bulgarların, Sırpların değil, menşe itibariyle Avrupalı olmayan Rusların ve Japonların Batılılaşma hadisesine açıklık getirmek şarttır. Ruslar tarih sahnesinde kendilerine bir yer edinmek istiyorlarsa Avrupa’nın olduğu kadar ABD’nin de itiraz edemeyeceği bir başarıya muhtaç idiler. Başarıya açılan yolun eğitimden geçtiğine XVIII. Hıristiyan asrında Çarlık kafasıyla karar verdiler ve ihtiyaçlarını musiki ve edebiyatta varlık göstererek giderdiler. Çarlık sarayı sayesinde musiki başarılarına Çaykovski’den Şostakoviç’e itiraz eden çıkmadı. Rakipsiz bir edebiyat âlemine sahip çıktılar. Dünya romanının üç sağlam ayağından birinin Dostoyevski olduğu söylenir oldu. Bugün XXI. Hıristiyan yüzyılında Tragedya denince Shakespeare tarzını mı, Çehov tarzını mı kast ettiğimiz soruluyor. Miladın 1905inci yılında Rusları mağlup ederek dünya kamuoyunu şaşkına çeviren uzak Asyalı Japonlar Batı’ya intibak etmenin yollarını kendi tarihleri içinde buldu. Batı onlardan Zen Budizm’ini, No Tiyatrosunu, Jiu Jitsu’yu terk etmelerini istemedi. Niçin Batı Medeniyeti Rusların ve Japonların batılılaşması önüne taş koymadı? Çünkü Çarlık Rusya’sı bir şekilde Avrupa hesabına hizaya getirilmesi gereken Türklerle baş etmenin bir oyuncağı haline getirilmiş ve Japon yüksek tabakası XVII. Hıristiyan asrından bu yana Katolikleşmişti.

Katolikler dünya hâkimiyeti hayalini hâlâ muhafaza ediyor. Kendini dünya hâkimiyeti hayaline kaptıranlar kim olurlarsa olsunlar vaktinde onlara karşı cihad etmek Müslümanların bir kısmını Türk yaptı. Tarihe Türk gözüyle bakmak isteyenlerin ilk tutamak yeri bu vakıanın cereyan ettiği yerdir. Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından 28 Ocak 1920 tarihinde kabul edilen Millî sözleşmemiz ilk maddesinde vatanın bütünlüğünü dünyaya ilân ediyor. Neresidir bölünmez ve İstiklâl Marşı’nın “Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı” dediği vatan? Buralar Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı esnada Türk askerinin elinde bulunan topraklardır. Batı hududumuz bugün Yunanistan kabul edilen Selânik’ten başlar ve bugün Bulgaristan olarak adlandırılan Varna’ya kadar uzanır. Doğudaki hududumuz ise Batum’dan Kerkük’e ve Musul’dan Halep’i de içine alarak İskenderun’a kavuşan alanı ifade eder.

Günümüzde resmi ağzın Misak-ı Millî’yi andığına şahit oluyoruz. Siyasi şartlar Misak-ı Millî’yi anmağa müsait mi acaba? Türk devletinin hangi hudutlar içinde bir defa daha hâkimiyet kuracağına dair yeni bir gelişme mi var? Hayır, yok. Batı Medeniyeti’nin dünya halklarına ne kötülükte bulunduğu en tesirli şekliyle gözler önüne serilmelidir. Türk devleti batı hududunu sağlama almadıkça Misâk-ı Millî bir aldatmacadan ibarettir. Kendini dünyaya müstemlekecilik vasıtasıyla kabul ettirmiş Batı Medeniyetiyle Almanlardan, Ruslardan, Japonlardan farklı bir hesaplaşmağı göze almamız gerekiyor. Batı’nın sırtını yere mi getireceğiz? Buna gayret göstermenin hiçbir anlamı yok. Çünkü nelerin bilim, felsefe, sanat alanlarında öne çıkarıldığına aklımız erdiği an karşımızda çoktan inkıraza uğramış bir Batı olduğunu göreceğiz. Yarım asırdır Batı Medeniyeti popüler kültür hesabına patinaj yapıyor. Gerçek bir Batı kültüründen bahis açılabilir mi? İnsanların bir süre Bolşevizm’e, Nasyonal Sosyalizme, Faşizme bağlılıkları gösterdi ki kurtuluş yolu ancak Batı’ya medenilik atfetmenin dışında bulunabilir. Batı’da ısrar ederek geri gidebilir miyiz? Sinesini XVII. Hıristiyan asrından itibaren kapitalizmin gelişmesine açmış feodalizmden imdat gelecek mi?

Gelmeyecek. Türkler İstanbul’u fethederek yeni bir çağı başlattı. Hepsi buydu. Yeni bir çağ başlamakla kaldı. Türkler dünyaya bir şey öğretmeği denemek yerine dünyadan bir şey öğrenmeği denedi. Neydi Türklerin dünyadan öğrendikleri şey? İnsanın dünyada erebileceği en yüksek makamın takva (çekinme) değil hâkimiyet olduğunu öğrendik. Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa kralına yazdığı mektup her şeyi açıklıyor. Açıklanan şey niçin İstanbul’un fethini Roma’nın fethinin takip etmediğini de ele veriyor. Bugünden itibaren aklımızdan şunu çıkarmayalım ki, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı esnada Türk askerinin elinde bulunan topraklar Türklerin tarih sahnesinin neresinde bulunduklarını temayüz ettiriyor. Bu yerden vazgeçerek vatan sahibi olma iddiası güdemeyiz. Türklerin vatan sahibi olma tavrı tarihin akışına yön verecek olanın Bizans’ın idamesi olmadığını anlattı. İnsanlık kendini İslâm’ı tanımaksızın açılım kavramına rağbet ederse insan aklına yaraşır bir seviye tutturamayacağını öğrenme mevkiiyle yüz yüze bıraktı.

Tarihten şimdiye kadar hiçbir şey öğrenmedik ve bundan sonra da öğrenmeğe niyetimiz yok. Türk dilinin asaletini hiçe sayarak Batı’dan kopya yolu üzerinden ülkemizde yürürlüğe konan tarih ters giyilmiş bir çift deri eldivenle oynanan kartopudur. Tenimize yapışan imalatı sırasında bizi soğuktan koruması için kullanılan deridir. Yani soğuktan, Dünya Sistemi’nin estirdiği soğuktan muhtaç olduğumuz miktarda korunamıyoruz. Eldiveni giydiğimizde elimizi sıcak tutsun diye kullanılan muflon ise şartları her an değişebilen tabiata karşı açıkta bırakılmıştır. Bu terslik içinde ne iç huzuru bulabiliyor, ne de hasmımıza darbe indirebiliyoruz. Hasmımız elbette var ve bu Âdem yaratılalıdan beri insanlık düşmanı olan küfürdür. Âdem ile Havva’nın cennetten çıkarılmasına İblis’in iğvası sebep oldu. İblis Âdem ile Havva’yı Allah olma yolunda iğva etti. Yasak meyveyi yemenin büyük bir kudrete kavuşmağa sebep olacağını iddia etti. Bu sıkıntı çağlar boyu her kültürden insanın başını ağrıttı. Ufak tefek de olsa bir ilâhlık özentisine kapılarak yetişti insanlar.

İşin aslı çok sayıda insanın Dünya Sistemi’nin imdadına yetiştiğidir. Yanlış okumadınız. İhdas edildiği andan bu yana Dünya Sistemi insanlık camiasının hayrına yarar hiçbir iş görmemiştir. Sistemin işleyişi kısa bir süre milletlerden herhangi birinin ihya olmasını sağlar bir havaya bürünmüş olabilir. Alturizm (özgecilik, diğerkâmlık) sistemin tabiatına aykırıdır. Bir işleyiş sistem adını aldığında artık içine kendi bünyesi dışından bir energi nakletmediğini düşünürüz. Dünya Sistemi çevre ile merkez arasındaki bir sıfır toplam işleyiştir. Çevrenin yoksulluğu ancak merkezin zenginliği ile açıklanabilir. Çok sayıda insan dünyanın süsünden yayılan büyüye kendini kaptırıyor. Merkezin türettiği tuzaklara düşmekten zevk alıyor. Tarihe Türk gözüyle bakmak bu işleyişe darbe indirmekle mümkün olabilir. Böyle bir bakıştan kaçınabilmek için cumhuriyet tarihi boyunca birçok tedbir alınmıştır. Başarılı askerî mektep talebelerinin West Point eliyle olgunlaştırılmak gayesiyle oraya gönderilmeleri gibi. Onlar da gördükleri iyiliğin karşılığını şimdiye kadar 27 Mayıs’la, 12 Mart’la, 12 Eylül’le vermeğe çalıştı. Başta mekteplerdeki müfredat gibi mali, ekonomik, sosyal düzen defalarca Amerikan menfaatleri uğruna gözden geçirildi.

Rusya halen Türk düşmanlığı üzerinden Dünya Sistemi’nin destek puanlarını topluyor. ABD içindeki kapitalizm memurları Türk düşmanlığını gelir kaynağı olarak kullanıyor. Dünyada uyandırarak uyanmış yegâne millet Türklerdir. Bu vakıa ilk defa Hicret’ten VI, Milat’tan XIII yüzyıl sonra gerçekleşti. Gerek Çanakkale Savaşıyla ve gerekse Kut Harbiyle uyandırarak uyanmağı tecrübe edebilirdik. İstiklâl Harbimiz’den elimizde kalan sadece İstiklâl Marşı’mızdır. Çocuklarımıza “muzaffer” ismi koymaktan geri durmadık; ama milletçe üstünlüğümüz kime karşıydı? Saltanata ve hilâfete mi? Zafer kazandık mı?

İsmet Özel, 11 Safer 1444 (7 Eylül 2022)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.