VAROLUŞ ÖZDEN ÖNCE GELİR Mİ?
İSMET ÖZEL
.

Varoluşçuluk (existentialism) İkinci Dünya Savaşı akabinde felsefeye renk veren eğilim oldu. Niçin? Çünkü buna medyaya yön veren âlemin şiddetle ihtiyacı vardı. Bu ihtiyaç meşruiyet endişesinden doğmuştu. Savaşın galipleri olarak tarih sahnesinde yer tutmak isteyenler bu yerin meşru bir tutamağı olmasını istiyorlardı. Demokratik rejimlerin totaliter rejimler karşısında zafer kazandığı iddiası kuyruklu bir yalandı. Bu iddiayı yerinde sayacak olursak Almanya’yı işgal altında tutan dört devletten biri Sovyetler Birliği’ni demokratik kabul etmemiz gerekiyordu. 1991’de SSCB haritadan silinince Sovyet uydusu ülkeler halk demokrasisinden alelade demokrasiye mi geçmiş oldu? Faşist İtalya yenildi mi; yoksa ABD ordusu İtalyan Partizanlarıyla el ele verip Alman işgalinden ülkeyi mi kurtardı? Ölmeden kısa bir süre önce evlendiği Eva Braun ile Adolf Hitler’in yanarak öldüğüne dair hiçbir emare (meselâ küller) ortaya çıkmadı.      

Yakın tarih bunun gibi tuhaflıklarla tıka basa doludur. Bir insanlık tarihi yazılamayacağından bahsettim. Bana göre yazılabilirse ancak tarih sahnesine çıkmış milletlerin teker teker tarihleri yazılabilirdi. Bunun da netameli bir şey olduğu fikrindeyim. Sanat tarihiyle insanlık tarihinin at başı gitmediği gün gibi ortada. Niçin Diego Velâzquez’e çok geniş bir tarassut alanı açmış bulunan resim sanatı Rönesans’taki parlaklığına rağmen insanlığın hiçbir beklentisine cevap vermedi? İnsanlık ne Rönesans’tan, ne de Reform’dan istifade edebildi. Avrupa’da benmerkezci bir insan tipinin at koşturması gelişme büyüsüne kapılmış bütün dünyalıları dünyanın tabiî kaynaklarına zarar verme hususunda azdırdı.   

İnsanlığın başı aydınlanma dolayısıyla helâk edici bir belâya saplanmış mıdır; yoksa tam tersine zaman zaman bazı felâkete râci ve beşeri zaaflardan doğan takıntılarla uğraşmak zorunda kalsa bile insanlığın kaderini gelişme ve evrim mi belirlemektedir? Tercih bu tarzdan bir felsefeye hasredilmemiş de olabilir. Kim bilir belki tercih diye bir şey yoktur. Belki hadiselerin görünmeyen yüzüne bakmağa cesaretimiz yoktur. Biz Türkler I. Dünya Savaşı’na “Seferberlik” dedik. 1939uncu Hıristiyan yılında baş gösteren II. Dünya Savaşı’na “Alman Harbi” adını taktık. Bunlar rastgele değil çok isabetli adlandırmalardı. Müstemlekeciliği dillere destan Büyük Britanya Türkleri Almanların kuyruğuna takıp tarihi rollerinin en fiyakalı kısmını tamamlamak istiyordu. Türkler bir fecaatin kurbanı olmaktan kurtulmanın yolunu bulmak istiyordu. Bu yüzden içine düştükleri silahlı hadisenin kendilerine yüklediğine seferberlikten başka bir şey diyemediler. Misak-ı Millî’nin önemi ve anlamı buradadır: Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı!

Fransız milliyetçilerini iknada başarılı olan Nasyonal Sosyalist Almanlar İtalyan derin devletine karşı harekete geçti ve böylece hapisten çıkarılan Mussolini yeniden Duçe oldu. Sözün kısası yakın tarih tiyatrodan daha tuhaftır. Galebe çalanlar asırlar boyu tuhaflıklarını moda haline getirerek gemilerini yürüttüler. Gemi halen yürüyor mu? Kapitalizmin alternatifi olarak sosyalizmi görenler SSCB’nin haritadan silinmesi üzerine Müslümanlar karşısında büyük bir mağlubiyete uğradı. Bu yenilginin hiçbir gürültü koparmamış oluşu, daha ileride bu yenilgiden kimsenin haberinin olmayışı Türk topraklarında cumhurî bir siyasi kuruluşun yürürlüğe girdiğini kabul ettirenlerin Misâk-ı Millî’den en çok taviz vererek dünya ölçüsünde kurulu düzeni sahiplenen şahıslarla özdeşleşmiş durumundan doğmuştur.

Sadede gelelim: Yahudiler (ister Siyonist olsunlar, isterlerse Siyonizm’e düşmanlık göstersinler) Medinat Yisra’el’e Hıristiyanlığın 1948inci yılında Batı Medeniyeti nazarında hukuki bir varlık kazandırdılar. Bu tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerinin statüsüydü. Her iki siyasi öbek de arkalarına Cihan Harbi’nin galiplerini alarak hakları olmayan bir şeyi ellerinde tutuyordu. Kim kimin hakkını elinden almıştı? Bu suale hakkıyla cevap verecek bir yetke dünyada bulunmuyor. Fakültelerde okutulan Devletler Hukuku fiilen müessir olan mali hegemonyanın efsunlarından biridir. Mesele modernizmin başımıza yıktığı meseledir. Her tetkik insanın bir özü olmadığı fikrini doğruladığı halde insanın rasyonel özü takıntısına en geniş manevra alanı tanıyoruz. Türk olduğumuz fikrine öyle yabancı kılındık ki, Misâk-ı Millî bize Noel Baba’dan daha garip görünüyor.

İsmet Özel, 5 Cemaziyelahir 1444 (28 Aralık 2022)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.