BİLİM VE TARİH: AL TAKKE, VER KÜLÂH
İSMET ÖZEL
.

Bilim kelimesini tarihten önce andım. Çünkü meşguliyet konusu olarak bilimi seçenler sadeliği öne çıkardıkları nispette başarılı ve yaygınlaştırıcı olmuşlardır. Oysa tarih anlaşılmağa değer her şeyi karmaşıklaştırır. Bize sadeleştiği yerde sığlaşan bir bakış açısı verir tarih. Birinci Meşrutiyet, İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet. Türk toplumunun hürriyet mücadelesini bilim diliyle ifade etmeğe yarar bu sıralama. Toplum hayatında bir ilerleme kaydedildiğine olan inancımızı pekiştirir. Oysa Dünya Sistemi hakkında öğrendiklerimiz andığım siyasi hadiselerin birbirine destek olur tarzda cereyan etmediğini gösterir. Bunu fark etmek için tarihe bakışımızı derinleştirmek mecburiyetindeyiz.

İtikadımız uyarınca mü’minlerin idarecilere yol gösterme vazifesini deruhte etmeleri gerekmektedir. Türk topraklarında Avrupalılaşma olarak anlaşılan modernlik bunun gerçekleşmesini imkânsız kılmıştır. Tarihten esen bir rüzgârla papazı ve imamı aynı kategoriye dâhil ederseniz başka türlüsüne de rast gelemeyeceksiniz. Tarihten gerçekten esen bir rüzgâr var. Bize tarihtir inkıyat ettirme gücünün rakipsiz olduğunu öğreten. Yavuz Sultan Selim saltanatının önce Şiileri ve akabinde Memlükleri mağlup edişi Osmanlı sultanının aynı zamanda İslâm halifesi yükünü de taşıdığı intibaını doğurdu. Devletin dünyada sözünü geçiriyor olması dikkatlerin Osmanlıların hilâfeti elde bulundurmasına çevrilmesine sebep olmadı. Ne zaman ki devlet sivil hayattan bir güç devşirmeğe muhtaç hale geldi, işte o zaman hilâfet makamının koz olarak kullanılması isabetli bulundu. II. Abdülhamid devrine kadar bazı zihinlerde intiba olarak kalan şey düvel-i muazzama karşısında bir siyasi tehdit olma istikametinde güç kazandı. Oysa tren çoktan kaçmış, Avrupa kıtası sanayi ürünleri ihracatıyla dünya hâkimiyeti rolünü oynamağa başlamıştı. Rolün icrasına Çin’den bir itiraz geldi. Boxer (Haklı Yumruklar) isyanında birçok Hıristiyanlaşmış, daha doğrusu misyon eliyle Hıristiyanlaştırılmış Çinli öldürüldü.

Avrupa kıtasının dünyadaki rolüne itiraz Türklerden gelmedi. Hudutlarını Viyana kapılarına kadar ileri götüren Türkler bu şehri iki defa kuşattı. Gerçi Avrupa’yı tehdit etmek söz konusuydu ve fakat her iki kuşatmada da gaye şehri ele geçirmek değildi. Birinci kuşatma gayri-Müslim âlemi yerkürenin idaresi hususunda bir uzlaşma alanına sürükleme niyetinin ürünüydü. Doğu ve Batı o güne kadar ele geçireceğini geçirmiş sayılmalı ve toprak kazanımı kavgasına bir son vermeliydi. Böyle bir uzlaşmağa Avrupa’nın vahşi kapitalizmi asla yanaşmadı. İkinci kuşatma sırasında güdülen gaye daha değişiktir: Vahşi kapitalizm gözü doymazlıkta ve dolayısıyla yerküreyi tahripte gemi azıya almıştı. Yatırımlar yapılıyor ve hasılat biriktiriliyordu. Avrupa hayat tarzı adına biriken hasılatı azaltmak ancak edilen kârların ölü yatırımlara yönlendirilmesiyle mümkündü. İnsanlar askeri harcamalardan daha ölü yatırım olmayacağını görmüşlerdi. “Türkler Viyana’yı alacak” şayiası askeri harcamalara öncelik verilmesini sağlayabilirdi. Devletlerin askeri harcamaları arttı. Türkler aradıklarını yine bulamadılar. Savaş ihtimali ve bizzat savaşın kendisi yeni buluşların, keşif ve icatların kapısını açmakta gecikmedi.

Şimdi durup düşünelim. Evet, durmak düşünebilmek içindir. Eğer durmuşsak durmamızın yegâne sebebi düşünmek olmalı. Hareket halindeyken düşünemeyiz. Düşündüklerimiz olmalı bizi harekete geçiren. Din bizi düşündürüyor dediğimizde biz ancak din yüzünden dururuz demiş sayılırız. Müslümanlar olarak Asr-ı Saadet’in ve Hulefa-i Raşidin devrinin bizi durmağa sevk edişine hamd edişimiz bundandır. Bilimi ve tarihi aynı kategoride değerlendirme fırsatını din verir bize. Bilimde tasniflerin Aristoteles tarafından konulmuş ayrımlara sadakati elden bırakmamış olmasına rağmen pozitif bilimlere sadık kalanların bilim denildiği zaman XVII. Hıristiyan yüzyılında Avrupa’da el üstünde tutulan bilgilenme tarzını anladıklarını biliyoruz. Oysa durup düşünmek helâl ile haram arasındaki fark konusunda titizliğe götürür bizi. İlm sahipleri şeriattan ayrılmağı reddedenlerdir. Bunun içine neyin necis, neyin temiz olduğunu bilmek de girer. Temizlik imandandır. Bu ibareye nicedir helâ duvarlarında rastlar olduk. Huzursuz ediyor yaşamak beni. Temiz bir temizlik özlüyorum.

İsmet Özel, 5 Zilkade 1444 (24 Mayıs 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.