HEGEMONYA MI, İKTİDAR MI? ÖNCE HANGİSİNİ YOLUMUZDAN SÜPÜRECEĞİZ?
İSMET ÖZEL
.

Dile “yolumuzdan süpürmek” ibaresini getirdiğimize göre, bu, aklımızda bizim bir yola çıktığımız fikrini canlandıracaktır. Bir gerçekliği mi ifade ediyoruz? Biz Müslümanlar bir şeyi çözüme kavuşturmak adına yola gerçekten çıktık mı? Benim yazdıklarımı okuyanlar her bulduğum fırsatta bir Arap atasözünü tekrarladığımı bilir: Evvel refik, bad-et tarik. Türkçesi: Önce yoldaş, sonra yol. Gidilecek yer hususunda yoldaşın önceliğini, vazgeçilmezliğini vurguluyorum. Demek ki dünyada elde edilecek sonuçlar uğruna insanlar arasındaki itimat gözden çıkarılamaz. Ne türden bir itimat? Uğruna fedakârlığa katlanacağımız sonuçlar hangileridir? İki taraf arasındaki itimada helâl ile haram arasındaki fark zemin olabilir mi? Sualler birbirini takip edecektir. Ezel ile ebed arasına kaç sualin sığdığına aklı erdiremeyiz. Kendimize deli dedirtmemek için hadiseleri ve o hadiselerin içindeki kimseleri belli bir tasnife tâbi tutmak zorundayız. Öncelikle yöneten ve yönetilen ayrımına uymadan yaşanamayacağını biliriz. Batı Medeniyeti Aristoteles’ten bu yana tasnife ehemmiyet atfetmiştir. İnce eler sık dokursanız hayret edilecek çoklukta tasnife rastlarsınız. Müslümanlar olarak biz tasnifin en yalın halini benimsiyoruz: Bir tarafta kendimiz varız, diğer tarafta diğerleri. Müslim dünya ve gayri-Müslim dünya… Dar-ül İslâm ve Dar-ül Harp…

Bunlar kitabî ve isabetli tasnifler; ama tarih içinde şahıslar ne ölçüde bu tasniflere sadık kalmış? Hadiselerin gerçek yüzüne eğildiğimizde elimiz boş kalacaktır. Boş konuşmayalım; ama boşluk da bize korku vermesin. Boş olan bizi yılgınlığa sürüklemesin. Taocuların dediği gibi eğer evlerimizin içi boş olmasaydı nerede ikamet edecektik? Eğer dünyada yaşayan insanları Müslim/gayri-Müslim diye birbirinden ayırmışsak aynı ayrımı Müslümanları galipler olarak görmek isteyenler ile mağlubiyeti içine sindirmiş olanlar şeklinde iki öbekte toplayarak gerçekleştirebiliriz. Ne yapacak isek onu Müslümanlara galibiyet bahşedilmesini isteyenlerle yapacağız. Onları iktidarın gelip geçici hevesleri ve hegemonya arasındaki fark da birinci derecede ilgilendirecektir. Modern düşünce Makyavel’in gücü elden kaçırmamak için her türlü çareye cevaz vermesine dikkat çekmesiyle başlamıştır. Siyasi gücün etkin kullanımı gözümüzü hegemonyanın etkisini fark etmekten kaydırdı. Dünyanın şimdi geldiği yer bırakın etkin kullanımı siyasi gücün gerçekten var olup olmadığı hususunda bizi endişeli düşüncelere sürüklüyor.

Günlük hayat bütün yerküreyi XV. Hıristiyan yüzyılından sonra sarıp sarmalamış mali sermayenin gücünün idamesi ve kuvvetlenmesi uğruna işliyor. Boş zamanlarımız, eğlence mekânlarımız, az veya çok merakımızı çeken her şey bir ticaret sahası şekline çevrilmiş. Bunları şikâyet konusu yapmıyoruz. Mısır’da “ABD’ne terlik olarak gitmeğe de razıyım” mealinde bir söz bile var. Bu söz küreselleşmenin tatsız bir şaka olduğunu mu; 1945 sonrasında ABD’nin metropol (merkez) haline geldiği fikrinin dipdiri kaldığını mı ispat ediyor? Her ikisini de. İlkenin canlı kalması hesabına şartlar çok kolay değiştiriliyor. Londra metropol vasfını II. Dünya Savaşı akabinde kaybetti. Çünkü milletlerin milletlere açık tahakkümünün yerini aynı tahakkümün üstü kapalı olarak devam etmesini savunan Amerikan tarzı zihinlere hükmetti. Görüyoruz ki kıta olarak Avrupa ve ülke olarak Japonya yarı-metropol özelliğini kıskançlıkla korumakta ısrarlı. Ne Bükreş, ne Sofya bir Paris olamayacak. Yine de olabilecek şeyler var. Bunların başında iktidar ile hegemonyayı birbirinden ayıracak dili bulmak geliyor. Hadise siyasi olmaktan ziyade sosyal karakterde ise bütün yazdıklarımı dile bağlamak niçin?

İnsan hayatına çeki düzen veren dildir. Modern çağ maddi unsurların hayatımızı işgaline vardı. Bu maddi unsurların (maddi olan digital de olabilir) hayatımızı şekillendirdiği demek olmuyor. Dilimiz maddi unsurlara hayatımızda bir yer biçiyor. Dolayısıyla dildir önce iktidarın hegemonya ile arasını açacak olan. Bu ara açıldı mı lisan kime hangi sahanın tahsis edileceğini keşfedecek. Sonunda dille lisanın tanışmasından dolayı lügat imdadımıza yetişecek. Sıhhatli bir insan hayatına dilin lisana, lisanın da lügate şekil vermesiyle ulaşabiliriz. İşlek bir dil işlek lisana, işlek bir lisan da işlek bir lügate dönüşür. Yenebilirsek hegemonyayı işlek dille yeneceğiz. Dil kelimesinin Türkçede bir anlamı da casustur. Savaşan kavimler muhataplarının arasına dil sokar. Dilin casusluk hususiyeti ona göründüğü gibi olmayan özelliği veriyor. Yani dil hem göründüğü gibi değildir, hem de asıl aidiyeti derindeki bir şeye bağlıdır.

Dilin derinlikle irtibatı geçmişte şiire geniş bir alan açtı ve halen açıyor. “Biz kendimiz” dediğimizde mahdut bir alandan bahsetmediğimizin bilincindeyizdir. İçimizdeki uzayın derinliğini inkâr edecek cesarette kimse çıkmadı şimdiye dek. Modern tarih bir ülkeyi yöneten kadroların tümden değiştirilebileceğini defalarca gösterdi. Küfrün iktidarın hesabını gittikçe kolaylaşan bir tarzda görebiliyoruz; ama küfre mahsus hegemonyanın? Kâfir hegemonyasının hesabını görmek için önce içimizdeki tüketim şehvetini yok etmeliyiz. Sonra? Şehvetle tüketme duygumuzu körelttikten daha sonra yapacağımız iş içimizdeki tüketim arzusunu kanaatkârlığa çevirmektir. İslâmiyet Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın azdırdığı hegemonyanın baştan ayağa değişmesi için gerekli bütün şartları ortaya sermiştir. Günde beş vakit namaz kılan toplum cihad adına bilenmiş ümmeti ifade eder. Yılda bir ay oruç tutan toplum Allah’a teslimiyetin anlamını dünyaya yaymıştır. Hegemonyaya karşı hegemonya İslâm bunu öğretti insanlara.

İsmet Özel, 10 Zilhicce 1444 (28 Haziran 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.