KAYITLI VE ŞARTLI HÂKİMİYET
İSMET ÖZEL
.

Türk milletinin ister istemez tâbi olduğu kayıtları tespit eden ve tepeden inme inkılapların tatlı hayat şartlarını oluşturanlar bizlere, kanun hâkimiyetiyle elleri kolları bağlanmış bizlere, bir maval okudu. Dinlediğimiz bir tür millet hâkimiyeti masalıydı. Üstelik söz edileni alelade bir hâkimiyet saymak mümkün değildi: Hâkimiyet bilâ kayd ü şart milletindi. Vay canına! Neymiş, kimlerden oluşuyormuş bu millet? Tarih bilincimizin bir türevi olarak Türk milleti denince neyi kast ettiğimizi sarih olarak bilmek ve bildirmek mecburiyeti altındayız. Son dört yüz yıldır yaşadığımız topraklarda Türk milletinin hususiyeti hakkındaki cehalet insanların makam ve mevki sahibi olmalarına, gayri meşru servetlerini kat be kat artırmalarına yol açtı. Vardığımız sonuç toplumun dokusunun çözülmesidir. Millî dokunun sıkı karakteri İstiklâl Harbi’ne katılmağı reddedenleri ve giderek İstiklale düşman faaliyetler içinde bulunanları bir köşeye, malum köşeye sıkıştırmıştı. Bu zevat 27 Mayıs 1960 sabahında tıkıştırıldıkları köşeden çıkmakla kalmadı Türklerin yaşama alanlarının her yerine dağıldı.

“Riche comme des pachas” Fransızların bir sözü bu. “Paşalar kadar zengin” demeğe gelir. Yani paşaların ellerinde tuttuğu servet burjuva sınıfı dünya ölçüsünde hesaba katılan Fransızların bile dikkatini çekmiş. Osmanlı’nın inkıraz ettiği devirde Avrupa devletlerinden madalyalar, nişanlar kabul eden paşalar Türk ordusu içindeki gözüpek faaliyetlerinden ötürü değil ecnebilere yarandıkları ölçüde zengindiler. Devlet çöküyor, Türk toprakları gün be gün elden çıkıyorken paşalar zenginleşiyordu. Demek ki, birileri ilk elden çıkacak topraklar hakkında bilgiyi güvendikleri makamlardan alıyor ve Osmanlı Mülkü karakterini kaybedecek yerlerdeki mülklerini satıyor, oradaki akrabalarını daha güvenli saydıkları bölgelere taşıyorlardı.

Padişahsız, Halifesiz Cumhuriyet döneminin büyük bir imkânı olmalıydı; ama olmadı. İktidarı bir şekilde gasp etmiş bulunanlar şiar olarak “İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” cümlesini benimsemişti. Oysa devlet memurları gözle fark edilecek şiddette imtiyazlıydı. Bir şehrin valisi o şehrin CHP il başkanıydı aynı zamanda. Adnan Menderes’in tabiriyle “bir parmak solda” olan Demokrat Parti piyasa ekonomisini canlandırma telaşına kapılmıştı. Hayalperest insanlardı Demokrat Partililer: Atatürk Orman Çiftliği’ni ABD’ye verirlerse, bunun mukabilinde Amerikalıların Türk topraklarında petrol bulabileceği ve dahası ABD’den ithal ettikleri ziraat aletlerinin gücünden istifade ederlerse tütün gibi, pamuk gibi alanlarda dünya pazarlarında rekabet imkânına kavuşacakları düşüne dalmışlardı.

Dünya Sistemi adını verdiğimiz düzenin sahipleri Türk topraklarında olan biten her şeyi dikkatle izliyor. Sadece dikkatle izlemekle yetinse buna bir diyeceğimiz olmayabilir. Ecnebiler Türk topraklarında fiilen gerçekleşen her şeyin karakterine tasallut ediyor. 27 Mayıs 1960 ihtilâline kadar her lise mezunu askerliğini yedek subay olarak yapabiliyordu. İhtilâl bu hakkı onların elinden aldı. Askerliğini erat içinde kalarak yapmak istemeyen herkes üniversitelere kaydolma derdine düştü. İhtilâlin 29 Ekim 1923’te ilân edilen ve 37 sene hükmünü yürüten siyasi düzeni tebahhur ettirdiğine ihtimal vermediğimiz gibi, millet olarak bunu fikredecek vasıflardan da mahrumduk. 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesi 27 Mayıs 1960’ın eksiklerini her bakımdan gidermede gecikmedi. “Her bakımdan” dedim, zira 24 Ocak 1980’de alınan kararların dünya sisteminin hiçbir kaybı olmaksızın uygulanması için Türkiye’nin başına kendisinden hesap sorulamayacak bir siyasi yetkeyi sarmak gerekiyordu. Bu siyasi yetke de İstiklâl Harbi hatırına dokunulmazlıklarla donatılmış orduydu. 

Ordu İstiklâl Harbi’ne kayıtlıydı. Çünkü elimizde I. Cihan Harbi akabinde Türk topraklarının ecnebiler eline geçmesine rıza göstermeyen yegâne örgütlü güç ordu kalmıştı. Bütün milletçe bilinen kayda inkılâplar birer şart olarak eklendi. Bu şartların en ağırı Türkçenin Lâtin alfabesiyle yazılabileceğini iddia eden yaklaşım oldu. Yaklaşım dediğimiz şey bir yaklaşım olarak kalmadı. 1929 Hıristiyan yılından itibaren “millî” diye adlandırılan eğitim bu harflerle gerçekleşti. Şu anda benim Lâtin alfabesiyle kaleme aldığım yazıyı okuyorsunuz. Başka ne olacaktı diye sual edebilirsiniz. Türk topraklarında yaşayıp da bu suale cevap verecek yeterlikte bir tek kişinin bile bulunduğunu sanmıyorum. Hâkimiyet altındayız. Kayıtlı ve şartlı bir hâkimiyet…

İsmet Özel, 17 Zilhicce 1444 (5 Temmuz 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.