ŞİİRİN HESABINDAN HESABIN ŞİİRİNE
İSMET ÖZEL
.

Bünyemizden sıhhatli bir unsur üretmek… Bu üretimi ne yapıp da gerçekleştirebiliriz? Böyle bir üretimi mümkün kılacak araçlar hem zorla, hem sinsice elimizden alındı. Meselâ 1826 Hıristiyan yılında Yeniçerilik lağv edildi. Sinsice değil zorla uygulanmış ve Yeniçeri ocağı içinde doğmuş ihanetin derlediği bir hâsılaydı bu. Zeki ve bedeni işlevleri elverişli Hıristiyan çocukları devşiriliyor ve şuurlu Müslümanlar olarak Allah’ın ordusuna katılıyordu. Allah’ın ordusu Osmanlı mülkü olarak bilinen toprakların kavmiyetçilik adına “elden çıkması” hadisesi karşısında bir engeldi. Nitekim yeniçeriliğin kanlı bir şekilde hükümsüz bırakılmasından dört sene sonra Yunanistan dünya Hıristiyanlarının kanatları altında bağımsızlığını ilân etti. Bu vakıa bir kavmin Osmanlı mülkünden toprak koparmasının ilk örneğiydi. Yeniçeriliğin Müslümanların gayri-Müslimlere hangi gözle baktıklarının dünya ölçüsünde bir misali olduğunu dikkatten kaçırmamak lâzım. Bu misali dünyaya ikram etmekten mahrum bırakıldık. Mahrumiyetlerin ardı arkası kesilmedi. Nasıl I. Cihan Harbi farz edilen Batı Medeniyeti’nin sonunu getirdiyse adı Türk modernleşmesi olarak anılan şeyin sonunu şiirde varlığı inkâr edilemeyen ve fakat edebiyat sahasında bir tane bile misali gösterilemeyen İkinci Yeni akımı getirdi.  

“Farz edilen Batı Medeniyeti” dedim. Eğer varsa “Batı Medeniyeti” bir faraziyeler yığını olarak var. Bağrımızda yaralar açan vakıaların başlangıcını Haçlı Seferleri sayabiliriz. Haçlılar Müslümanların elinden bütün hâkimiyet bölgelerini almak istiyorlardı. Bu yönde bir dönem başarıları da oldu. Sonunda Türkler Avrupalıları iklim bakımından elverişsiz, toprak bakımdan verimsiz kıtalarına hapsetti. Bundan böyle hapis cezasını hürriyet arayışına çevirmek batılı olmanın şartı gibi algılandı. Hürriyet adını bir kimsenin sahibinin (kölelerin sahibi olur) istediğini değil keyfinin istediğini yapabilmesine veriyoruz. Bu sebeple hürriyet ilkesi kültürden kültüre, iklimden iklime değişmez. Yani her insan hangi kültürde ve hangi iklimde bulunursa bulunsun kula kulluğun aleyhinde bulunabilir ve aklı başında diğer insanlara içine düştüğü durumun hürriyetle bağdaşmadığının haberini verebilir. Ben şiire insanlığımın gereğini yerine getirmek, keyfimin istediğini yapabilmek inancıyla başladım. Hâlbuki bu çocukçadır. Doğru ve yerli yerinde bir inanç değildir. Vaki olanda bir yanlışlık yok. Çocukluk geçirmeden yetişkin olunmaz. Dolayısıyla şair olarak hareket tarzıma içinde yetiştiğim kültürün ve bilhassa edebiyat ortamının öncülleri tarafından yön verildiğine vakitlice dikkat etmemiştim. Yönlendirilmenin ölümcül olmadığını ve bilakis insanlaşmanın merkezindeki motif olduğunu daha sonra kısa zamanda kavradım.

Bu kavrayışın şiir yazmamda çok belirleyici olduğunu söylersem yalan söylemiş olmam. Şiirlerimin dergilerde boy gösterdiği ilk zamanlarda düsturum şuydu: Başkalarının yazdıkları şiirde gösterdiği zaafa göz yumabilirim; ama bu hakkı kendime tanımam. Riayet ettiğim düstur pek kısa sayılmayacak ömrüm boyunca şairlikten inhiraf etmeme mani oldu. Şiir yazmayacağımı çünkü okuyucunun buharlaştığını ilân ettiğimi hatırlayanlar olacaktır. Bunun üzerinden çok zaman geçmedi. Bugün zihnim Türk edebiyatının yenileşme ihtiyacı olduğu ve bunun ancak şiirden başlayabileceği fikriyle meşgul. Öyleyse bir zaman önce ilân ettiğim şeyi tevil etme durumundayım: “O” şiiri yazmayacağım artık. Şiire başlarken “o” şiiri gözümde büyüttüğümü itiraf etmeliyim. Umarım ki, ömrüm boyunca yazdıklarım “o” şiiri yazmanın atla deve olmadığını kanıtlamıştır. Ben yazdıklarımla şiirin hesabını verdim; bugün birisinin (ben veya bir başkası) hesabın şiirini yazması gerekiyor.

Ha deyince olacak bir şeyden bahsetmediğimi biliyorum. İş olarak kendimizi XXI. Hıristiyan asrında yapmakla görevli saydığımız şeyin itikadî bir zemini olması gerekiyor. Eğer itikadımız ehl-i sünnet ve'l cemaat üzerine ise hayatın bu zemin üzerinde yeniden anlamlandırılması kaçınılmazdır. Neyi kast ediyorum hayatı yeniden anlamlandırmak derken? Hayata canlı veya cansız varlıkların hepsi çevrelerine verdikleri tepkiyle anlam verir. Bir nehrin bile anlamına üzerinde aktığı araziden ulaşırız. “Ulaşırız” dedim çünkü anlam anlayanla doğar. Anlayan da bildiğimiz kadarıyla insandan başkası değildir. Soğuk bölgelerde ve sıcak bölgelerde yaşayan hayvan ve bitkilerin nerelerinin ne şekilde olduğu ve giderek o canlının hangi türden olduğu sadece insan bilgisi içindedir. Çevresine yön ve karakter kazandırmak da insan işidir. Bu hususiyet insanın yalnızca çevresine uyan değil, çevresini de kendine uyduran varlık olmasını sağlar. 

Batı Medeniyeti kuruntusunun sönüşü ve Türk modernleşmesinin gidebileceği son noktaya varışı… İki olgu arasındaki münasebete dikkatlerimizi çevireceğiz. Batı’da yükselen şey ücretli emeğin istismarına dayalıdır. Ücretli emek o miktarda acımasız bir dönem yaşamıştır ki, başta Marksistler olmak üzere Batılı aydınlar sermayeyi billurlaşmış emek gibi görmenin ve kapitalizmin varlığını emek ile sermaye arasındaki çatışmaya borçlu olduğunu farz etmenin rahatlığına sığınmışlardır. Her teori teorisyenin otobiyografisidir. Marx’ın, Freud’un, Darwin’in yazdıklarından bu eşhasın sırlarına vakıf oluruz. Şahıslarla neyi paylaşıyorsak kâr olarak yanımıza o kalır. Darwin’le maymunlaşır, Freud’la kendi bilinçaltımıza iner ve Marx’ la birlikte sınıf gerçeğiyle yüz yüze kalmağa mecbur oluruz.

Zengini fakiriyle bütün dünya maymunlaştı. Tabiî afetlerin ardı arkası kesilmiyorsa da mensup olduğu milletin mesuliyeti gereği hareket eden bir tek idareci bulmamız imkânı elimizde yok. Bilinçaltı her kabahati çocuklukta yaşanmış sarsıntılara yükleme fırsatı doğurdu. Suçlular cezalandırılmıyor ve tatlı hayat balonunda teskin ediliyor. Maşa ile bile tutulur yeri kalmamış dünyada şiirden temiz bir hava geleceği haberi kendini kandırmanın bir yolu mu?

İsmet Özel, 21 Safer 1445 (6 Eylül 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.