İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Hiçbir çağ başka bir çağın kopyası olmadığı halde hem içinde bulunduğumuz çağdan hep şikâyet ettik ve hem de bir zaman önce daha iyi yaşanıldığına inanmak hoşumuza gitti. Ben de “Neyi kaybettiğini hatırla!” uyarısında bulunan metinler kaleme aldım. İnsanlığımızın garipsenecek bir tarafı bu. Dikkat çekmeğe çalıştığım bu yanılsamanın bir fanteziden ibaret olmadığını ve iler tutar bir tarafı olduğunu itiraf etmeliyim. Dünyanın günden güne değiştiği bir vakıa. Değişmeyi hayra yormak gerekli mi, mümkün mü? Bence ne gereklidir, ne de mümkün. Uzay çalışmaları aklımızı allak bullak etti. Bilinçaltının keşfinden daha büyük bir sarsıntı bu. Mikro-biyologideki buluşlar gündelik hayatımızı an be an delik deşik ediyor. Siz üniversiteye giriş sınavını yapay zekâya tevdi etseniz bile yapılan her şeyin insan elinden geçmesine engel olamayacaksınız. Şeytan uyumuyor.
Eski Dünya denilince Asya kıtasını, Avrupa’yı ve Kuzey Afrika’yı anlıyoruz. Yeni Dünya ibaresi akla hemen Amerika’yı getiriyor. Oysa Avrupalıların bilgisine yabancı Okyanusya ve Yeni Zelanda gibi bölgeler ve Afrika’nın Avrupalı'ya yüz yıllar boyunca av sahası teşkil etmiş bulunan alanları da Yeni Dünya’ya dâhil. Yeni Dünya’nın bitki ve hayvan bakımından hem hayret, hem de hayranlık uyandırdığı dönemleri geride bıraktık. Bütün dünyanın büyük bir köy olduğuna inananların sayısı hayli kabarık. Oysa durum hiç sanıldığı veya inandırılmağa çalışıldığı gibi değil. II. Cihan Harbi sonrasında beyaz ırk kendi yurdu bildiği yerlerde kan dökülmemesi kararı aldı. Avrupa ve Avrupa’dan ayırt edilmeyen yerler savaş ateşinden uzak tutuldu. Kore’de, Vietnam’da, Arap ülkelerinde, Pakistan’da açıktan açığa kan döküldü. Asya’dan, Afrika’dan, Latin Amerika’dan milyonlarca insan yarım asırdır “güvenli bölge”ye kapağı atmak için canını dişine takmış haldedir. İnsanlar arası münasebetlerin hangi aşamaya vardığından ben bihaberim.
Ya denetleyenler veya denetlenenler arasında yer almak... İşte bu insanı var olan şeylerin bir türü sayanların gözünde o türün karakteristik hususiyetidir. Köleci, feodal veya kapitalist bir toplumda yaşamanız kurala halel getirmez. Ya kural koyuculardan birisiniz veya kurala uyanlardan. Müslüman olmakla kendimize şemanın dışında bir yer seçmiş oluruz. Yahudiler gibi Yahudiliğimizi annemizin Yahudi oluşuna bağlamayız. Hıristiyanlar gibi vaftiz olarak dünya kirinden arınma zırhı edinmeyiz. Müslüman olmak için şahitler önünde kelime-i şahadet getirmemiz yeterlidir. Kelime-i şahadet iki bölümdür: Birinci bölümde Allah’tan başka tapacak olmadığına şahadet ettiğimizi, ikinci bölümde Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ettiğimizi beyan ederiz. Birinci bölümü yokladığımızda karşımıza anlamsızlık çıkabilir. Nitekim “İbrahimî” dinler veya monoteizm yaftası altında Yahudiliği ve Hıristiyanlığı İslâm’la aynı kategoride telâkki etmek isteyenler vardır. Oysa bu iki dinin ikisi de Kur’an-ı Kerîm’in inzaliyle butlana uğramışlardır. Birinci bölümün karşımıza anlamsızlık çıkarmaması için ikinci bölüme kıskançlıkla sahip çıkmaktan başka çaremiz yok. Böylece neyin helâl, neyin haram olduğunu sağlam bir şekilde kavradığımız gibi dünya hayatında seçtiğimiz yolun sırat-ı müstakim olduğu sarahatine ulaşırız. Ulaştığımız sarahat ve karar bizi yaratıkların en şereflisi olduğumuz hükmüne götürür. Böylece bir türe mensup olma illetinden sıyrılır “karar” etmiş bireylerden biri haline geliriz.
İnsanı bir hayvan türü saymak zihin gerilemesidir. Bu gerileme kitap okuyanlar zümresinde öyle yaygınlaştı ki, yeryüzünde Darwin’in yaptığına benzer bir şeyi yapmağa hevesli insanlar hızla türedi. Daha bilimsel olursak tarafsızlığımız pekişir zannı ile hareket eden milyonlarca kişi ile karşılaşıyoruz. Eski Dünya keşifler devrini geride bırakmış ve eskisiyle yenisinin ayırt edilemediği bugünkü dünya kadar hurafelerle dolu idi. Sahtelikle gönül avutmak insanın en yaygın zaafıdır. Büyük İskender İndüs nehrine ulaştığında Afrika derinliklerine hiç dalmamış askerleri Nil nehrinin kaynağını keşfettikleri zannına kapıldı. Bugünün insanları ömürleri sırasında kıyamet kopmazsa hangi hülyalarla avunduklarını ve avutulduklarını öğrenecekler.
İnsanın bilgi edinmedeki tavrı iki türlüdür: Talim ve terbiye. Bu ikisini adlandırmak kolay ve fakat ortaya çıkan adların içini doldurmak oldukça zor. Talim bizi bilginin aşkın (müteal) yanına sürükler. Terbiye ise bizi içkinliğe (immanent oluşa, indimaci oluşa) sadakate zorlar. Gerçi her ikisi de diğerini etkiler; ama biz anlaşılırlık hatırına ikisini birbirinden ayırıyoruz. Talim yeri gelince metalaşan bilgidir. Buna ansiklopedik bilgi de diyebiliriz. Talimde gereksiz atılganlıklar gösterene “malumatfuruş” denir. Terbiye ise bizim karakter yapımıza bitişiktir. Terbiyeliysek her bilginin kendine mahsus bir yeri olduğunu düşünür ve bazı durumlarda bilgimizi geri çekeriz. Terbiyeli kişi toplum içinde çoğu zaman öyle olmadığı halde cahil ve ahmak sanılır. Talim ve terbiyede olgunlaşmış kişilerin birbirlerini bulmaları enderdir.
İnsanların birbirleriyle gerçekte anlaşıp uzlaşmaları da enderdir. Çünkü hepimizin -ikiz eşi bile olsak- daha ana rahmindeyken uğradığı şartlanmalar birbirinden çok farklıdır. Yine de bir esinti insanları zaman zaman birbirleriyle uzlaşmış gösterir. Cesur diye kendisiyle uzlaşma yolunu seçtiğimiz insan günü gelince bizi hayal kırıklığına uğratacaktır. Tersi de olur. Korkaklığından ötürü yüz çevirdiğimiz kişi karşımıza değme babayiğidin göze alamadığı bir direncin timsali olarak çıkabilir. Milletlerin tavrı da bundan farklı değildir. Milletler hiç tahmin edemeyeceğimiz sebeplerden ötürü birbiriyle kenetlenir veya tam tersi bir iç savaşa girişir. İç savaş denilince akla gelen ülkelerden ilki ABD, ikincisi İspanya’dır. Dünyanın I. Cihan Harbi sonrasında ilk gördüğü devlet SSCB’dir. Onu Faşist İtalya ve nihayet Nazi Almanya’sı takip etmiştir. Ne Kral aleyhtarı dünya kamuoyunun ve ne de SSCB’nin cumhuriyetçilere bir katkısı oldu; ama hem İtalyan, hem de Alman uçakları cumhuriyetçi şehirleri bombaladı. Neden acaba? Nazi-Sovyet paktı imzalandığı zaman Mussolini Hitler’e anlaşmayı tasvip ettiğini bildiren bir mektup gönderdi. Sovyetleri kast ederek “Bunlar” diyordu “bizim gibi dünya oligarşisine karşıdır”. Cumhuriyetçiler oligarşiden yana mıydı? Hâsılı, beynelmilel münasebetler bildiklerimizin çok dışında ölçülere sahip.
Bu ölçülerin biri de hangi milletin hangi sebeplerden ötürü hangi millete düşman olduğudur. Hıristiyan takviminin 1935inci yılında dünya aydınlarının değerlendirmesi Aydınlanma aleyhinde değişti. Yani müstemlekeci ülkeler Aydınlanmacı olmakla töhmet altında kalmaktan kurtulamayacaktı. Faşistler ve Naziler kendilerinin ezilen milletlerin safında yer almasını tabiî buluyordu. Yıllar geçti ve milletlerin dayanışması fikri tarihin çöplüğüne atıldı. Dolayısıyla geri kalmış ülkeler oligarşiden hesap sorma fikrinin yanına bile uğramadı. Serbest güreşte defalarca şampiyon olan Türkiye’nin bir voleybol ülkesi haline gelmekle övüneceği kimin aklına gelirdi?
Tarihin çöplüğü dopdoludur. Celâl İnce’nin Amerikan kovboylarına ithaf özentisiyle yazdığı şarkıda “kaval” kelimesinin geçmesi vaktiyle kimseyi güldürmemişti. Şimdi ise hiç güldürmüyor. Çünkü o da tarihin çöplüğünde. II. Beyazıt saltanatı sırasındaki büyük İstanbul depreminin verdiği hasar üç ay içinde tamir edilince kendilerinin dikkate değer bir varlık haline geldiğine kanaat getiren zevat bir kusursuz Osmanlı tarihi uydurdu. Bu tarih bize yaşadığımız toprakların nasıl olup da Dar-ül İslâm seviyesine yükseldiğini anlatmadığı gibi gaza beyliklerinin ehemmiyetine de temas etmedi. Hepimiz “Fetret Devri” dedikleri zamanın Türk zihniyetine hangi damgayı vurduğundan habersiz âlimler haline geldik. Nesiller geldi geçti, ilmimiz bâki kaldı.
İsmet Özel, 14 Zilkade 1445 (22 Mayıs 2024)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün