BİR BARDAK, YARIM BARDAK
İSMET ÖZEL
.

Doluluk ve boşluk sadece telâffuz edildikleri zaman bile bir ahlâki değeri ifade eder. Doluluk kıymet taşıyan şeyi, değer taşımayı dile getirir. Boşluk ise tam tersi. Bilinen hiçbir ağırlığa sahip olmayan boş olandır. Söyleyebiliriz ki, boş fıçıdan hâsıl olan en iyi şey tıngırdamaktan ibarettir. Dolayısıyla bize dikkatimizi bardağın boş kısmına değil de dolu kısmına çevirmemizi tavsiye eden gerçekte hakikatten uzaklaşmamızı tavsiye etmiş olur. Ömrümüz içinde hakikate vasıl olup olmamak insan hayatının, tatlı canımızın anlamına taalluk etmez. Anlam arıyorsak ömrümüz boyunca hesap içinde tutmamız gereken varacağımız sonuç değildir. Meyillerimiz, daha açıkçası niyetlerimizdir bizi beraat ettiren veya cezaya çarptıran.

Günlerimiz dünyada geçerken sevaba mı, günaha mı meylettiğim kayda değer değildir; nihayette bütün olan biten benim kafamın içinde olup bitiyor, fiiliyatta bunun bir karşılığı yok diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Eğer bir günah işlemeği aklınızdan geçirirseniz günah hanenize bir artı konulmaz. O günahı sizin gerçekten işlemenize kadar beklenir. Zıt yönde ise hadise farklı cereyan eder. Aklınız bir sevap işleme yönünde etkin olunca derhal bir sevap kazanırsınız. Sevabı yerine getirdiğiniz zaman hanenize ilâveten bir sevap daha işlenir. Yani İslâm akidesi size güzel ahlâk aşılamak hedefine ayarlanmıştır. Aşılama iyi bir sonuç verir mi? Bu sualin cevabı hesap gününde alınacaktır. Nasıl bir tarlayı taşlardan temizlemek, o tarlayı sürmek ve o tarlaya tohum ekmek hasatta vasıl olacağımız sonuçtan uzaksa dünyada geçirdiğimiz günler de sonuçtan haberdar olmamıza yetmez. Bu yüzden biz Müslümanlar Allah’tan ümit kesmenin de, Allah’tan emin olmanın da bizi küfre düşüreceğine inanırız.

Allah’ın Mü’min olduğunu bilmek bize, her birimize katılmağa değer bir taraf bulunduğu kanaati içinde yer ayırır. O yere yerleşme cehdi derecemizin de, derekemizin de ölçüsünü sağlar bize. Ölümden sonra nereye gideceğimizi bir bina inşa eder gibi icra ettiğimiz faaliyete benzetemeyiz. Her şeyin Allah’ın elinde olduğu hususunda ölüm kapıya dayandığında duyacağımız en küçük şüphe bizi helâk edebilir. Namaz sırasında yüzümüzü Kudüs’e değil de Kâbe’ye çevirmemiz vatanseverliğin iman etmekle alâkalı olduğunu açıklar. Varoluşumuzun gayesi konusundaki her endişemiz de imana giden yolu genişletir. Allah’ın bana hidayet nasip ettiği günden beri iman etmekle iman ettiği kabul edilmek arasındaki farka dikkat çektim. Bu farkın kime hangi kapıyı açtığını bilmiyorum. Bildiğim şey muhatabının iman sahibi olduğu zannı ile hareket edenlerin bizi düşürdüğü çukurdur.

En az 400 senedir bütün çevre halkları gibi batılılaşma çukuru içinde debeleniyoruz. Evrimi ve ilerlemeyi kutsallaştıran kadrolar zamanında tepsi içinde felâketi saadetmiş gibi ikram etti. Türk topraklarında hüküm sürenler önce ülkemizin ağır sanayiinin, sonra elektronik sanayiinin çöplüğü haline düşmesinden gocunmadı. Bilakis ülke insanının yurt içinde ve yurt dışında köleleşmesini hızlandıranlar terfi ettirildi ve sadece onların mali gücü Batılılaşma boyunca artırıldı. Hıristiyanların XVII. yüzyılında Türk toprakları mamul madde ihraç eden ve ham madde ithal eden bir ülke idi. Bu cümleyi iktisat bilgisini taçlandırmak gayesiyle yazmadım. Bu cümleyi sanayileşmeye karşı atakta bulunma fikrinden ne miktarda uzak kaldığımızı belki gösterir diye yazdım.

Sanayileşme kapitalizmin dünya halklarının esaret altına alınması yolunda bir hamle yapmasını sağladı. Öyle ki, uzunca bir dönem “ileri gitmiş ülkeler” sözü “sanayileşmiş ülkeler” sözüyle eş anlamlı imiş gibi kullanıldı. Garbın afakını çelik zırhlı bir duvarın sardığını sanarak bugünlere geldik. İşin aslı hiç de sanıldığı gibi değil. Garplılar ustaca bir manevrayla her türlü teknologinin kontrol altında tuttukları ülkelerin insanlarının gündelik korkular içine salınmasını bekler hale getirmeği başardı. Bugün cep telefonlarına ha patladı, ha patlayacak gözüyle bakan kimseler bile var.

Nasıl Şeytan’ın en büyük başarısı insanları şeytan diye bir şeyin bulunmadığına inandırmak idiyse teknologinin de en büyük başarısı insana mahsus yaşama ritmini bozma, yok etme gücü gösteren teknologinin düzeltme, tedavi etme ve eski günleri geri getirme işinin de hakkından geleceğine inandırmasıdır. Ne olacak peki? Ufkumuzda kıyamet olduğunu bilerek kendimize düşen işin ne olduğunu nereden anlayacağız? Bu hususta bütün beşeriyet içinde şüpheye düşmeyen sadece Müslümanlardır. Çünkü Müslümanlar kıyametin koptuğuna bizatihi şahit olsalar bile ellerindeki son hurma fidanını dikmekle emrolunmuşlardır. Biz İstiklâl Marşı Derneği mensuplarının ne yazımızı geri alma bahsindeki ısrarı, ne Misâk-ı Millî’nin gerçekleşeceğine inançları, ne de Türk topraklarının üstünde yaşamağa gıpta edilen yerler haline getirilmesi düşünceleri sönecek birer sabun köpüğüdür. Ne olacağını yaşayan ve yaşatan görecek.                       

İsmet Özel, 22 Rebiülevvel 1446 (25 Eylül 2024)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.