YALNIZLIĞA KARŞI FERT
İSMET ÖZEL
.

Henüz Beyaz Saray’daki yerini (İngilizce White House ibaresinin Türkçeye doğru tercümesi Beyaz Ev olduğu halde devlet başkanının olsa olsa sarayda ikamet edebileceği fikrine takılanlar bu söyleyişi Türkçe konuşanlara giydirdi. Fena durmuyor. Şikâyetimiz yok.) almamış olsa bile Donald Trump müstakbel kabinesini şimdiden öyle şahin bakışlı kimselerle doldurdu ki, kurulacak kabinede en ılımlı şahsın devlet başkanı kalacağı şaka ile karışık beyan ediliyor. Delirmemek için Batı’da cereyan eden her şeyden ancak şaka ile karışık söz edebiliriz. Modernliğin başlangıcından bu yana işin içine “sense of humour” katmadan konuşanlar psikiyatrların insafına terk edilmişlerdir.

Mizah duygusu taşımak insanın tabiî hali midir? Hayır, binlerce defa hayır. Hayatımız eğer mizah duygusuna geniş yer vererek geçiyorsa bilin ki, günlük ekmeğiniz uğruna da dâhil olmak üzere bütün çalışmanız başkalarını aldatmaktan doğan fırsatları değerlendirmenin hâsılasından teşekkül etmektedir. Avrupalı milletler arasında “sense of humour” a en büyük kıymeti tanıyanlar Britanyalılar ve en az şaka yollu ifadelere başvuranlar ise Almanlardır. Bunun niçin böyle olduğuna kafa yormamız lâzım. George B. Shaw “Şimdiye kadar yazdıklarıma mizahtır deyip geçtiler; eğer ciddiye alacak olsalardı beni defalarca idam etmiş olacaklardı” demişti. Cleopatra’nın en sevdiği içkinin bira olduğunu bilmediği için olsa gerek bir Polonya kralı “Oralarda bira yoktur” bahanesiyle Haçlı Seferleri’ne katılmaktan imtina etmişti.

Ucunda ölüm olmayan bir şeyi ciddiye almadığımı daha önce yazmış ve söylemiştim. Bunu şimdi de ikrar etmekten tedirginlik duyuyorum. Aklımızın başımızda olup olmadığına bakalım. Eğer aklımız başımızda değilse onu bulunduğu yerden çekip, gerekirse koparıp başımıza getirmemiz şerefli hayatın şartıdır. Şerefli hayat derken bilhassa insan hayatından söz ettiğimizi hem hatırlamamız, hem de hatırlatmamız gerekiyor. Bizler evine girerken üzerinde hiç para bulundurmayan Peygamber’in ümmetiyiz. İnsan olmanın ancak safiyete talip olmakla mümkün olabileceğini hatırlamalıyız. Safiyete ise parayla nefsimiz arasına mesafe koyarak ulaşabiliriz. Çağımızda bunun imkânsız olduğunu söyleyeceksiniz. Demek ki, biz Müslümanlar gerçekçi olmağa diğerlerinden çok daha yakınız.

Mali hegemonyası olmadan Dünya Sistemi’nin ayakta kalamayacağının bilgisi insanları yalnızlığa sürüklüyor. Hayatınızı idame ettirmek için lüzumlu saydığınız nesne, şahıs ve müesseselerle kuşatılmış durumdasınız. Sistem’in âleti olmadan açlıktan kurtulamıyorsunuz. Sistem hayatımızı âniden işgal etmedi. Gerek küçük ve savaşlar, mahrumiyetler gibi büyük adımlarla yaşama alanımızın gasp edilmesine itiraz etmeyişimiz bizi Sistem’e şapka kaldırır duruma düşürdü. Bütün menfiliklere rağmen elimizden karakter inşa etme imkânımızı alamadı. Karakter inşa etme dediğimde cimrilik, cömertlik, hayırseverlik, nobranlık gibi insana mahsus hususiyetlerde ısrar etmeği anlamıyorum. İnsanoğlu karakterini ancak Müslüman olarak inşa edebilir. Tarih bize bunun şıpın işi yapılamayacağını gösterdi.              

Çevreye uymanın gereği olarak Müslüman görünmenin karakter inşa etmekle bir ilgisi yoktur. Karakter edinme vakıasıyla ancak İslâm, iman, ihsan sıralamasının neresinde bulunduğunu kavradığın zaman tanışabilirsin. Kelime-i Şahadet getirdiğin zaman modernliğin bütün belâları karşısında bir zırha kavuşursun. Artık seni dev bir endüstrinin küçük bir vidası şekline sokmak isteyenlerin silâhları sana işlemez. Evet, Malcolm X’in ölmeği özgürlüğün bedeli sayması isabetlidir; ama ölümü tatmadan da şehit olunmaz. Modernlikle nasıl başa çıkılacağını bize, biz Müslümanlara öğreten Kur’an-ı Kerîm’dir. Şimdiye kadar Müslümanların kendi kitaplarına gösterdiği küçük veya büyük her itaatsizlik felâketle sonuçlanmıştır. İslâm’ı seçmek çok tanrıcı anlayışı terk edip tek tanrıcı yaklaşımı tercih etmek değildir. İnsan Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim dediği zaman Batı’da XVII. Hıristiyan yüzyılından bu yana dallanıp budaklanan bilimin tuzağına yakalanmaz. Kelime-i Şahadet insana bir vasıf kazandırır. Nedir bu vasıf?

Bu vasıf Allah’ın rahmetinin Allah’ın gazabını aştığına inanma vasfıdır. Kalbi imanla dolu herkesin nefes almakta güçlük çektiği şartlar altında yaşıyoruz. Önce kalbi imanla dolu şahsın gerçekten var olup olmadığına bir bakalım: Türk hâkimiyeti altında olduğuna kanaat getirdiğimiz topraklarda siyasal İslâm bize Müslüman dayanışmasının bereketine dair bir bilgi getirmedi. Siyasal İslâm veya bir başkası bizi bir cemaate mensup olmanın kazandırdığı şahsiyet üstünlüğünden haberdar edebilirdi. Haberdar etmek şöyle dursun şahsiyet sahibi olmanın yüceliğini geçim derdi karanlığına gömdü. Şahsiyet üstünlüğünden habersiz kalışımız bizi dünyanın İslâm’la tanışmamış yalnızlar güruhuna dâhil etti. Kurumlardan yalnızlığımıza çare bulmasını bekliyoruz.

Adına Batı Medeniyeti denilen yapı Osmanlıların banka ve bankalar açmasını istemekle kalmadı, Avrupalıların türettiği hayır kurumlarının işletilmesi yolunun açılmasını bekledi. Şimdi Kızılay olarak bildiğimiz kuruluş Hilâl-i Ahmer adını aldı. Çocuk Esirgeme Kurumu’nun ilk adı ise Himaye-i Etfal olarak kondu. Türkler Kızılay’ın yanına bir Yeşilay eklediler. Bu eklemeyi gayri-Müslimlerin yapmasına imkân yoktu. Müesseseler toplumun karşısına ferdi çıkarıyor. Kur’an nazil olduğu için Müslümanlar bu belâya uğramaktan korundular. Mali hegemonya Dünya Sistemi’nin hem kolları, hem de ayaklarıdır. Yani Sistem insanı yalnızlaştırdığı gibi ferde yetki tanımanın yalnızlıktan kurtuluşu olduğunu propaganda eder. Cemaatin o cemaate mensup fertlerin hayrına bir işleyiş gösterdiğini bütün insanlığa öğreten İslâm olmuştur. Avrupalı sağcılara İslâm’ın tarifi sorulduğunda “Komünizm gibi bir şey” demelerinin sebebi budur.

İsmet Özel, 25 Cemaziyelevvel 1446 (27 Kasım 2024)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.