KİMİN DÜNYASI?
İSMET ÖZEL
.

“Her şeyin bir yeri olmalı; her şey yerinde olmalı”. Bu cümlenin modern yapıya intibak etmeden önce feodalizmi yaşamış gayri-Müslim dünyada muhafazakârlığın temel şiarı olduğu söylenir. Aynı cümlenin Dünya Sistemi’nin önce Avrupa’da şekillenmesi ve akabinde kemikleşmesi göz önüne alındığında öğretici olduğunu da keşfedebiliriz. Eğer ona medeniyet diyeceksek yapıntı bir medeniyetin hâkimiyeti altında yaşıyoruz. Modern dünya bir yapıntıdır. Derme çatmalığı sebebiyle yıkılma korkusu çeken bir dünyada yaşamaktayız. “En iyi müdafaa hücumdur” hükmüne sıkı bağlılığıyla Batı’ya bir yapı kazandıran ülkeler hâlâ kendilerini içlerindeki zeki şahısların gerçeği fark etmiş olmalarına rağmen Aydınlanma Çağı’nın hurafeleriyle savunuyor. Yani gelişmiş diye bilinen ülkelerde ırkçılık, İslâm düşmanlığı, müstemlekecilik, duyguya karşı aklın savunusu gibi Batı’yı Batı kılan değerlerin ateşi başta (yani en azından XVI. Hıristiyan yüzyılında) olduğu kadar harlıdır.

Rusya’ya karşı Ukrayna’yı, nasıl ortaya çıktıkları açıktan açığa bilinmeyen terör örgütlerine karşı İsrail’i destekleyen bir Batı ile iç içeyiz. Peki, ya Doğu nerede? İçini Batı’nın doldurduğu dolmaları yutmamış bir tek İslâm ülkesi var mı? Türkiye’de 1839 Tanzimat Fermanı’nı Britanya’daki Magna Carta ile eşdeğerde gören akademisyenler var. Devlet turizmin yeni sömürgecilik olduğunu, insan haklarının ancak Yahudi hakları seviyesinde kabul gördüğünü bilmezlikten geliyor. Batılı diye bilinen ülkelerin bazıları Netanyahu sınırları içine gelirse tutuklanacağını, diğer bazı başka Batılı ülkeler ise o şahsı ülkesine davet edeceğini belirterek hepimizi şaşkınlık içinde bırakıyor. Uzun sözün kısası galiplerin yazdığı tarih bütün milletleri eziyor ve israf ediyor.

Kimin dünyasında yaşadığımız bilgisinden sadece mahrum edilmedik, bu bilgi dolambaçlı yollarla Dünya Sistemi’nin kaymağını yiyenler tarafından gasp edildi. Dünya zaten hep böyle değil miydi? Hayır, dünya zaten hep böyle değildi. Eğer hep böyle olsaydı İslâm doğduğu dönemde tamamen etkisizleştirilir ve bu kadar büyük alana da yayılmazdı. Yerküre üzerinde bütün ihanetlere ve sakarlıklara rağmen Türkçenin ve Türk hâkimiyetinin yürürlükte olduğunun harikuladeliğine dikkat çekmek istiyorum. Türk tarih sahnesine Küçük Asya veya Anadolu diye bilinen toprak parçasının gayri-Müslim kimlikten sıyrılarak Dar-ül İslâm karakterine kavuşmasıyla çıkmış ve bu saha bu karakterini şimdiye kadar korumuştur. İhsan Sabri Çağlayangil’in yanılmıyorsam 1976 Hıristiyan yılında Politika gazetesinde İsmail Cem’le yaptığı mülâkatta “Ben Sovyetlere benim NATO’dan çekilmemi isteme diyorum. Ben NATO’da senin gözün, kulağın olarak kalayım” mealinde bir şeyler söylediğini hatırlıyorum. Bu sözleri burada zikredişim dünyada siyasetin bize aksettirilmeyen bir planda cereyan ettiğini fark edebilmeniz sebebiyledir. Toplum var oldukça yöneten-yönetilen farkı ve ilişkisi yerini koruyacaktır. Müslümanlar dünyada bu farkın ve ilişkinin insanın insanı istismarı noktasından azami derecede uzaklaşması noktasında mutabıktır.

Paçamızı hiçbir ütopyaya kaptırmayalım. Ütopyacılık temelini insanın insan tarafından istismarı üzerine atmış Batı’nın marifetidir. Thomas More’un (İrlandalı şair Thomas Moore ile karıştırmayın) Ütopya adlı eseri üzerinde güneş batmayan imparatorluğun metropolünde 1516’da yayınlandı. Batı Roma’nın barbar akınlarıyla inkıraza uğramasının Avrupa toplumlarını feodalizme mâdûn bıraktığını biliriz. Bu Doğu-Batı farkının ortaya çıkması demekti. Batı’da yönetici zümre yönettiklerinin can ve mal emniyetini sağlama karşılığında imtiyazlar sahibi sayıldı. Feodalizm toplumun alt ve üst tabakalarını birbirine sözleşme ile bağlı kıldı. Doğu’da ise merkezi otoritenin bireyi mahalli otoriteye karşı muhafazası esas alındı. Doğu’da merkezi devlet gücünü bu muhafazadan alıyordu.

Bugün dünyada bir hesaplaşma var mı? Varsa kim kiminle hesaplaşıyor? Bu suallerin doğru cevabını bulanlar insanlığın önünde Üçüncü Dünya Savaşı’nın bulunup bulunmadığı sorusunun cevabına da ulaşmış olacak. Dünyada bir hesaplaşmanın olmadığını bütün serinkanlılığımla söyleyebilirim. Dünyada bir hesaplaşma yok; çünkü Dünya Sistemi’nin metropolünü ele geçirme hevesine kapılmış bir güç yok. Rusya Dünya Sistemi’nin metropolü rolüne talip değil. Büyük yüzölçümüne rağmen Rusya varlığını idame ettirme telâşına kapılmış bir üçüncü dünya ülkesi konumundadır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları cereyan etti; çünkü her iki zamanda da Almanya’nın bir “Weltpolitik” hülyası vardı.

Aslında birinci, ikinci, üçüncü dünya tasnifine ihtiyaç duyan akıl çöpe atılacak derekeye düştü. Şunu bilelim: Türk milleti millet olma vasfını ülkede karar alma seviyesine varmış insanların yönlendirmeleri sayesinde kazanmadı. Tersi oldu. Verilen kararlar muvacehesinde hayat mücadelesini göze alan insanlar gözden kaçırılan bir millî damarda kanın dolaşmasını sağladı. Türk milleti neyin nesi olduğunun bilincine varacak mı? Bekleyip göreceğiz.

İsmet Özel, 3 Cemaziyelahir 1446 (4 Aralık 2024)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.