İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Atom bombasının II. Dünya Savaşı sonunda Japonların beynine iki kez indirilmesi akabinde dünyada nükleer fiziğin korku veren harikuladeliğinden söz edilmeğe başlandı. Kim bilir insanlığı daha ne büyük, ne şaşırtıcı icatlar bekliyordu? Bu suale cevaben kafası çalışan insanlar nükleer fiziğin hayret uyandıran ve fakat çok kırılgan “başarı” gösterilerine hak ettiği yeri vererek insanlığın tekerleğin icadından daha büyük ve daha şaşırtıcı bir icatla karşılaşmadığını söyledi. İsabetli bir tespit miydi bu? Tekerlek kelimesini işitince aklınıza bir yuvarlağın geldiğini biliyorum. Acaba tekerleğin icadı denince bir yuvarlağın nakliyatta kullanılışını mı anlamamız lâzım? Hayır, tekerleğin icadı denince dingilin karşılıklı iki tekerlek arasındaki bağı kurduğu halde tekerleklerle birlikte dönmeyişindeki hüneri anlarız. Bazı bilim adamlarına göre Anadolu’da neolitik çağdan beri kullanılan kağnı tekerleği dönerken merkezinin bağlı olduğu dingili de döndürür. Dingilin sürtünmesi ısıyı artırır. Isı artışı sebebiyle vuku bulacak bir tutuşmağa engel olmak için kağnıyı güden kimse ısınan yere su dökmek zorunda kalır.
Kağnı Anadolu köylüsünün binlerce yıldan beri bildiği yegâne nakil aracıydı. Dört tekerlekli arabayı Anadolu’ya 93 Harbi sonunda Balkanlardan çok sayıda göçen kişilerin tanıttığından da haberdar olmamız lâzım. Demokrat Parti iktidarı tütünde ve pamukta ABD ile rekabet etme hevesiyle başta traktör olmak üzere biçerdöver ve sair ziraat makinalarını ithal edince Anadolu tarım teknologisinde neolitik çağdan beri gördüğü ilk değişime şahit oldu. Vuku bulan şeylerin şahit olunan şeylerin önünde gittiğine dikkat etmemiz lâzım. Bu da tahsil hayatının kalitesiyle doğrudan ilintilidir. Avrupa kıtasında İtalya, Fransa, İspanya gibi ülkeler orta öğrenimin sulandırılmamasına titizlik gösterir. Çünkü dünyanın ve dünyadaki her ülkenin akıbeti hakkında gerçekçi bir pozisyona ulaşmayı ancak sağlam bir ilk değil, yüksek değil ve fakat orta öğrenim alanlar sağlayabilir.
Türkiye Cumhuriyeti rejim idaresi orta öğrenimdeki sağlamlığını Hıristiyanların 1953 yılına kadar koruyabildi. Türkiye Cumhuriyeti’nde orta öğrenim ne kadar sağlamdı? Liseden mezun olunduğunu ispat eden diplomaya sahip olan askerlik hizmetini yerine yedek subay olarak getiriyordu. Liseden sonra tahsiline devam etmek isteyenler, yani bir üniversitede veya bir yüksekokulda okuma gereği duyanlar Fransa’da Bakalorya, Almanya’da Abitur, Avusturya’da Matura denilen “Olgunluk İmtihanı” vermek zorundaydılar. Türkiye’de lise mezunu olanların Avrupa ve ABD’de dahi muamelesi gördükleri söylenirdi. Öyle ki, benim Adnan Menderes’in yüksek rütbeli subayların yüzüne karşı “Sizin şövalye burunlarınızı kıracağım. Ben bu orduyu yedek subaylarla bile idare edebilirim” dediğini işitmişliğim vardır. Türk ordusu denince artık yirmi iki gün kâfirle boğaz boğaza devam etmiş ve dokuz alay komutanını şehit vererek Sakarya Meydan Muharebesi’ni kazanmış ordu anlaşılmıyordu.
Ordudan ne anlaşılıyordu? Hiçbir şey! Nüfusun çoğunluğunu teşkil eden Müslümanlara göre ordu peygamber ocağıydı. Kendilerine “mektepli” süsü verenlere göre ise ordu “laikliğin muhafızı” idi. İki taraf da yanılgı içindeydi. Peygamber ocağı itikatları uğruna canını dişine takmağa hazır Türk milletinin kendisi idi. Laiklik ilkesi ise Anayasa’ya ancak Cumhuriyet’in 1923’te ilân edilmesinden on dört yıl sonra, 1937 yılında CHP’nin diğer beş okuyla birlikte girmişti. I. Cihan Harbi’nin sona ermesiyle ipin ucunu bırakmayarak müttefiklere direnen yegâne örgütlü güç Türk ordusuydu. İstiklâl Harbi’nin başlatılması sebebiyle Türklerin bir askeri güçten ve sivil bir teşkilattan mahrum olmadıkları bütün dünyaya gösterildi. Ancak kahraman ordumuz sayesinde Türklerden (bir millet) hâlâ bir millet olarak söz edilebilirdi.
27 Mayıs 1960’a kadar Türk hâkimiyetinin geçerli olduğu yerlerde bürokrasi bir bütündü. Devlet memurlarının tamamı bir bütün addediliyordu. 27 Mayıs üniforma giyenlerle giymeyenleri birbirinden kesin surette ayırdı. Birincilere askeri, ikincilere sivil bürokrat denilmeğe başlandı. Altmış dört yıldır Türkiye'de her şey her istikamette değişir oldu. Özetlenemez bir yakın geçmişimiz var. Türk milleti kimlerden müteşekkildir suali kasten cevapsız bırakıldı. Milletliğimiz söz konusu olduğunda sihirbazın şapkasından çıkmış tavşan gibiyiz. Hiçbir tavşanın şapkadan çıkma hadisesine rıza göstereceğini sanmıyorum. Meselâ, bayrağımızda batan ay kullanılmasına razı mıyız? Giderek Türklere resmi bakımdan batan ay lâyık görüldüğünden kaç kişinin haberi var? Misâk-ı Millî’nin Anıtkabir'de bir kuleye verilen isimden ötede bir anlamı var mı? Ömrümüz boyunca hayatın anlamı hususunda fikretmiş kişilerle tanışıklığımız oldu mu?
İsmet Özel, 10 Cemaziyelahir 1446 (11 Aralık 2024)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün