DÖNMELİ, GERİ GELMELİ
İSMET ÖZEL
.

“En Yüksek Kulenin Ezgisi” şiirine A. Rimbaud “Qu’il vienne, qu’il vienne” deyişli nakaratla başlar. Bu mısraı Türkçeye tercüme etmeğe kalkışan kimse “Dönmeli, geri gelmeli” dediyse ortaya kafa karıştıran bir mesele çıkmaz. Rimbaud’nun yazdığı ikinci mısra ise şöyle: “Le temps dont on s’éprenne”. İşte bu mısraın Türkçeye tercümesinde mütercim ki, hafızam beni yanıltmıyorsa İlhan Berk’tir, karşımıza kafa karıştıran bir mesele çıkarıyor ve “O sevdalar çağı” diyor. Hâlbuki bu mısraın nesir olarak tercümesi “arzumuzun çağı” şeklindedir.

Tarih geçmiş zamanların yalan-yanlış hikâyesinden ibaret değilse, nedir? Yalan-yanlış diyorum, çünkü tarihin yazılışında tekel galiplere münhasırdır. Gerçeğin gelecek kuşaklara aktarılmasında galipler ne kadar insaf gösterdi? Bunu kestirebilmemiz imkânsız. Modern çağ galebe çalanın kahramanlaştırılması hususunda kendinden önceki zamanları geride bıraktı. Dolayısıyla modernliğin içimizde ürettiği telâş bizi tarihi harekete geçiren bir şey olduğunu belirtmeğe zorladı. Modernliğin mahsulü olmamız bizi bu harekete getiricinin bir motor olduğunu itiraf etme durumunda bıraktı. Bu havaya kapılarak tarihin motorunun ancak arzumuzun çağını özlediğimiz zaman çalıştığını dile getirmemiz büyük bir hata işlemiş olduğumuzu göstermez. Arzumuzun çağının açılmasını özlüyoruz.

Nedir arzumuz? Eğer düşünce evrenimizi Avrupa’da yürürlük alanı kazanmış nazariyatı ve tatbikatı hesaba katmadan, giderek merkeze almadan şekillendirmiş isek bu suale cevap bulma bahsinde apışıp kalırız. Şaşkınlıktan kurtulmak için birkaç söz edelim öyleyse: XVIII. yüzyıl Avrupa’sında en baskın fikir “Aydınlanma” idi. Avrupa’nın aydınlanmasını Doğu’nun (Hint’in, Çin’in, Japonya’nın, Kore’nin) fikriyatında karşımıza çıkan aydınlanma vakıasıyla karıştırmamak lâzım. Avrupa “Aydınlanma” olarak XVII. yüzyılda kendi bünyesinde ürettiği bilimden kuvvet alan ve buna mukabil bilime de kuvvet veren bir şeyden söz ediyordu. Descartes tarafından başlatılan rasyonalizm alıp başını gitmişti. La Mettrie insanı bir makine olarak görmek istiyordu. Bu kuru ve kurutucu düşünce Romantizm tarafından cevaplandırıldı. Hakikatin fark edilmesinde insandaki duygu zenginliğine atıfta bulunan her sahada kütüphaneler dolusu kitap yazıldı.

Avrupa çıkışlı hiçbir düşüncenin tedavi edici vasfı yoktur. Niçin? Çünkü mahrumiyet sebebiyle doğmuş düşünce hayatını ancak “öteki” ni mahrum bırakarak idame ettirebilir. Bunun örneklerini gün be gün yirmi birinci Hıristiyan yılında görüyoruz. Dünya Sistemi şimdiye kadar metropolün periferiyi istismarı suretiyle hayatını devam ettirebildi. Bundan sonra ne olacak? Ben ancak Dünya Sistemi’nin tekerleğine çomak soktuktan sonra çarenin bulunabileceğine inanıyorum. Arzumuzun çağı dönmeli, geri gelmelidir. Hayranlıkla geçen günlere kavuşabilmemiz için Müslüman karakterini yeni baştan inşa etmeliyiz. Bu inşa faaliyetinin en bariz göstergesi yalandan uzak duruşumuzdur.

Modern dünya yalandan uzak durmanın kestirme yolunu bize gösterdi: Sanat. Sanat; ama çoğu kimseye sanattır diye yutturulan şey değil. Yapaylıkla sanat arasında doğrudan bir bağ var. Sanat ve sun’i (yapma, uydurma, sahte) akraba kelimeler. İnsan için varoluşun sırrı sanatta saklı. Eğer bir şey sun’i değilse tabiîdir. Savaşıyorsak hile yapmağı tabiî göreceğiz. Eğer rakibimizi ters köşeye yatıramaz, sağ gösterip sol vuramazsak galip gelemeyiz. Sanat bizi insandaki en derin ritmi keşfetmeğe sürükler. Sanat sebebiyle derine teveccüh etmemiş ritmi ve ritimleri feda ederiz. Derine teveccühü sanatta yenilik olarak algılarız. Yüzeydeki ritme ve ritimlere teveccüh etmemiz bizi yürürlükteki hâkimiyete rıza göstermeğe icbar eder.

Sanatta yeniliğin sınırlarını şiir çizecektir. Çünkü kelimelerin kelimelerle ilişkisidir insan hayatında muhafazaya liyakat kesp etmiş olanı elinde tutan. Müzikte ses ve sus, resimde renk ve şekil sanatçıyı aşamayacağı biçim sınırlarına hapseder. Oysa şair kendini böylesi bir mahpusluğun ika ettiği sınırlara riayet mecburiyeti içinde hissetmez. Sözün doğrusu şiiri özüyle biçimini birbirinden ayırarak kavramamız imkânsızdır. Sözün en doğrusu şiirin biçiminin özünü tıpatıp yansıttığıdır. Eğer Dadacıların yaptığı gibi bir gazeteden kestiğiniz kelimeleri şapkanıza doldurup sonradan şapkadan çıkardığınız her kelimeyi bir mısrada yer alacak şekilde yerleştirip ortaya son şiirinizi yazdığınız iddiasını getirirseniz saçmalamış olmazsınız. Çünkü hem seçtiğiniz gazete, hem de kelimenin hangi sayfada yer aldığı dünyadan bir haberdir. Edebiyatın sunduğu habere bigâne kalmak yüksek kültüre sırt çevirmek demektir. Roma radyosundan Mussolini’ye övgüler düzen Ezra Pound’un edebiyatı hep taze kalan haber olarak tarif ettiğini hatırlayalım.           

İsmet Özel, 17 Cemaziyelahir 1446 (18 Aralık 2024)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.