İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Sanayileşme her doğum gibi bu vakıanın semeresinden akıl almayacak derecede istifade eden Avrupa için acılı oldu. Büyük makinalar ruhen her gün biraz daha küçülen ve kasten küçültülen insanı yuttu. Zanaatkârlar işlerini kaybetti, makinaların ezici gücü kadın ve çocukları öğüttü. En derin yaralar ilk sanayileşen ülke olması hasebiyle İngiltere’de açıldı. Çalışanlar çalıştıkları fabrikaların civarında yatıp kalkıyor, uzun çalışma saatleri onları cehaletten kurtarmıyordu. Büyük Britanya modernleşme çağında yalnızca sanayileşmeye değil, kapitalizme de ev sahipliği yapıyordu. Aristokrasi ve kentsoyluluk en çok Britanya’da birbiriyle kenetlendi, birbiriyle kaynaştı. Böylece sınıf farklarının en kolay gözlemlendiği ülke hem monarşinin günden güne güçlendiği ve hem de hiyerarşisi yıllık gelirlere bakılarak tespit edilen bir yer oldu. Kapitalizmin en çok serpildiği günlerde çalışan sınıfın durumu her bakımdan içler acısıydı. İçinde yer aldıkları ortam sadece sıhhate mugayir değildi; sayısı ve şiddeti akla sığmayacak ölçüde çoğalan suç ve suçlu üreten bir ortamdı bu. Evlilik dışı doğan çocuklar gözden saklanamıyordu. Eğer tedbir alınmazsa işlerin kötüden betere gideceği apaçıktı.
Britanya’nın hâkim sınıfları belânın tahammül sınırlarını aşması korkusuyla birçok tedbir aldı. Tedbirlerden birinin “spor” un icat edilmesi olduğunu iddia edebiliriz. Maksat işçi sınıfını daha çılgınca suçlardan uzak tutabilmek olduğu için çok sayıda kimseyi denetim altında tutacak meşguliyetler icat etme yoluna gidildi. İcadı en kolay bir şey olduğundan dolayı ilk spor olarak karşımıza boks çıktı. İşçi sınıfına mensup iki şahsı (?) dövüştürüyordunuz ve kapışmayı seyretmekten hoşlanan insanlar para ödeyerek eğlenceye (?) katılıyordu. Modern çağdaki spor adlarının İngilizcede top anlamına gelen “ball” ile bittiğine dikkat ettiniz mi? Basketbol, voleybol, hentbol vesaire… İşçi sınıfını kontrol altına almak ilk önce İngilizlere düştüğü için bu böyle. Gaye mümkün olduğu kadar çok insanı denetim altında tutmak olduğu için furyadan galip çıkan futbol oldu. Sahada en az 11+11=22 kişi yer alıyordu. Bu sayı hakemler ve sair görevlilerle kabarıyordu. En önemlisi futbol dedikodusuydu. Gol müydü yoksa ofsayt mı, tarzında sualler dikkatini oyuna çevirmiş herkesin mesele edindiği şeylerdi. Annesinin ameliyat geçirdiği gün, tuttuğu takımın maçına gitmekle övünen kimselerle karşılaşmak sıradan hadiselerdi.
Transfer ücretleri olarak telâffuz edilen rakamlar ebeveynin çocuklarını futbolcu yapma arzularına çoktan meşruiyet kazandırmıştı. Vakıanın düğümlendiği yer burası. Kapitalist düzen lortlarının can havliyle çalıştırdıkları kimseleri suçtan uzak tutmak amacıyla sosyal hayata dâhil ettikleri oyun bütün dünyada baş tacı ediliyor. Hür Romalılar kölelerini gladyatör olarak kullanıyordu. Bir gladyatör rakibini alt ettiği zaman gözler imparatora çevriliyordu: Eğer imparatorun yumruğundaki başparmak göğü gösterirse mağlup olanın canı bağışlanmış olacaktı. Aynı başparmağın yeri göstermesi halinde bu, köle-gladyatörün galip gelen tarafından öldürülmesi demekti.
Günümüz insanları olarak bizler gülüyoruz ağlanacak halimize. Hür Romalıların emrine girmiş kaç gladyatör vardı? Bu sayıdan haberim yok. Haberim olan şey dünya nüfusunun tamamının kapitalizmin lortlarına gönüllü veya gönülsüz kölelik yaptığıdır. Acaba mesele gönüllülerle gönülsüzler arasında mıdır? Değildir. Çünkü önüne geçemeyeceğimiz yanılsama her çağda görülmüş bir şeydir. Eğer biz gönülsüz köleler arasında isek kendi dışımızdakilere bir bilinç aşılamak mecburiyetindeyiz. Bu ise kula kul olmayacağımız bilincidir. Felekten bir gece çalma takıntısıyla yaşayanlar dünyanın kâfirler için cennet, mü’minler için zindan olduğunu işittikleri zaman dehşete kapılıyorlar. Kalplerde yer etmiş dünya sevgisi gerçeği örtüyor. Dünyanın bir zindan olduğunu anlayabilmek için dünyanın dışında bir yer olduğuna akıl erdirmek gerekiyor. Bu yer neresi? Neresi olduğunu anlayabilmek için uzay çalışmaları işimize yarar mı? Yaramaz. Çünkü uzay çalışmaları olarak bilinen meşguliyet bizi yaşadığımız her anın hesabının verileceği din gününe götürmez. Sonunda bizi din gününe götürecek meşguliyet evvel emirde bizi mesuliyetle tanıştırır. Mesuliyet yani sorumluluk canını sevgiden alır. Sorumlu insanı sevgisizler arasında bulamazsınız. Eğer Avrupalılarda sevgi olsaydı onlardan hiçbiri müstemlekeci olmazdı. Yani istismar edenle istismar edilen arasına bir çelik zırhlı duvar çekilmezdi.
İsmet Özel, 20 Şaban 1446 (19 Şubat 2025)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün