BATI’NIN BOŞLUĞU
İSMET ÖZEL
.

Oswald Spengler Batı’nın çöküşünden (untergang), zevalinden, mahvoluşundan, harabe şekline gireceğinden bahsetti, giderek ismi bu yıkılışa matuf olan bir kitap yazdı. Ne var ki, kehanet isabetli olmadı. Niçin olmadı? Bu sualin cevabını yazının sonunda bulacaksınız. Almanya iki dünya savaşında kendi kavradığı şekliyle Batı’ya meydan okudu. Alınan sonuçların hepsi Almanya’yı sıkıntıya sokmağa müteveccihti: Birinci Cihan Harbi sonunda Afrika’daki ve Okyanusya’daki kolonilerini kaybetti. İkincisinin bitmesiyle beraber galip devletlerin işgaline uğradı. Spengler andığım kitapta bizim Batı Medeniyeti adıyla zikrettiğimiz, İstiklâl Marşımızda tek dişi kalmış canavar tarifiyle yer alan ucubeye “Faust Tarzı Medeniyet” diyor. Herkesin bildiği gibi Faust şeytana ruhunu dünya hâkimiyeti mukabilinde satmıştır. Buraya bir mim koyalım. Britanya kolonileri Avrupalıların servet edinmek için seçtiği en elverişli alanlardı. Bu kolonilerden birisi ballı kazancı kolonizatörlere kaptırmak istemedi ve dünyada bir cumhuriyet, ABD olarak belirdi. Koloni halkının hür vatandaşlar olarak bilinmesi hepimizin kafasında Batı denilince ne anlaşılması gerektiği hususunda bir çatlak yarattı.

Batı deyince kökleri Haçlı Seferlerine uzanan ve kendine İslâm’la hesaplaşmayı iş edinmiş bir kültürü mü anlamalıydı yoksa sadece eline geçirdiği gelir sebebiyle birbirinden farklılaşmış insan kitlesini mi? Zenginlerle fakirlerin farkından doğan toplum ilişkileri her çağda ve her yerde karşımıza çıkıyordu. Fakat kendilerinin “green bucks” diye adlandırdıkları Amerikan Doları’nın hem hâkim, hem hakem olduğu kültür atmosferini ABD yurttaşları yaratmışlardı. Bütün kapıları Dolar’ın açtığı yegâne mekân ABD idi ve Amerikan rüyası yığınlara bütün dünyayı Amerika kılmak şeklinde benimsetildi. Sadece yığınlara mı? “Türkiye’yi Küçük Amerika” yapma ideali 1950-1960 arasında devletimizin kurtuluş reçetesi olarak kabul edildi.

ABD’nin dünya cenneti sayılmasına sebep olan şey başlangıçtan beri dolar imparatorluğu konumuna yerleşmiş olmasından ibaret miydi? Hayır, ABD gerçekleştirmiş olmakla övündüğü ırkçı katliamlar sebebiyle de Amerika’dır. WASP’ler ( White, Anglo-Saxon, Protestan) önce kurdukları plantasyonlarda Kızılderilileri kullanmak istedi; ama bunu bir türlü başaramadı. Çünkü Kızılderililer rekabet ve kıskançlık nedir bilmiyorlardı. Bilmeyişleri onların Beyaz Adamı ahlâken küçük görmelerine yol açıyordu. Çalıştıkları sahada köle muamelesi görünce buna ruhları tahammül edemiyor ve bu sarsıntı onların ölümüne yol açıyordu. Medeniyet gereği Kızılderilileri robot olarak kullanmaktan vazgeçtiler. Söylendiğine göre Beyaz Saray’da milyonlarca Kızılderili’nin nasıl yok edildiğine dair bir dosya varmış ve bu dosyayı okuma imtiyazı yalnız ve yalnızca Başkan’a ait imiş. Amerikalıların Kızılderilileri köleleştiremeyişleri köle sahibi olmaktan vazgeçtikleri anlamına gelmiyordu. Avrupa kökenli Amerikalılar köle olarak Afrika’dan bünyesi sağlam, kara derili ve kahir ekseriyeti Müslüman kişiler devşirdi. Yeni Dünya çok kârlı olan köle ticaretinin yeniden canlandırılıp ihya edildiği bölge olarak da dikkat çekti.

Bugün o topraklara başka kıtalardan göçüp gelmemiş, o toprakların gerçek sahibi olan insanlara, ihmal edilecek bir azınlık vasfı taşıyor dahi olsalar İndo-Amerikan deniyor. Kara derililerin nezaket gereği aldıkları isim ise Afro-Amerikan’dır. Spor, sanat ve giderek bilim sahasında adını duyurmuş çok sayıda Amerikalı zenci var. Bunlardan biri de John Henry’dir. Bir demiryolu işçisi olarak bildiğimiz John Henry bir Afro-Amerikan halk kahramanıdır. Onun hikâyesi bir demiryolu tüneli inşa ederken kayayı patlatmak için yerleştirilecek patlayıcıların sığması için delik açmak üzere çelik bir matkabı kayaya çakmakla görevli oluşuyla ilgilidir. John Henry’nin çelik sürücüsü olma becerisi nasıl ölçüldü? Buharla çalışan bir kaya delme makinesine meydan okudu John Henry. Yarışı kazandı ve fakat yarış sırasında içine düştüğü gerilim onun kalbini durdurdu ve elinde çekiciyle öldü. Bu ölüme de bir mim koyalım.

Dikkatinizi bu yazı içinde koyduğum iki mim arasındaki ilişkiye çekmek istiyorum. İster hayranlık duyun, isterseniz nefret edin varlığı inkâr edilemeyecek bir Batı var. Batı’nın belkemiğini ise modernleşme şekillendiriyor. Modernleşme ferdin veya bireyin önemini tebarüz ettirdiği için Kur’an-ı Kerîm’in indirilmesini modernleşme zihniyetinin başlangıcı olarak görebiliriz. Fert veya birey nedir? Bu sualin cevabına insanın yaradılışına uzanmadan ulaşamayız. Allah’ın emrettiği neyse ona uymak, Allah neyi yasakladıysa ondan uzaklaşmak ferdiyetin başlangıcıdır. Küfür benim bu söylediğimin tersini yaparak, yani ruhunu şeytana satarak yeryüzünde hükümran olma siyasetidir. Şeytan Âdem’in balçıktan, kendisinin ise ateşten yaratıldığını bahane ederek Âdem’e secde etmekten imtina etti. Şeytanî düşünceye göre şeytanın özü insanın özünden daha kıymetli ve önemliydi.

Gelelim iki mim arasındaki ilişkiye. Bu tıpkı eski dünya ile yenisi, kıta felsefesiyle analitik felsefe arasındaki ilişkiye benziyor. Eski dünya tarihin yükü altında iki büklümdür. Yeni dünya ise kapitalizm tarihinden sadece beyaz ırkın üstünlüğü kısmını devralmıştır. Tarihlerinin kirli kısmını reddedenler bu reddedişleri sebebiyle pragmatizmi el üstünde tuttular. Böylece dünyanın bütün iddia sahibi zümrelerine karşı atak, küstah ve güçlünün haklılığını ispat eden konumun mümessili oldular. Ruhunu şeytana satmakla dünya hâkimiyeti arasında etle tırnak arasında olduğu gibi bir bağ var. Avrupa tarihine alıcı gözüyle bakarsanız orada iklim bakımından elverişsiz, toprak bakımından verimsiz bir sahada başarının neye dayandırıldığını görürsünüz. Zikrettiğim şartlarda insan insanı istismar etmiyorsa ne başarılı olabiliyor, ne de hayatta kalabiliyor. Ruhunu şeytana satmanın sırrı burada yatıyor. Cizvitler bir Katolik teşkilât olarak Tanrı’nın melekûtu uğruna şeytanın usullerini kullanma ilkesiyle yılmadan çalıştılar ve kendi anlayışlarına göre başarılı oldular.

İkinci mim bize sermayenin nihaî başarısı uğruna emek sarf edenlerin istismara uğramanın ötesinde canını feda etmesinin hikâyesini anlatıyor. Bu hikâye bizi insanoğlunun tükenmez yanılsamasına ulaştıracaktır. Yani insanların çoğunluğunun hapsedildikleri hücrenin parmaklıklarına âşık oldukları zaman iyi bir yere ulaştıklarını zannetmelerini hayretle müşahede ediyoruz. Hayretimiz bizi her gün biraz daha zulüm mekanizmasına boyun eğen unsurlar haline mi getirecek; yoksa bu hayret dolayısıyla birbirini daha iyi tanıyıp dayanışma derecesini yükselten insanlar mı olacağız? Spengler’in kehanetine dönelim: Spengler Batı’nın çöküşünü medeniyetin kazanım olarak bildiği şeyleri bütün milletlerin ele geçirmesine bağlıyordu. Kapitalizmin tabiatı yağmaladığı başından beri bilinen bir şey olduğundan Batı’nın kaçınılmaz israfının yeryüzüne yayılmasının felâketle sonuçlanacağını kestirmek zor bir iş değildi. Bir otomobil markası yaşamasını idame ettirmek için her yıl en az iki yüz bin adet müşteri bulması gerekiyor. Bu gerçeği diğer dayanıklı tüketim malları bakımından tekrar edildiğini düşünürseniz nasıl bir bıçak sırtında yaşadığımızı anlarsınız.

İsmet Özel, 26 Ramazan 1446 (26 Mart 2025)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.