İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Kadın hamur yoğurmak, erkek çimentoyla kumu ve kireci her ikisiyle harman etmek üzere harç karmak için kollarını sıvar. Demek ki, kol sıvamak insanî olduğu kadar, hayırlı bir faaliyetin netice vermesi uğruna girişilen bir davranıştır. Türk olan herkesin Türkeli’nde vuku bulan her şeyin XII. Hıristiyan yüzyılından bu yana Dünya Sistemi çerçevesinde gerçekleşen vukuattan farklı cereyan ettiğini bilme zarureti vardır. Cumhuriyetin ilânını takip eden yıllarda uygulanan inkılâplar Sakarya Meydan Muharebesi'nin muzaffer askerlerinin ruhunu kararttı. Giriştiğimiz uğraşın hayırlı olup olmadığı hususunda duyarlığımızı kaybettik. Yüz yıldan fazla geçen zaman içinde millet olarak gözümüz karanlığa alıştı. Karanlığa alıştık ve fakat halen karanlık içinde yaşıyoruz. Karanlığa alışan gözümüz dilin bizi nereye sürüklediğine aldırmıyor. Son otuz yıl içinde “kol sıvamak” yerine argoda “soyunmak” kelimesini ikame etme eğilimindeyiz. İşin önemi ve değeri gölgelendi. Samimiyet fırsatını kaybettiğimiz için sadece ne işe yarayacağını kestiremediğimiz halde bir işe soyunuyoruz çünkü yaptığımız her ne ise önem ve değerden mahrumdur.
Biz Türkler hem Birinci Cihan Harbi’ne ve hem de İkinci Cihan Harbi’ne varlığımızın izahı gereği farklı isimler verdik. İlki bizim için “seferberlik” idi. Türkler Osmanlı Devleti’nin marifetiyle hem İpek Yolu’nu, hem de Baharat yolunu denetimleri altına aldı. Bu yüzden küfür âleminin yüzyıllar içinde Türk’ü tarihten silme idealine sıkı sıkıya sarıldığını biliyorduk. Birinci Cihan Harbi bahanesiyle tarih sahnesinden kovulmamak gayesiyle milletçe seferber olduk. Allah’ın Türklere istiklâllerini hediye edişi onların şartlar ne olursa olsun Allah’tan başkasına güvenmeyişlerinin eseridir. İkinci Cihan Harbi’ne Türklerin taktığı isim “Alman Harbi ”dir. Almanlar müstemlekelerini geri alamadıkları halde Nasyonal Sosyalizm gerekçesiyle bütün dünyaya meydan okudu. Sonuç Müttefiklerin vatanlarını işgaline vardı. Neydi bu iki büyük çatışmaya “Dünya Harbi” yaftası yapıştıran? Dünyadaki iktisadî kötülüğe yön veren ülkelerin idealden mahrum oluşlarıydı. İtalyanların Roma İmparatorluğunu ihya etmeleri, Almanların bin yıllık hayat sahasına kavuşmaları birer ham hayaldi. Japonlar ise ruhun yücelmesi yönünde bir gelişme yöntemi keşfetmek yerine, ki bunu gerçekleştirecek araçlar ellerindeydi, Avrupa’yı veya Dünya Sistemi’nin lortlarını taklit etme noktasına takılıp kalmışlardı. Türkler nasıl Osmanlı Devleti en geniş sınırlara ulaştığı günlerde ahiret yurdundan daha hayırlı bir yurt olmadığı fikrinde idiyseler yine de aynı fikirdedir. Biz Türkler hâlâ kendimiz için nimet bildiğimiz her şeyi hasmımıza ikram ile müşerref oluyoruz.
Şu sözler mealen Talat Paşa’ya ait: Biz savaş bitince Osmanlı topraklarının harbin galibi devletler tarafından yağmalanacağını biliyorduk. Bu yüzden savaş dışı kalmaktansa savaşan taraflardan birine dâhil olmak için gayret sarf ettik. Denizlerdeki üstünlüğü sebebiyle Britanya’nın içinde bulunduğu tarafın savaştan muzaffer çıkma ihtimali çok yüksekti. İngilizler bizi yanlarına bile yanaştırmadı. Alman cenahında savaşa girdik. Böylece mağlup devletlerden biri olma talihine kavuştuk. Nasıl bir mağlubiyetti bu? İngiliz ve Fransız donanmasının Çanakkale Boğazı’ndan geçmesine imkân tanımadığımız gibi Kut Savaşı sonrasında İngilizleri esir aldık. Seferberlik Haçlılara karşı girişilen son çatışma mıydı? Değildi; ama buna benzer birçok tarafı vardı.
Modernleşmenin bünyemizde yaptığı bütün tahribata rağmen kolları sıvamanın fırsatını kaçırmış değiliz. Türklerin aslı İslâm’dır ve aslımıza dair her şey inkılâplara rağmen hâlâ elimizin altındadır. Hayra açılmanın başında Türk yazısını geri almak geliyor. Yazımızı geri almak Türkeli’nin geleceği bakımından devede kulak değildir. Çarlık Rusyası'nın Avrupa’nın talebesi olmağı kabullenerek günümüzde dahi hiçbir ülkenin elinde bulundurmadığı bir değeri ele geçirdiğini hatırdan çıkarmamak lâzım. Türklerin kendi yazılarına geri dönmeleri Rusların sahip oldukları değerin çok üstünde bir değere talip olmaları demektir. Jacques Chirac'ın Türklerin Avrupa Birliği’nde yer almalarının sakıncalı olmadığını, çünkü bütün Avrupa’nın Bizans’ın çocuğu olduğunu ifade ettiğini hatırlayalım. Bu yaklaşımıyla Chirac, Gentile Bellini’nin görüşüne sahip çıkarak Konstantiniye’nin İstanbul adını alarak Doğu Roma’nın mirasını devraldığı yorumunu dile getirmiş oluyor.
İmdi, ben yerimi hem Bellini’nin, hem Chirac’ın görüşünün zıddı bir noktada alıyorum. Avrupa’nın ötekisi ne işgal ettiği topraklardaki yerliler, ne mali sermayenin teraküm ve temerküzü hesabına hiç zorluk çekmeden dolmuşa bindirdikleri müşteriler ve ne de taşlanası şeytandır. Gösteriş düşkünü, müsrif Frenklerden oluşan Avrupa’nın ötekisi Osmanlı Devleti bile değildir ve fakat Bizans’ı tarihe mal eden cennetlik Türklerdir. Cennetlik Türkler ilk defa kollarını Hıristiyan takvimine göre Ekim 1596’da sıvamışlardır. Bu tarihi Türk milletinin kendine gelişinin başlangıcı sayıyorum. Bu savaş devletin resmi güçleri bozguna uğradıkları sırada ordunun cephe gerisi unsurlarının yağmaya dalan kâfirler üzerine saldırıp avazları çıktığı kadar “Kâfir kaçtı!” diye haykırmaları üzerine bozgunu zafere çevirenlerin savaşıdır.
Saygınlığımızı faziletimizin başka milletler tarafından fark edilmesiyle kazanacak ve koruyacağız. Bir millet ithal edemeyeceğimize göre Türk milletinin kendi köklerinin bilincine varmasını bekleyeceğiz. Ancak bu ne Ruslarınki gibi Avrupa’nın talebesi olmanın nimetine talip olmanın, ne de Japonlarınki gibi Batı’nın hâkimiyet tutkusunu taklit etmenin edilgen bekleyişi gibi olacak. Her an tarih boyunca başımıza gelenlerin değerlendirmesini yaparak bünyemizi güçlendireceğiz. Önce nasıl olup da Kur’an Arapçasının ve Aruz vezninin Türkçeyi inşa ettiği gerçeğine vâkıf olmalıyız. Sonra nasıl olup da her yörede türküler doğuran zenginliğin kaynağını keşfetmeliyiz. Millî varlığımız dilimize, lisanımıza ve lügatimize sıkıdan sıkıya bağlıdır. Türkçe dünyanın hiçbir kültüründe görülmemiş bir vakıanın, Kur’an-ı Kerîm’in hak olduğu fikrinin timsalidir. Türkçede çok sayıda Arapça, sırası geldiği zaman Farsça kurallara uyularak türetilmiş ve fakat Arapların ve Acemlerin bile Türklerden öğrendiği kelime vardır. Yeryüzünde ümmet olmanın değerini bilen sadece Türk milletidir. Vazifelerine geri dönmesi beklenilenler sadece Allah’ın askerleridir.
İsmet Özel, 25 Şevval 1446 (23 Nisan 2025)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün