İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Katolikler kendi aralarında ikiye ayrılır: Bir kısmına ki, sanıyorum büyük kısmı onlar teşkil eder, “catholique croyant” (inananlar) adı verilir, azınlıkta kalan kısma düşen isim ise “catholique pratiquant” (tatbik eden) olmuştur. Yani çoğu Katolik mezheplerinin teorik kısmına itiraz etmediği için Katolik sayılır; ama dini hassasiyetle uygulayan azınlıktakiler onlardan ayrılır. Aynı ayrımın Müslümanlar için de geçerli olduğunu zannedenler hata içine düşeceklerdir. Giderek Türklerin “İman ile paranın kimde olduğu belli olmaz” demiş olmaları hatırdan çıkarılmamalı.
Yazıma Katolik kelimesini zikrederek başlamam bir tesadüf değil. Katolik kilisesi Avrupa’nın kuzeyini güç kullanarak Hıristiyanlaştırdı. İzlanda’nın, Britanya’nın, Danimarka’nın, Norveç’in, İsveç’in, Finlandiya’nın bayraklarında haç işareti görüşümüz bu yüzdendir. İstanbul Haçlı seferlerinin ilkinde ve dördüncüsünde Katolikler tarafından yağmalandı. Rum Ortodokslar Romalı kafasına göre o günlerde gerçek Hıristiyan değillerdi. Frenk kelimesini biz Türkler Yunanlılardan öğrendik. Osmanlı ordusu da bir Avrupalı millet-devletle değil Haçlı ordularıyla savaştı. Osmanlı'nın hasmı yüzyıllar boyunca Frengistan oldu. Modernliğin bir aşamasında ticaret için Türk topraklarına gelip yerli gayri-Müslimlerle evlenerek hayatını geçiren Avrupalılara “Tatlısu Frengi” adını verdik. 1929’da, İtalyan Faşizminin tatlı günlerinde Vatikan Devleti doğdu. Sözün özü, tarihî gelişmede biz Türkler gayri-Müslimlerin Katolik olanlarıyla aramızdaki mesafeyi diğerlerinden daha büyük tuttuk.
Olan bitenler tarihi gelişme içinde, hem de uzak bir tarihî gelişme içinde, olup bitenlerdir. Cumhuriyetin ilânını takip eden yıllarda karşılaşmak zorunda bırakıldığımız inkılâplar Türkleri başta İslâm olmak üzere bütün dinî düşüncelerle zıtlaşma noktasına sürükledi. Yıllar içinde din okur-yazarların gözünde “tabu” görünümüne vardı. Öyle ki daha düne kadar İslâm’a kendini yakın sayanların “Neye inanırsa inansın; yeter ki, inansın” demekle makbul bir şey dedikleri sanısı yaygındı. Yani yirmi yedi yıl devam eden CHP tek parti idaresinin Türkiye’deki İslâm muhalefeti, SSCB Komünist Partisi’nin dine bakış tarzından daha sertti. Bu vakıadan ders almamız zaruridir. Ne yapıp edip malî hegemonya suretiyle yeryüzünü baskısı altında tutan Dünya Sistemi’nin sihrini yok etmemiz lâzım. Hatırlayalım ve hatırdan çıkarmayalım ki, İslâm’a olan Türkiye’deki muhalefet dünyadaki İslâm düşmanlığının bir parçasıdır.
Niçin Antonio Gramsci’nin “hegemonyaya karşı hegemonya” tezi sonuç vermedi? Çünkü Avrupa’da doğmuş olan komünist düşünce aydınlık gelecekler adına sanayileşmeyi ve dolayısıyla proletaryanın varlığını veri sayıyordu. Hıristiyanların 1848 yılında yayınlanan Komünist Manifesto Avrupa’nın kentsoylu sınıfını tarihteki en devrimci sınıf olarak gösterdiğinden anlıyoruz ki, Aydınlanma Çağı’nın yavrusu Marxism geçerliliği ilerleme ve evrim fikri dairesinde yürürlüğe girebilen bir yaklaşımdan fazlası değildi. Batılaşmacı “aydınlarımız” önce Batı’ya cevap verecek tezlerin Batı’dan devşirilemeyeceğini anlamalıydılar. Misak-ı Millî ’ye ihanet edenlerin idareci kadroyu teşkil etmelerinden anlıyoruz ki, Türkeli kendi milletinden güç almayan bir tür milliyetçilik tuzağına düşmüştü.
Nâzil olan Kur’an Yahudiliği ve Hıristiyanlığı birer bâtıl itikat durumuna düşürdü. Buluğa ermiş bir kişi Kelime-i Şahadet getirerek İslâm ümmetine dâhil olur. Kelime-i Şahadet iki kısımdır: Önce Allah’tan başka tapmağa değer hiçbir şeyin bulunmadığına şahitlik ederiz. Onun hemen ardından şahadet sırası Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğu gerçeğine gelir. İslâm vahdet dinidir. Yaratılmışlar arasında yegâne vahdet dini, Allah katında yegâne din İslâm’dır. Biz Müslümanlar dışarıdan bakıldığında iki kısımmış gibi görünen şeyi birleştiririz.
“Lâ ilahe illallah” tek başına topaldır. Onun bu aksamasından “tek Tanrılı dinler”, “İbrahimî dinler”, “Kitaplı dinler”, "semavî dinler" gibi söylenceler doğar. Tırnak içinde andığım ibarelerin niçin birer söylence olduğunu burada izah edecek değilim. “Muhammedün Resulullah” demeden “Lâ ilahe illallah” aksamasından arınamayacaktır. Biz Müslümanlar ancak Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şahadet ederek İslâmî bir hayatın biçimi hakkında bir fikre sahip olabiliriz. Asr-ı saadette Âyetle Hadis arasında fark gözetmek tuhaf karşılanırdı. Sadece İslâmî hayat bakımından değil, her bakımdan biçim esastır. Gökten başımıza taş yağsa olağan dışılığın farkına varır ve “Ne biçim yağmur bu?” diye sormayız. İslâm bizi bütünlüğe götürür. Tarımı, hayvancılığı, ticareti, eğitimi ve sağlığıyla İslâm bir bütündür. Bir ırmak kıyısında aptes alsanız bile suyu israf etmeyin buyuruyor Resulü Ekrem. Modernlik hatırına kendimizi israf edip etmediğimizi kendimize sormak lâzım.
İsmet Özel, 9 Zilkade 1446 (7 Mayıs 2025)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün