MASKELİ ŞAKİ İÇİMİZDENDİR
İSMET ÖZEL
.

Doğan bebek teneffüs edilen havanın akciğerlerine ilk defa dolmasının verdiği acıyla ağlar. Nereden öğrendik bunu? Bu bilgiyi her hangi bir yeni doğanın bir yetişkine rapor etmesi mümkün mü? Elbette değil. Demek ki neye dair ve hangi dereceye yükselmiş olursa olsun bilgi diye bize bildirilen, bilgi olarak elimize geçen şey yapma, insan eliyle yapılmış bir şeydir. Yapılmış olarak kalsaydı insanlığımıza verdiği zarar sınırlı kalacaktı. Oysa bilgi aynı zamanda insan olarak bizim yabancısı olduğumuz, dolayısıyla insanın imal ettiği başka bir mamulle ikame edilebilir bir şeydir.

Aristoteles canlıları bitki, hayvan ve insan olarak üçlü bir tasnife tâbi tutmuş. Tasnifinin gereği olarak da insanın zoon politikon, yani bir bakıma “medeni hayvan” olduğu sonucuna varmış. Bu bakış açısına sadık kaldığımızda insan yavrusunun önce yürümeyi ve onun peşi sıra konuşmayı yetişkinlerin çabası doğrultusunda öğrendiğini anlarız. Yani ister Eskimo olalım, ister siyahi bir Afrika kabilesi içine doğmuş olalım bizi içinde yetiştiğimiz toplum yapısı beşeriyete dâhil ediyor. Bizi insan sırasına sokan mikro ve makro çevremizdir. Öyleyse kısa yoldan bir çıkarımla “bizi biz eden bilgidir” diyebilir miyiz? Hayır, diyemeyiz. Bence “bizi biz eden bilgidir” mottosunun zıddına “bizi biz eden ahlâkî seçmelerimizdir” mottosunu koymak isabetlidir. Konuşma sırası tanıma ulaşma noktasına geldiğinde kendimizi beşer olma şartlarıyla insan olma şartlarını birbiriyle karşılaştırma mecburiyeti önünde buluruz.

Beşer olma şartları diye her anasından doğanın canlı kalma şartlarına deriz. Dünya hayatı o şekilde tesis edilmiştir ki, beşeriyete dâhil olabilmek için başkasının canlılık imkânlarına son vermek zorundasınız. Tavuk kendi neslini idame ettirme gayesiyle yumurtluyor, koyun veya inek yavrusunu emzirmek için süt veriyor. Bademin ve cevizin yeni bir badem veya ceviz ağacına dönüşecek birer tohum olduğunu biliyoruz. Beşer kendi tüketim imkânlarını sorgulamaz.  Oysa insana ancak bir başkasına canlanma imkânı sağladığı zaman insan deriz. İşte Kur’an bu yüzden, o güne kadar hayat sahnesinden kovulmuş olan beşeriyetle insanlık arasındaki farktan ötürü indirildi. İslâm’ın teslimiyet anlamına geldiğini herkes bilir. Herkesin bilmediği Allah’ın insanın istifadesine yönelik bir çevre yarattığıdır. Teslimiyet yalnızca Allah’ın iradesine teslimiyet değildir. Biz Müslümanlar Allah’ın bize münasip gördüğü şartlara da teslim olmuşuzdur. Ne Kur’an-ı Kerîm’e, ne de tarihe “esatir-i evvelin” gözüyle bakarız. Bu yüzden “Müslümanlar Batı Medeniyeti karşısında yenik düşmedi” dediğimiz zaman neyi kastettiğimizi düşünmek gerekir. Su içmeğe veya yemek yemeğe başladığımız zaman bismillahirrahmanirrahim deriz. Dediğimizin anlamı şudur: Allah’ın benim için tesis ettiği düzene itirazım yok. Niyetim beslenmekten, Allah’ın emrini yerine getirmek için başımı ve omurgamı dik tutmaktan ibarettir.

Gayri-Müslim çevrelerde İslâm düşmanlığı gayesiyle Kur’an yakma faaliyetlerine ne gözle bakmalı? Allah’ın doğru yolu işaret etmek için indirdiği âyetleri tahrip etme çabalamasından huzursuzluk duymamıza gerek yok. İslâm bu çabaların içinde vücut buldu. Batı Osmanlı hâkimiyeti altındaki toprakların akıbetini tartışma işine “Şark Meselesi” adını verdi. Hangi zaman diliminde yaptı bunu? Müstemlekecilik temelinde yükselen kapitalizmin dünya üzerinde en çok sözü geçtiği sırada… Askeri güçleri ve idari teşkilâtları ne seviyede olursa olsun Türkler Batı’nın gözünü yıldırmıştı. Onlara cephe alarak değil, ancak içleri çürütülerek yıkıma sürüklemek mümkündü.
İşte sırf bu yüzden maskeli şaki içimizdendir diyorum. Biz Türklerin içinde Batı ile müspet yönde temasın hayırlara açılacağına inanan bir şaki var. Bu şakinin şekavetten hoşlanan biri olduğunu sanmayın. İdeal olarak modernleşmeyi benimsediği için şaki diyoruz biz ona. Çünkü Batı’dan Türk toplumuna zerk edilen her şeyi nimet biliyor. Batılılaşmanın ya büyük ve sinsice bir tuzak olduğunu bilmiyor veya bünyemize toplum hayatının ihtiyaç duymadığı her şeyi sokarak zenginleştiği için sinmiş her gayri-Müslim gibi Batılılaşmanın tellâllığını yapıyor. Terakki edebilmek için üç şeyin hakkından gelmemiz teklif edildi: İslâmlaşmak, Türkleşmek ve Muasırlaşmak. Gerçekte teklif sahiplerinin muasırlaşmaktan başka dertleri yoktu. Muasırlaşmanın yanı sıra İslamlaşmayı ve Türkleşmeyi zikredişlerinin sebebini bunun muasırlaşmanın kendimizden vazgeçmek olduğu gerçeğini gözden uzak tutma niyetinde arayabiliriz.                     

Ekonomi bilimi bir “kontrol sanayii” terimi uydurmuştur. Çevreye verdikleri zararın büyüklüğü sebebiyle kalkınmış ülkeler bazı sanayi dallarına sahip olma konusunda kalkınmakta olan ülkeleri kışkırtırlar. Çimento sanayii bunların başında gelir. Söylentiye göre bir gemi gezisi sırasında, Ren Nehri üzerinde olsa gerek, Ludwig Erhard Adnan Menderes’e şunu söyler “Sizin sanayileşme konusundaki telâşınıza bir anlam veremiyorum”. Aldığı cevap şöyledir: “Sizin öğütülmüş çakıl taşlarınızı çimento olarak ithal etmek istemiyoruz”. Bazıları cevabı “hazırcevaplık” olarak yorumlayabilir. Ben ise kontrol sanayiinden bu habersiz kalışı Türkiye’nin ilk ve son başvekiline yakıştıramadım.

İçimizdeki Allah’ın emir ve yasaklarına uyma duygusuyla hayvanî şehvete kapılma duygusu arasındaki çatışma insanlığımızın bir belirtisidir. Gayri-Müslimler söz konusu çatışmanın bizi iyiliğe çağıran melekle bizi kötülüğe çağıran şeytan arasında cereyan ettiğini sanırlar. Hâlbuki şeytan kendini insanları Hak yoldan saptırmakla görevlendirmiştir. Onun görevini yerine getirmesi için içimizden bir veya birçok şaki çıkmıştır ve çıkacaktır. O yüzden Müslümanlığını ciddiye alan bizler İslâm için kıldan ince, kılıçtan keskin demişizdir.

İsmet Özel, 16 Zilkade 1446 (14 Mayıs 2025)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.