Cümhuriyet marşı söylenirken kalkmadığından
Çomu zade ile Fırka reisi arasında çıkan münakaşanın sonu
……………
Hakim Abdurrahman bey, vekil beylerin hepsinin hüviyetini tesbit ettikten sonra davacıya sordu:
Kâmil Bey istidasını tekrarladı:
-Şen yuvada bu efendiler beni tahkir ettiler. Tecziyelerini istiyorum., dedi.
Suçlu Necip Mecit Bey:
-Davacının istidasında yazmış olduğu şeyler yalandır. Hâdise şudur: Gençlik Cümhuriyet bayramının birinci günü akşamı tezahürat yapıyor, heyecan ve sevinç içinde bu kafilenin başlangıçtaki adedini bilemiyorum yürüyor ve yürüdükçe çoğalıyor. Ben yolda bu kafile ile karşılaştım ve cazibesinden kendimi kurtaramıyarak iltihak ettim.
Bazı yerleri gezdikten sonra Şen yuvaya girdik. Saz çalıyordu mevcut olanların huzurunu ihlâl etmemek için bekledik. Saz çaldığı şarkıyı bitirdi.
Gazinoya girenlerle oturanlar millî bir his ve arzu ile Cümhuriyet marşının söylenmesini istediler.
Herkes ayağa kalktı ve Cümhuriyet marşını söylemiye başladı. Yalnız sahnenin sol tarafında iki arkadaşı ile oturmakta olan davacı ayağa kalkmadı ve şapkasını çıkarmadı, millî hisleri rencide etti.
Ben yanına gittim. “Vatandaş ayağa kalk, şapkanı çıkar, Marşı söyle sana bunu teklif ve ihtar ediyorum” dedim.
Buna mukabil:
“-Bu İstiklâl marşı değildir. Kanunda böyle bir şey yoktur” diyerek münakaşaya başladı.
Bu münakaşayı işiten ve ayağa kalkmadığını gören bir çok kimseler hücum ettiler.
Bu sırada serkomiser Haydar Beyin içeri girdiğini gördüm. Davacıya bir taarruz arzu etmediğimden mumaileyh Kâmil beyin oradan uzaklaştırılmasını rica ettim. İddia ettiği gibi kendisini sövmedim ve hakarette vaki değildir.
…………….
Şahitler dinlendi, şahitler Şen yuvada oturmakta olduklarını, bir halk kütlesinin içeri girdiklerini Necip Mecit beyin Çomu zade Kâmil beyi ayağa kalkmaya davet ettiğini söylediler, Cümhuriyet marşı için kat’i bir şey söylemediler.
Bilâhare hakim beyin sordukları sualler karşısında Cümhuriyet marşı söylenirken ayağa kalkmadıkları anlaşıldı.
………………..
Mahkemenin 19 birinci kânun salı günü öğleden sonraya talikine karar verildi.
Vakit, 10.12.1933, s. 6
İstanbul radyosu nihayet yola geldi. Evvelki akşamdan itibaren, İstiklâl marşını çalmağa başladı.
İstiklâlimizi ebediyen kazanıp Cumhuriyete kavuştuktan sonra millî ahlâkımızda bir cihet, bütün açıklığıyle göze çarpıyordu: Bayrak saygısı… Bu, pek tabiî bir neticeydi. Çünkü İstiklâl Harbi neydi? Bayrağımızın İstiklâli, hür ve müstakil topraklarımız üstünde dalga vuracak olan mukaddes Türk Remzinin hâkimiyeti için çarpışmış değil miydik?
Dostlarım dinlemekle yetinmedim, o günlerde Ankara’nın savaş ve siyaset hayatının içine bir de sanat fırtınası düşmüştü. Meclisi, ordusu sağlam kurulan yeni devletimizin
Bu kahraman 1903 eylülünün 25 inci günü doğmuştu. 1947 eylülünde emekliye ayrıldığına göre, henüz 44 yaşındadır. 44 senelik hayat, emekliye ayrılacak bir yaş değildir ama, o çok yorulmuş ve yıpranmıştı. Çünkü bütün ömrü savaşmakla geçmişti. Balkan harbinde, Karadenizde...
Yukarıdaki klişeye lütfen dikkat ediniz: Bugün benzerleri yurdun her köşesinde sıralanan bir gecekondu hüviyeti içindeki mütevazi yapı...
Tarihimizin dolup taşan menkıbelerini akılla, menfaatle izah, elbette mümkün değildir: