O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım
İçinden geçirildiğimiz karantinalı günlerin kırkı çıktığına göre üzerine konuşabilir, gücümüz yettiğince adını koyabiliriz. Kâfirlerin cenneti, Mü’minlerin zindanı bu dünyada cereyan eden katakulli, düzenbazlık, dolandırıcılık ve yalanların aslını öğrenmek bunların hiçbir etki uyandırmayacağı zamanlara kalır. Kâfirlerin cennet dediği cehennem, cehennem dediği cennettir. Müslümanlığını ciddiye alanlardan, Mü’minlerden, Türklük iddiasında bulunanlardansak ihtiyacımız tüm dünyanın inanarak üzerinde uzlaştığı bir konsensüs değil, bilakis milletçe, hiç olmazsa cumhurca (Cumhur İtifakı’nca değil) üzerine yemin edebileceğimiz bir mutabakattır.
Asırlardır örümcek ağı gibi dokuduğu ve içinde yuvalandığı çarşafa dolanmış sistem bedenlere bir salgın mı saldı, yoksa adına salgın dediği enformasyonu zihinlere mi zerk etti? Kapitalist sistemin ürettiği salgın sanılanın ve gösterilenin tam aksine (henüz) biyologik değil, enformatik. Meselenin hastalık boyutunun gayr-ı ciddiliğini ekranları dolduran, konuştukça sirkatin söyleyen merd-i Kıptilerden öğrenmek işten bile değil. Bu “salgın”da konuşulacak en son şeyin virüs ve hastalık olduğunu anlamak isteyenler için günlük istatistik yayınlanıyor. Güncel bir mesele olarak “önce sağlık” diye söze başlayanlar hastalığın bizzat kendisidir. Dünya sathında bir hafta (haydi bir ay olsun) sürecek alış veriş ve borçlanma yokluğuna dayanamayacağı, çökeceği söylenen finans kapitalizm üç ay geçtiği halde hala yaşıyor mu? Kalp krizi geçirdiği aşikâr olan sistemin ölüp ölmediğini bilmiyoruz. Yoğun bakım ünitesinde ne işler çevrildiğini kimse bilmesin diye zihinlerde büyütülen, günlük hayatta köpürtülen bir salgınla meşgul ediliyoruz. Yerine kondurulacak sisteme ayak uydurmaya hazır, korku ve tedhiş marifetiyle fertler ve toplumlar istenilen kıvama getirilebilsin diye… Yalanın büyüklüğünü inananlarının kalabalık ve ekseriyette oluşu örtüyor.
Şu an üzeri salgınla örtülen kriz, Kapitalizm’in bir düzen değil bir anarşi olduğunu ispat etti, önümüzdeki aylarda ibraz edecek. Yine bu hengâmede 1929’da başlayan Büyük Buhran’dan çok daha büyük bir buhran yaşandığını ABD’lisinden AB’lisine kadar en yetkili ağızlar söyledi. “Salgın” sebebiyle başlamış bir buhranın içinde değil, buhran sebebiyle üretilmiş bir “salgın”ın içindeyiz. “Salgın” yaygarasıyla tesis edilen, heyula haline getirilen tedhiş kısa bir zaman sonra hissedeceğimiz buhran ve ardından gelecek gaz bulutu içinde milletlerin (kaldıysa) başka işlere kalkışmasına mani olmak için tertip edildi. Tüm dünya ile birlikte Türkiye’de toplumun her katmanında yankı bulan bu ölçme değerlendirme tatbikatı milletler arası farkı önemsiz bir ayrıntı haline getirerek tatbik ediliyor. Tatbikat her zaman tatbikattan sonra gelecek acı gerçekler için yapılır. İşin garipliğine bakın ki bu küresel tedhişten “terör örgütleri” bile terörize oluyor! Sağı solu, liberali muhafazakârı, devrimciyi statükocuyu aynı vasatta birleştiren küresel bir kıskacın içindeyiz. Katıksız bir küfür sistemi olan Dünya Sisteminin nerelere, ne mikyasta nüfuz ettiğini, paranın nerede ne kadar eğleştiğini öğrenmek istiyorsak “salgın” heyulasını takip etmek işimizi kolaylaştırıyor. Sisteme neremizden bağlı olduğumuzu (göbekten, ağızdan, makattan, koldan… ilâ-ahir) ifşa ediyor. Korku “salgın”ından nerede kaç kişi öldü / öldürüldü / ölü ilan edildi? Ne kadar ceset torbası o kadar mukni!
Dünya sathına atılan “salgın” taşıyla milyarlarca zaten uçamayan kuş yuvalarına hapsedildi. Köleliğe çaresizlik perçinlendi, bönlük eklendi. Bönlüğü temin için yüzlere geçirilen iç çamaşırından bozma maskelerle tüm dünya halklarıyla dalga geçiliyor, her birey bir köşeye sıkıştırılıyor. İş o kadar sıkı tutuluyor ki kendini dalga geçilebilir hale sokmağa direnmenin hatrı sayılır bir malî cezası bile var. Bu maskeli korku şenliğine katılmak bir mecburiyettir. İngiltere dünya çapında sürdürülen icbara bir hafta direnebildi. Dalga geçilmeğe direnenlerden öc fazlasıyla alınıyor. ABD direnmenin cezasını en ağır faturaya maruz kalarak ödüyor. Çin onca nüfusuna rağmen işi çabucak bitirenlerden. “Salgın“ heyulasının biyologik olduğunu, komplo eseri olmadığını ikrar ederek global komploya dâhil olunabiliyor. Söylediklerine göre bu birinci dalga imiş. Güzün, havaların soğumasıyla ikinci dalganın gelmesi kuvvetle muhtemelmiş. Tedbirlere azamî dikkat sarf ederek “yeni normale” geçecekmişiz. Havanın soğumasıyla ikinci dalganın geleceğini söyleyenler sıcak paranın yerini soğuk paraya, giderek donmuş paraya bırakacağını söylemekten imtina ediyor. Gerçi geçtiğimiz hafta bu konu hakkında konuşma ve yazmanın cezası da hapis olarak belirlendi.
Kahir ekseriyeti Müslümanlar olmak üzere milyonlarca insanı silahlarla öldürürken aynı zamanda halkların sağlığını düşünen bir sistemin içinde yaşıyoruz! Yerseniz! Sağlık için devasa fonlar tahsis ediliyor, vakıflar, hastaneler tesis ediliyor. İki Müslüman’ın (veya biri er diğer ikisi kadın; üç Müslüman’ın) şahit olmadığı bir habere, hadiseye inanamayız. “Bilim insanları” dâhil bütün insanlar ve medya tevatür halinde aksini söylese de bu hüküm değişmez. “Salgın” hakkında konuşmasına cevaz verilenlerin şahitliği caiz midir? Fetvayı kim verecek? Düzenbazlardan başka fetva arayan mı var? Dünyada merkez-çevre münasebetiyle yürüyen bir sömürü sistemi olduğunu, bu sistemin tesirini finans hâkimiyetiyle gösterdiğini, Türkiye’nin de o sistemin pençesinde yer aldığını, kâğıt veya elektronik paranın tamamının faiz olduğunu, onu kullanmanın haram olduğunu söylemedikleri sürece hoca efendilerin hiçbir fetvasına ihtiyacımız yok artık. İftarımızı ettik, karnımız tok. İbadetlerin bile dünya sisteminin kontrolünde ve iznine tabi olduğu bir dünyada (cehennemde) yaşadığımızı anlamamız gerekir. Bu cehennemde artık ezanların inlediği minarelerden “dua” olduğu söylenen yabancı sesler uluorta meydanlara salınıyor. Dinin temeli şahadetler, tekbirler, salavatlar eşliğinde yalancı şahitlik yapılıyor. O sesler; 15 Temmuz sebebiyle ağızlara dört harfli bir kelimeyi pelesenk eden, salgının etkeni olarak altı harfli kelimeyi dile dolayan aynı kafadan çıkan ses. Yani bu salgın finans sisteminin tertip ettiği global bir 15 Temmuz. O tarihten sonra Türkiye’nin başına neler geldiğini hesaba katmayanlar “salgın” (belki de salgınlar) furyasından sonra başımıza neler geldiğinin hesabını da yapmayacaklar. Vaziyete göre kendilerini kurtaracağını zannettikleri bir mevzii alıyorlar. Aynı çukurda eğleşiyorlar.
“Tüm insanlık olarak bu görünmez düşmana karşı zor bir savaş veriyoruz” gibi kötü bir tekerlemeyi tekrar eden her kimse, kendimize mahsus bir çıkış yolu ve tecrübesi olduğunu örtmekle vazifeli olduğunu bilelim. “Salgın” görüntüsü altında yaşanan / yaşanacak bunalım, yaşadığımız topraklar merkez kabul edilmek şartıyla dünyada nefes alınacak yerin / yerlerin bırakılmamasıyla alakalı. Nefes alınacak yer, kendi imkânlarıyla varlığını idame ettirebilen yer demek. Küfür sisteminin gücü hassaten Türkiye’ye açtıkları krediden, bizim de küfre açtığımız krediden geliyor. İlkokul yıllarında (1980’li yıllar) en sık duyduğum “kendi kendine yetebilen dünyadaki nadir ülkelerden biri”nden kırk sene sonra temel ihtiyaçlarını idame ettiremeyen bir ülkeye geldik. Bize ait hiçbir cephesi olmayan, bize ait bütün cepheleri yok eden gelişme, büyüme, kalkınma yalanlarıyla sarmaş dolaş. Şu anda Türkiye’de hiçbir Allah’ın kulu çıkıp da; Türkiye “salgının yol açtığı kriz” dolayısıyla yıkımda değilse bunun sebebi şudur, yıkımda ise bunun sebebi budur, demiyor. Turgut Özal’lı veya Özal’sız ANAP döneminde yapılanların bugünkü durumumuza tesiri nedir diye sorulmadığı gibi AKP iktidara geldiğinden beri yapılan melanetlerin de hesabı sorulmuyor. Türkiye’nin son kırk senesinin siyasî ve iktisadî tarihi, sistemi çöküşe götürecek her argümanın battal edilme tarihi gibidir. Dünya Sisteminin bir çökerten olmadan, hele ki bu topraklarda temayüz edecek bir çökerten olmadan çöktüğünü söylemek madara edilmeğe talip olmaktır. Dünya Sistemi 1929’da başlayıp II. Dünya Savaşına kadar süren Büyük Buhran’a rağmen hemen ardından gelen ve 5 yıl süren bir dünya savaşını idame ettirecek kadar zinde kaldı. Çünkü çökertecek bir etkiye maruz kalmadı. İşleyişi itibariyle kendi kendine çöküşün eşiğine geldi. O koca Dünya Savaşı bu çökertici etkiyi oluşturma gücüne sahip Almanya’nın etkisini izole etmek için gerçekleşti. Seferberlik yıllarından beri dünyada cereyan eden siyasî, askerî, iktisadî boşluklardan istifade ederek bu günlere geldik. Her şeye rağmen 1980’e kadar o boşlukları keşfedecek öyle veya böyle idareciler eksik olmadı. Kapitalist sistemin doğurduğu anarşiden zarar görmemek için düzen gerekiyor. O düzeni şirket haline dönüştürülmüş devletler değil millî varlığının değerini keşfeden veya keşfedecek milletler kurabilecek. Türkiye’de kırk senedir o millî odak peyderpey kayboldu. “Salgın” sonrası süreçte sisteme göbeğinden bağlılar olarak ya kendi göbeğimizi kesmeyi ya da yalanın yalanına, sahtenin sahtesine ram olmayı öğreneceğiz.
Küfürden ihsan bekleyenlerden değiliz. Gâvurun ağzına bakanlardan olmayacağız. Korkunun ecele faydası olmadığını dile getirmiş milletteniz. Türklüğün eceli korkutmak olduğunu tek söyleyen şairin milletinden. Atlarımızın su içtiği ırmakların hayırla yâd ettiği İsmet Özel’in milletinden. Edebiyat olsun diye “ya istiklâl ya ölüm” demedik. Ya istiklâl ya ölüm bugün, el’an burun buruna yaşadığımız şey. “Salgın”dan değil istiklal kaybından, belki de açlıktan ölümle burun buruna getirileceğiz. “Korkma”dan “İstiklâl”e varan tek marşı tek mihver kabul ediyoruz. Yerli yabancı bütün Türk düşmanlarının hedefi 2023 Hıristiyan yılı olmasına rağmen “salgın”dan bu ülkenin o yıla kadar dünyada sağ salim çıkacak nadir ülkelerden olacağını umuyoruz. Vâki olan tam zıddını işaret etse de böyle istediğimiz için tabii olarak böyle umuyoruz. Dünyada ne olup bittiği bizi birinci derecede ilgilendiriyor ve fakat dünya umrumuzda değil. Umrumuzda olan şey Türkün sözünün geçtiği, Türk milleti adına karar verilen Türkeli’ne ulaşmak. Her şey elden gittikten sonra hâlâ bir şey var: İstiklal Marşı bir imdat sirenidir. Vâki olan mümkün olana galebe çalamaz. Bilakis mümkün olan vâki olana galebe çalar. İkrarımız budur.
Durmuş Küçükşakalak
İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı
19 Ramazan 1441
İstiklal Marşı Derneği'nin hazırladığı ve TİYO’nun "Mecburi Kıraat" adlı yeni serisinin ilk kitabı olan "Ömer Seyfettin - Hikayeler" neşrolundu.
İstanbul Şubemizin 5. Olağan Kurulu 9 Şaban 1443 (12 Mart 2022) Cumartesi günü yapıldı.
İstiklâl Marşı Derneği'nin Dördüncü Olağan Genel Kurulu 21 Mayıs Cumartesi günü Ankara'da yapıldı.
Misak-ı Milli haritalı ve Türk yazısıyla matbu harflerle neşrettiğimiz İstiklâl Marşı...
Fakat bu sene Nasrullah Camii'nde sadece Mevlid-i Şerifi okuyabildik. Bunu da cami mikrofonlarının görevlilerce kapatıldığı bir ortamda yapabildik.
İstiklâl Marşı Derneği’nin yayınladığı “Çelimli Çalım” mecmuamızı ikinci sayısı çıktı.