İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Bu yazıyı gözünüzün insafına sunarken Seneca’nın “Başlayan her şey biter” sözünde bir yanlışlık bulmadığımı belirtmeliyim. İnsanın dünyada geçirdiği hayatın ezel ve ebet arasında ihmal edilebilecek bir mikyası resmettiğini biliyorum. Bu bana ne üzüntü veriyor, ne de sevinç. Yapıp ettiklerimizden dolayı ne ahlayıp vahlayarak bir yere varabileceğiz, ne de zil takıp oynayarak. Bir insanın Müslüman olması kendini ciddiye aldığından anlaşılır. Bizi biz yapan başkalarının hangi sahada olursa olsun bize atfettiği hususiyetler değildir. Biz kendimizi ne kadar ciddiye alırsak o kadar Müslüman oluruz. Kur’an nâzil olduktan sonra Yaratılmış olanın Yaratıcısıyla yüz yüze gelmesinin bir başka uygulaması görülmemiştir. Açlıktan ölme veya boynuna dayanan kılıç korkusuyla Müslüman olan yok mudur? Bunların sayısını bilmiyorum; ama ihmal edilemeyecek kadar çok oldukları kanaatindeyim. Açlıktan ölüp gitmektense bir Müslüman hayatı içinde canlı kalmak veya temelini savunamayacağı inançlara yapışıp ölmektense ömrünü İslâm’ın koruyuculuğu altında devam ettirmek neyin ciddiyetine karar verildiğinin göstergesidir.
Müslüman olmak din dışı hayatın hasmı olmak anlamı taşımaz. Tersi de değildir. Yani herhangi bir Müslüman İslâm’a sığmayan faaliyetlerin hoşgörüyü hak ettikleri fikrinde değildir. Hayatın akışı içinde her İslâm dışı şey bizi İslâm’ın içinde kalmağa tahrik eder. Etmiyorsa neye ne sebepten inandığımızı izahtan mahrum bırakıldığımızın ortaya çıktığını fark etmeliyiz. Mekke’den Yesrib’e Hicretin Mekke’nin fethiyle sona erdiğini biliyoruz. Müslümanlar vuruşarak Mekke’yi fethetmedi. Kıtal yasaklanmıştı. Buna mukabil Hicret esnasında Hazreti Fatıma’yı defalarca devesinden inmeğe icbar eden adamın hayatına Hazreti Ali son verdi. Demek ki İslâm’da intikam almanın önüne geçmenin göründüğü kadar kolay olmadığını iddia edebiliriz. Hadiste bize “Fetihten sonra artık hicret yoktur, fakat cihad ve niyet vardır” bildirilmiştir. Demek ki, Hicret’in varacağı yer fetih idi. O halde zihnimizde fethin nereye varacağını canlandırabiliriz.
Müslümanlıkta karar kılmak tepeden tırnağa siyasi bir tavırdır. Dünya Sistemi’ne köle olmaktan zevk alanların Müslüman olarak adlandırdıkları kişi yükselişin has biçimini bulmuş demektir. Daha açıkçası Müslümanlık kurulu düzenle uzlaştığı için şahsiyetini mahvetmiş ve uğradığı perişanlıktan zevk çıkaran kimselerin âleminden kaçışın işaretidir. Biz Türklerin Diyar-ı Rum’u Dar-ül İslâm haline getirmesinin dünyada geçirilen günler itibariyle anlamı neydi? Ahilik ve esnaf örgütlenmeleri bir Türk düzenine giden yolun nasıl açılacağını göstermişti. O günün şartları “bir Türk düzeni” ibaresini telâffuza imkân vermiyordu. Oysa Türkler mahalli otoritelere güç devşirerek oluşma yolunda epeyce mesafe kat etmiş Bizans feodalitesinin yolunu feshetmiş, azami kâr yönünde çok gelişmiş bir arabalı ticaret yolunu etkisiz kılmıştı. Düzen fikri siyaset lügatine Hıristiyanların 1848inci yılında yayınlanan Komünist Manifesto sonrasında girdi.
Türkler dünya ticaret yollarını denetimleri altına aldıktan sonra coğrafya kitaplarında büyük keşifler diyerek anılan hadise patlak verdi. Denizciler Türkleri arkalarından kuşatmanın bir yolunu arıyorlardı. İberik yarımadasında 800 yıl kalan Araplarla Balkanları ele geçiren Türkler arasındaki farkları buradan istidlâl edebilirsiniz. Avrupalılar tarafından henüz keşfedilmiş ve Avrupalıların Yeni Dünya olarak adlandırdıkları bir kıta ve Avusturalya, Yeni Zelanda gibi büyük deniz yolculukları sebebiyle Avrupalıların dikkatini çekmiş alanların para getiren topraklara dönüştürülmesi söz konusuydu. Amerika kıtasında oluşturulan plantasyonlarda Kızılderilileri köle olarak kullanmak mümkün olmadı. Size çok tuhaf görünebilir; ama köle muamelesine maruz kalan Kızılderililer ölüyordu. Bir Katolik rahip köle olarak Afrika’dan sağlam yapılı zencilerin getirilmesi teklifini iş adamlarına kabul ettirdi. Böylece 400 sene devam edecek bir köle ticareti başlamış oldu. Köle ticareti o kadar kârlı idi ki kazanılan parayla Büyük Britanya’da sanayi devriminin finansmanı mümkün oldu. İngiliz kumaşı dünya ölçüsünde ünlendi. Asılacaksan İngiliz ipiyle asıl sözü o zamanlardan kalmadır. Sanayi devrimi Alçak Ülke ’deki gibi bir lâle çılgınlığına başvurmaksızın fabrikalar üzerinden mali hegemonyayı ete kemiğe büründürdü.
Hızını iş adamları arasındaki azami kâr yarışından alan Dünya Sistemi yeryüzü ölçeğinde bir bütünü temsil eder. Rus çarını devirmekle kalmayıp cesedini paramparça edenler önce tek ülkede sosyalizm tezini Rusya’da hâkim kıldılar. Stalin 30 yıl Sovyetlerin hâkimi rolünü oynadı. 1960 Hıristiyan yılına gelindiğinde ülkedeki işletmelerin kâr motifini hesaba katmadan ekonomik etkinlik gösteremeyecekleri görüşü resmileşti. Bu SSCB için sonun başlangıcı oldu. Sosyalist bir ekonominin Kapitalizmle barış içinde birlikte yaşayabileceği anlayışı en popüler yaklaşım sayıldı. Bütün bunlar Çin Halk Cumhuriyeti nazarında revizyonist (sosyalist tezleri değiştirmeğe yönelik), oportünist tavırlardı. Çin modernleşmenin başına sardığı sıkıntıları bir kültür devrimiyle geçiştirme hevesine kapıldı. Ellerine geçirdikleri Kızıl Kitap’ı sallayarak nereye varacaklarını düşünüyorlardı? Her ne olduysa oldu ve bütün hırlaşmalar Dünya Sistemi’nin her gün biraz daha kâr eder duruma geçmesini önleyemedi. Bugün Dünya Sistemi’ne meydan okuyacak şartlar altında değiliz. Ortada ne yeni bir Dünya Savaşı, ne bir Çarlık rejimi, ne de Japon istilâsı var.
Gelelim fetihten sonra gidilecek yerin neresi olduğuna. Fethi fetih takip eder. Böyle olmasaydı bir Türk düzeninden söz edemezdik. I. Cihan Harbi sonrasında harbin mağluplarından bir devlet addedildik. Misâk-ı Millî Türklerin dar-ül İslâm haline getirdiği topraklardır. Türkler İslâm hukukuna açtıkları yerlerde toplum hayatının helal kazanç esasıyla yeniden tanzimiyle uğraştılar. Osmanlı devlet ricali Anadolu’yu veya Asya ve Afrika’da ele geçirdikleri sahaları değil Balkanları vatan sayma tercihinde bulundu. Balkanlarda İslamlaşma Bektaşi tarikatının yaygınlığına çok şey borçludur. Anadolu’da en yaygın tarikatın Nakşibendi oluşu bizim fikriyat sahasındaki meşguliyetlerimiz arasına girmelidir. Balkan toprakları İslâm toprakları olarak kalmadı. Bu sonuç fethin fethi takip etmeyişinin ifadesidir. Ne yapılacaktı da fethi fethin takip ettiğini söyleyebilecektik? Hiçbir şey yapmamıza gerek yoktu. Bunun için Dünya Sistemi’ne husumetimizin dile getirilmesi yetecekti.
İsmet Özel, 10 Recep 1443 (11 Şubat 2022)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün