İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Dünya tarihi diye bir şey varsa orada Türkler merkezî yeri işgal ediyor. Çünkü sadece Türkler dünyaya gaza ile hayat bulan bir İslâm’ı hatırlattı. Yukarıdaki iki cümle bana mantığın bir metni anlaşılır kılmada vazgeçilmez olmadığını gösteriyor. Anlaşılır metinden mantık beklemeyelim. Öncelikle dünya tarihi diye bir şeyin mevcut olmadığını, dahası, bundan böyle olamayacağını kabul ediyorum. Tarihe ancak kavimlerden, milletlerden, şirketlerden geçerek ulaşılabilinir. Çünkü hiçbir insan teki tarihe yukarıdan bakamaz. Yani tarihe insanı aşan bir gözle bakılamaz. İnsandan bir fert olarak mı söz ediyorum? Hayır, tarihe bakmanın yegâne yolu bir kavmi, bir milleti veya insan elinden çıkma başka bir şeyi, meselâ bir şirketi esas almaktan geçer. Dünya tarihi diye bir şey yok ve biz ispatlamak istediğimiz şeye gerçekliği imkânsız dünya tarihinden başlıyoruz. Saçmalığın daniskası.
Dünya ölçüsünde dönen bir dolap var; ama dünya tarihi yok. Niçin yok? Çünkü millî varlıklardan biri diğer millî varlıkları kendi bencilce çıkarları hesabına göre hizaya sokar. Asırlar boyunca sadece milletlerin hak talepleri yüzünden doğan zorluklarla boğuştuk. Millî menfaat milletlerin topluca hareketlerinin motoru oldu. Her şey gereğince olup bitti mi? Geçti mi o günler? Hiçbir şey gereğince olup bitmedi ve o günler geçmedi. Geçen zaman sadece yanlış olanı doğru gösterebilecek bir acımasızlıkla geçti. Hatırlayalım: Millî menfaatten söz edebilmemiz için önce millî pazarı görmemiz şarttır. Yani bir millet kendi iç ilişkileri içinde bir refah seviyesi tutturmuş olmalıdır. Bir ekonominin iç ilişkilerinde sağlanan refah ancak o ekonomi dışından bir ilâve ile güvendedir. Bu hüküm bize müstemlekeciliğin nasıl olup da Batı Medeniyetini doğurduğunu öğretiyor. Küçücük bir Belçika’nın kocaman bir Kongo’su oldu.
Avrupa’yı bir tür medeniyetin muhafızlığına icbar eden yok olma korkusudur. Hıristiyan takviminin 1526ncı yılında Hıristiyan medeniyetinin kalkanı olarak bilinen Macarlar Mohaç Meydan Muharebesi’nde yenilince Avrupa aristokrasisi bir panik yaşadı. “Türkler yenilemez” sloganı bütün Avrupa’da bir daha ve daha güçlü bir biçimde yankılandı. Neyse ki paniğe kapılmanın ömrü uzun olmadı. Türlü entrikalar sonucu İbrani-Hıristiyan gayri-Müslim ittifakı Lepanto dedikleri mevkide Türk donanmasını yakarak Türklere bir hezimet yaşattı. Vakıa Mohaç ’tan 45 sene sonrasına denk düşüyor. Türklerin İnebahtı hezimeti Avrupa’ya dünya hâkimiyeti konusunda bir ümit verdi. Artık bütün Avrupa’da “Türkler mağlup edilebilir” sözü pervasızca söylenebiliyordu. Demek ki Sokullu müthiş bir yanılgı içindeydi. Yani ne birisi Kıbrıs’ı Türk topraklarına katarak Avrupa’nın kolunu kesmiş, ne de diğeri donanmasını yakarak birisinin sakalını kesmişti. Her ne kadar Türklere Akdeniz hâkimiyeti bırakılmadıysa da Kıbrıs adası 307 sene elimizde kaldı. Adanın hükümranlığını İngilizlere Hıristiyan 1878 yılında Ruslara karşı Osmanlı topraklarını müdafaa edecekleri vaadine kanar gibi yaparak bıraktık.
Misak-ı millî Türklerin hikâyesini tam başladığı yere getirdi. Tarih sahnesine Allah’ın askerleri olarak çıkmıştık. Misak-ı millî demek Türk askerlerinin fiilen vaziyet ettiği topraklar demekti. Türkler ilki Bizans’ı çaresiz bırakarak XIII. yüzyılda, ikincisi İstiklâl Harbi’nin uç vermesiyle başlayan diyar-ı Rum’u dar-ül İslâm kılarak vatanlaştırma faaliyetinin altından yüzlerinin akıyla çıktı. Şimdi dönüp dolaşıp başladığımız yere mi gelmiş oluyorduk? Hayır. Hıristiyanlara mahsus 1973 yılında CHP düşmanlarının elinden din silâhını almak kastıyla başlatılan “siyasal İslâm” inanılmaz sayıda insanı bir dolmuşa bindirdi. Türk milleti çok kısa zamanda gözlemleyemeyeceğimiz kadar çok vakıayı tecrübesine kattı. Batı Medeniyetine intibak diyerek yumuşatılmış bir anlatıma sığdırabileceğimiz modernlik bile kendisine “millî tecrübe” adını verebileceğimiz hususiyet arz etmiyor. Biz Türklere millî tecrübe dedirten şey sadece İslamlaştırma hudutları içinde kalan şeydir. Türkler III. Selim saltanatından bu güne İslâm’ı vestiyerde bırakıp modern hayat salonuna giremedi. Avrupa’nın ötekisi Haçlı Seferlerinden bu yana İslâm olarak, yani Türkler olarak bilindi. Gözden kaçan bir şey var: Devletin batılılaşma izleği Türklerin katledilmesine sebep olmakla kalmadı; dünyada yaşayan hiçbir millet Türk katliamına zihninde yer vermedi.
Türkler Avrupa’nın ötekisi olmaktan vazgeçemeyeceklerine göre ne yapacak? Millî tecrübeye geri dönmekten başka Türklerin elinde ne var? O başka şey Grek ideallerine, Ermeni, Kürt, Şii ve sair ideallere sahip çıkmaktır. O başka şeyi Dünya Sistemi hoş görmeyecektir. Çünkü bu ideallerin hepsi gelip kapitalizme düşmanlıkta birleşiyor. Dikkat edecek olursanız kapitalizm hayat gücünü ücretli emekle sermayenin çatışmasından almıyor. Kapitalizmi yaşatan israftır. Çöple beslenen bir medeniyetten söz ediyoruz. Sıfır atık tabirini beğeniyorum. Ne yapıp yapıp kendimizi medeniyetin bir atığı haline düşürmekten kurtarmamız lâzım.
İsmet Özel, 12 Muharrem 1444 (10 Ağustos 2022)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün