YEMİNİ OLAN YEGÂNE MİLLET VE DİĞERLERİ
İSMET ÖZEL
.

Tarih akıyor. Tarih tek bir istikamette, kıyamet istikametinde akıyor ve insanlar olarak bizler o istikamet hatırına imtihandan geçiriliyoruz. Kıyamet kopacaksa verilen sadakanın reddedildiği zamanda kopacak. Bu yüzden bütün bağlarımızın mahiyeti hakkında bir fikrimiz olması gerekiyor. Mesuliyetimiz mensubu olduğumuz milletin her hali, yani dünü, bugünü, yarını sebebiyledir. Bu durum biz Türklerin her birini birer dava eri durumuna getiriyor. Türkler hangi davanın erleridir? Millet olarak önce bu sualin cevabında birleşelim. Birleşemezsek dünyada bir Türk milleti bulunduğunu kimseye, kendimize bile izah edemeyiz. Açıklanabilirse Türk oluşumuz üzerinde yaşadığımız toprakların geçirdiği istihaleler yüzünden açıklanacaktır. İlk çağda bugün Türk toprakları adı verilen bu sahanın geçirdiği ilk büyük istihaleye Helenizm adı veriliyor.  Helenizm’in şehir devletlerine bağlılıklarıyla övünen Greklerin pek önem atfettiği medeni/barbar karşıtlığına son verdiği de, dünya vatandaşlığına yol açtığı da, Roma’nın bütün kavimlere hâkim uygulamasına gerekçe temin ettiği de söylenebilir. Dolayısıyla insan zihnine merkezin üstünlüğü kavramını adım başı karşımıza çıkan imparatorluklar değil, Helenizm sokmuştur diyebiliriz. Antik çağın Roma’sı Bizans’a Hıristiyanlıkla mezcedilmiş merkeziyetçiliği miras bırakmıştır. Bizans yönetimi bu topraklarda merkeziyetçiliği, yani merkezde alınan karara itaat fikrini pekiştirmiştir.

Osmanlı devletinin müreffeh ve sefil hallerini de merkeziyetçilikle açığa çıkarabiliriz. Tarihin aktığını beyan etmek tarihin insanın başına gelen her şeyi veya çoğu şeyi determine ettiğinin kabulü anlamına gelmez. Yani Türk milleti tarihin bir muhassalası değildir. Türkler tarihin akışı karşısında aldıkları tavır sebebiyle millet vasfı göstermişlerdir. Gaza beylikleri gayri-Müslimlere ve bilhassa Hıristiyanlara davranış kolaylığı tanımakla değil, bilakis Hıristiyanlar da dâhil bütün gayri-Müslimlerin devlet inşasına varmak kastıyla yürünen yolda imtiyazlı bir mevkii işgal etmelerine engel olma suretiyle Diyar-ı Rûm’u Dar-ül İslâm haline sokmuştur. Tutamak noktamızın çelişkiden arındırılmış ilk kısmı budur. Yaşadığımız topraklar Dar-ül İslâm değilse bir vatanımız yoktur. Lozan anlaşmasının Cumhuriyete dayanak temin ettiği doğrudur; ama cumhuriyeti de ayakta tutan Türk milletine değil. 

Tutamak noktamızın çelişkiden arındırılmış ikinci kısmı Hıristiyanların 24-26 Ekim 1596 tarihinde cereyan ettiğini dile getirdikleri Haçova Meydan Muharebesi’dir. Bu harbi hezimetten zafere dönüştürenler ordunun geri hizmetlileridir. Oduncuların, çadırcıların, uşakların, devecilerin ve aşçıların ellerine geçirdikleri kazmalarla, odun yarmalarıyla, baltalar, tırpanlar, kazanlar ve kepçelerle yağmaya dalmış kâfirler üstüne varmaları, bir taraftan kâfir öldürürken diğer taraftan kâfir kaçtı, Nemçeli sindi diye haykırmaları bozguna uğrayan askerlerin aklını başına getirmiş, neticede yenilgi istikametini zafere çevirmiştir. Durumun bu minvalde olması savaşa "Kepçe Kazan Savaşı" denilmesine sebep olmuşsa da hadisenin Türk milletinin asli vasfını su yüzüne çıkardığı inkâr edilememiştir. Türkler muharip unsurları sebebiyle değil millet olarak Allah’ın askerleridir.

Tutamak noktamızın çelişkiden arındırılmış son kısmı Çanakkale savaşlarıdır. Eğer İngiliz ve Fransız donanmasının İstanbul’u ele geçirmelerine engel olamasaydık ne 28 Ocak 1920’de Misâk-ı Millî ilan edilebilir, ne de İstiklâl Harbi’ni yürütecek manevi desteğe kavuşabilirdik. Birinci ve İkinci Balkan savaşları Bulgarların Selimiye camiine tasallut etmelerine engel olamayacağımız bir yenilgiydi. Britanya ve Fransa donanması ölüsü meydanda olan milletin payitahtını savunamayacağı fikrindeydi. Meğer işin Türk düşmanlarınca görülemeyen bir yanı varmış. Türk ordusunun bir İstiklâl Marşı talep etmesi üzerine metni keramet göstererek kaleme Mehmet Akif almış ve bizler Türk milleti olarak alnı açık bir hayata sahip çıkmışız. Alnı açık bir millet olduğumuzu Sakarya Meydan Muharebesiyle bütün dünyaya gösterdik. Kore’deki Kunuri zaferi Sakarya’yı hatırlattığı kadar zaferdir. Türklere hâkim toplum sınıflarının Kırım Savaşı’nda tuttukları yer neresi ise Kunuri’de tuttukları yer de orasıdır. Türk milleti kapitalizmin emrinde bulunmağı hiçbir zaman düşünmedi. Kapitalizmin emrinde bulunmağı kaderin bir cilvesi gibi görmek Türk toplumunu zapt ü rapt altında tutma gayretini elden bırakmayan hâkim sınıfların bir saplantısıdır.

Fransa ticaret kapitalizmine hizmet ederek millî bir karakter kazandı. Hollanda XVII. yüzyılda Dünya Sistemi’ne hamallık ederek navlun ücreti dolayımından büyük bir sermayeyi kontrolü altına aldı. Müstemleke sahibi olmanın mesele edilmediği dönemde Belçika’nın kocaman bir Kongo’su, Portekiz’in kocaman bir Angola’sı vardı. Britanya üzerinde güneş batmayan imparatorluğuyla övünüyor, Büyük Sahra’ya sahip Fransa lejyonerleriyle gurur duyuyordu. ABD beynelmilel ticaret bahanesiyle bütün dünyayı haraca bağlamıştı. Netice şudur: Kapitalizm millî pazar marifetiyle milletleri şekillendirdi. Millet olarak varlığını kapitalist mekanizmanın şartlarından tecrit edilmeğe bağlamış olanlar Türklerdir. Türkler din bağının dirlik ve düzenliğe açılan yegâne yol olduğunu bilerek millet vasfı edindi. Dünyada dine bağlılık yeminine sadakatten sosyal, iktisadi ve siyasi planlar temin edebilen tek millet biziz. Bizim hâlâ biz kalıp kalmadığımız zihnimi kemiriyor.

İsmet Özel, 16 Şaban 1444 (8 Mart 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.