MİLLETLERİN HİZASI
İSMET ÖZEL
.

Yakın tarihte karşımıza bir Yeni Dünya ve bu Yeni Dünya’nın içinde bir Amerika Birleşik Devletleri çıkıyor. ABD kendi milletinden söz ederken bilimin açtığı çığıra uygun bir şeyi anıyor. Bu artık her hangi bir Avrupalı hanedan tarafından yönetilmeyen ve bağrında soylular sınıfı barındırmayan bir millettir. Yani ABD sebebiyle millet kavramına bilmeğe yatkın olduğumuzdan değişik bir gözle bakmamız gerekiyor. Hesabımızı her devletin diğerine eşit olduğu kabul edilen (Wyoming de, Texas da birer devlet) ve son aşamada Dünya Sistemi’nin metropolü vasfıyla temayüz etmiş bir devletle görmek zorundayız. İtalyan Site Devletleri, Hollanda, üzerinde güneş batmayan Britanya… Buralar ABD’den önce andığım sırayla Dünya Sistemi’nin merkezi olmuş yerlerdir.

Tarihin akışı fikrine itibar edersek hayatımızı idame ettirmek için kurallarını ciddiye aldığımız bir ekonomik yapıyı ve ona sıkı sıkıya bağlı mali yapıyı ve bir de dünyevi zevklerimizle eşgüdümü esas aldığı için çok çeşitlendirilmiş diğer yapıları göz önüne almak zorundayız. Hukuk, felsefe, eğitim hedefleri önümüze birbirini destekleyen veya birbirine çelme takan bir çok yapı koyar.  Siyaset bizi bütün yapılar arasında canbazlık yapmağa çağırır. Bu davete icabet eder miyiz? Meseleyi düğümlendiren bu sualdir. Türkler tarihin yükünü üzerlerinden atma çabalarıyla modernliğin şekillendirdiği yerkürede geçerlilik sağlayacakları zannıyla bu güne geldi. Bu gün durum parlak mıdır? Hiç değil. Neden değil? Değil çünkü yaşamak endişesiyle bulandırılmış bir zihinle hayatta kalmağa çabalıyoruz. “Bir İslâm ülkesi olmaktansa bir voleybol ülkesi olalım” cümlesi size anlamlı geliyor mu? Gelse de gelmese de batakta çırpındığınızın işaretini vermiş olursunuz.

Dünya üzerinde yaşayanlar arasında sadece Müslümanlardır batakta çırpınmak yerine berrak bir suda yüzmek isteyenler. Daha doğrusu biz böyle olsun istiyoruz. Gayri-Müslim dünya içine sürüklendiği batağı kabullenmiş ve giderek bu kabullenişi zevke çevirmiştir. Onlar madem tecavüze engel olamıyorsun sızlanmak yerine bari zevkini çıkar fikrini yerküre üzerinde yaygınlaştırmışlardır. Onlara hiçbir şekilde iştirak etmiyoruz. Şartlar ne olursa olsun insan olma çabasına değer verenler kendi özgürlükleri ve istiklâlleri uğruna emek harcamak durumundadırlar. Devrimci dalganın yükseldiği yer ve zamanlarda bazıları emek harcıyormuş numarası yapabilir. Yaptıkları vakidir. Onların yaptıklarının sadece numara olduğunu ellerine fırsat ikram edildiği sırada anlayabiliyoruz. O halde kendimizi çaresizlikle kuşatılmış mı sayacağız? Hayır, bir çare var ve bu çare milletlerin hizasını fark etmede gizlidir. Tarihin sahnesinin bir millî varlığın güç gösterisiyle tertip edilmediğini II. Dünya Savaşı gösterdi. Zavallı Hitler eğer SSCB’ni yıkabilirse kendi iktidarına göz yumulacağını hayal ediyordu.

Tarihin sahnesinin perdesi ancak tarihin hükmüyle irtibat kurulabildiğinde açılabilir. Hegel tarihin sahnesinin tarihin hükmüyle aynı anlama geldiğini sanmıştır. Avrupa devleti sıfatına lâyık olmak müstemleke sahibi olmakla eşanlamlı sayılıyordu. II. Reich’ın Afrika’da ve Okyanusya’da ele geçirdiği koloniler Almanya’nın I. Cihan Harbi’nin mağlubu olmasıyla elinden alındı. Büyük Savaş sona erinceye kadar dünya haritasına baktığınızda Bismark takımadalarını sarih bir biçimde görebiliyordunuz. Tarihin hükmü bir milletin hayat kaynağına ne ölçüde sadık kaldığıyla ayan olur. Batılılaşma akımı Türk milletinin ölçüyü kaybetmesine yol açtı. III. Selim saltanatından bu yana bütün Türk yöneticileri İslâm düşmanlığının dünya ölçüsünde itibar kazanmaya sebep olacağı inancıyla hareket etti.

İslâm’a sadakat haricinde herhangi bir payanda Türk milletinin sıhhat kazanmasına hizmet etmeyecektir. İslâm denilince aklınıza mihrab, sahur ve kurban gelebilir. Bunda hayret edilecek bir şey yok. Asıl hayret edeceğimiz şey mihrabın, sahurun ve kurbanın anlamına bigâne kalışımızdır. Benim gençliğim dünyada devrimci dalganın yükseldiği günlere denk geldi. Niçin devrimci dalga yükselmişti? Çünkü 1945inci Hıristiyan yılında cepheden evlerine dönenler bilhassa 1947’de bir “baby boom” yaşanmasına sebep olmuştu. Savaştan nefret etmek üzere yetiştirilen ve ideal bir dünya barışı isteyen nesil iki zıt kutup diye takdim edilen ve içine ABD’nin de, SSCB’nin de dâhil olduğu farz edilen kurulu düzene başkaldırıyordu. İçi fazlasıyla doldurulmuş bu söylence zevk veriyordu. Çünkü neticede başkaldırıyorduk.

İstenecek şey “ideal bir dünya barışı” mıydı; yoksa dünyanın Müslim ve gayri-Müslim olarak ikiye bölünmesi miydi? İslâm’ı her yönüyle sakatladığına inananlar insanların aklına dar-ül İslâm, dar-ül harb ayrımının takılacağına ihtimal vermediler. Halen de vermiyorlar. Oysa milletlerin hangi hizada olacağı hakikatle bağlantılarından anlaşılır. Hakikatle hizalanmış bir millet kendi hayatının fennî olup olmadığına değil, hayatının seyrinden istifade edip etmediğine bakar.

İsmet Özel, 15 Muharrem 1445 (2 Ağustos 2023)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.