…
Biraz önce izlediğiniz panelde de arkadaşların sözlerinden İstiklâl Marşı Derneğinin niçin kurulduğuna dair birçok şey işittiniz. Bunlara muvazi olarak ben, bir şeyi netleştirerek devam edeceğim sözlerime. İstiklâl Marşı Derneği şüphesiz ki İstiklâl Marşı dolayısıyla İstiklâl Marşı’nın tekrar, hakkıyla anlaşılması sebebiyle kuruldu. Bu vakıanın günümüz şartları itibariyle ayrıca vurgulanması gereken bir tarafı var, o da şu: İstiklâl Marşı Derneği “Ben Türk değilim, ama bu topraklarda benim de hakkım var”, diyenlerin havalarını alması için kuruldu. “Ben Türk değilim, ama bu topraklarda benim de hakkım var”, diyecek olanlar, demekte olanlar varsa, İstiklâl Marşı Derneği onlara havalarını aldırtacak. Bu tavrı gerektiren net bir taraf var, ben yıllardır bu tarafın neye denk düştüğünü söylüyorum: Yaşadığımız topraklar iki defa vatan kılındı, iki defa vatanlaştırıldı: Birincisi, milattan sonra 13. Yy’da, diğeri de İstiklâl Harbinin akabinde. Bu iki “vatanlaştırma” olgusunu ben her fırsatta tekrar ediyorum, zira üçüncü defa vatanlaştırma diye bir şey olmayacak. Olmasına imkân yok. Gaflet Türklerin gafletidir. Eğer “Ben Türk değilim, ama bu topraklarda benim de hakkım var”, diyenler partiyi vurursa bu toprakların bir kez daha Türk vatanı olma şartlarına biz Türkler yabancı kalacağız. Dernek olarak, bu anlayış doğrultusunda yolumuza devam edeceğiz. Onun için İstiklâl Harbinin bir kez daha verilmesi gibi bir safsatayla uğraşılması mantık dışıdır. Bir daha İstiklâl Harbi verilemez. Bunun adını doğru koyalım, yerli yerinde anlayalım. Ne oldu, ne oluyor, ne olacak?
Şimdi bizim şu andaki siyasi yapılanmamız içinde üç vilayetimizin adı ekli, ilâvelidir, biliyorsunuz. Önce sadece Gaziantep’imiz vardı, sonra buna Şanlıurfa ve Kahramanmaraş ilave edildi. Yani bu isimlerin birisi Antep, birisi Urfa, birisi Maraş olması normal sayıldığı halde, bunlar gazi, şanlı ve kahraman olarak anılan yerler. Bu imtiyazın anlaşılması lazım. Neden bu vilayetlere ayrıca birer unvan veriyoruz? Çünkü bunlar Ankara Hükümetinin öncülüğü olmaksızın gavur tasallutundan kurtulmuş yerlerdir. Yani kendi göbeklerini kesmişler, onun için onların isimlerinin önüne bir sıfat eklenmiş. Urfa’nın kurtuluşu diyelim, 11 Nisan 1920, öyle mi? Yani 23 Nisan 1920’de meclis açılıyor, ama Urfalılar gavuru Meclis açılmadan Türk topraklarından atmışlar. Bu dikkate değer bir şey.
Yani bizim İstiklâl Marşı Derneğinin teşekkülünde de, bundan sonraki faaliyetlerinde de aklımızdan çıkarmayacağımız bir şey. Yani bu topraklarda yaşayan insanların bir inisiyatif kullanma özelliği olduğunu bilerek hareket etmemiz gerekiyor. Bu inisiyatife dayanarak ne yapacaksak yapacağız. Ve Türkiye’de bir takım insanların bu inisiyatif aleyhine, bu inisiyatifin ortaya çıkması korkusuyla hareket ettiklerini de bilmek gerekecek. Bu ülkede bir faaliyet hazırlığı var ve bu hazırlığın devreye girmemesi için uğraşan insanlar var. Gerçekten böyle bir hazırlık var mı? Buna bakalım yani, ne oluyor, ne bitiyor? Çok önemli bir hadise var, dünya tarihinin yakın dönemine ait. Yugoslavya diye bir ülke vardı biliyorsunuz. Bu ülke Tito’nun ölümünden sonra dağıldı. Türkiye Cumhuriyeti Mustafa Kemal’in ölümüyle birlikte hiçbir dağılma tehlikesine maruz kalmadı. Bunu bir kere bilin yani, Tito öldükten kısa bir süre sonra Yugoslavya siyasi tarihten silindi, fakat Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanı öldükten sonra hiçbir şekilde bir dağılma tehlikesine maruz kalmadı. Bu ihmale gelmeyecek derecede önemli bir şey. Çünkü Türkiye, İstiklâl Harbinin akabinde ikinci kez vatanlaşmıştı, ikinci kez Türk vatanı olmuştu ve bu Türk tarihine şekil veren son hadiseydi. Bu meseleyi iyi bilmek lazım. Ama şu anda Türkiye’de İstiklâl Harbini kaybeden insanlar, kayıplarının acısını çıkarma hazırlığı içerisindedirler ve bu konuda epeyce mesafe kat etmiş durumdalar. Eğer İstiklâl Marşı Derneği olmasa hedeflerine ulaşmak için önlerinde hemen hemen hiçbir mania yok gibi. Ama İstiklâl Marşı Derneği dediğim gibi onların heveslerini kursaklarında –Allah’ın izniyle- bırakacak. Yani Türkiye bir üçüncü defa vatanlaşma ihtiyacına duçar olmayacak.
Şimdi bunların neden böyle olacağına dair izahlar yapmam lazım. Bunların hemen hemen hepsini daha önce, birçok vesileyle söyledim ama bir derleyip toparlamak gerekiyor. Şimdi üç sorumuz var: Ne oldu, ne oluyor, ne olacak? Bu sorulara cevabımız da üç tane; Ne oldu? Türk oldu. Ne oluyor? Vatan oluyor. Ne olacak? Millet olacak. Yani İstiklâl Harbi sonunda bir vatan sahibi olmak, bir millete kavuşmak ile sonuçlanmadı. Onun için biz hâlâ vatan olma sürecini yaşıyoruz. Yani “Önce Vatan” deniyor ya, dağa taşa yazıyorlar. İşte o “Önce Vatan” sloganı hâlâ güncelliğini koruyor. Yani Türkiye eğer şu andaki 780 bin km² lik alanı Türk vatanı olarak koruyabilirse olan bitenin hakkını vermiş olacak. Ve bu “Olacak”la olabilecek bir şey. Yani şu anda olmakta olan şey “Olacağın” eseri olacak, biz bir millet haline gelebilirsek. Şimdi bu dikkate değer bir şey; Türk var, fakat Türk milleti yok. Dikkate davet ediyorum: Türk var, fakat Türk milleti yok. Bizim içinde yaşadığımız toplum bir milli damarın nabız vuruşlarının fark edildiği bir toplum değil. Biz şu anda Dünya Sisteminin cilveleri sebebiyle belli bir topluluğa kavuşmuş bir camiayız. Öyle bir camia var burada, bunun akıbeti ya dağılmak olacak veyahut milletleşmek olacak. Şimdi şu Türk meselesini bir netleştirmek gerekiyor. Şimdi benim tarifim kâfire karşı, kâfirle çatışmayı göze alan Müslüman’a Türk denir şeklinde, ama bu şu andaki fiili durumu ancak izah eden bir şey. Bu hep böyle mi oldu? Anlamak lazım. Çünkü bize çoğu zaman böyle bir ırkın ya da etnisitenin olduğundan söz ettiler.
Bu Osmanlı çöküşü sırasında milli unsurların birer birer kopmaları sonucunda elde bir Türk kalsın diye böyle bir etnik varlığa rıza gösterilmiş gibi. Aslında tabii İslâm’dan kopuk Türk tabirinin birincil kaynağı bu, siyasi zaruret değil, daha çok Yahudilerin kendi önemlerini artırmak için üretmek zorunda kaldıkları bir Türk vardı, ondan siyaset itibariyle istifade edildi. Yahudi olmayan birileri de bu tabir işimize yarıyor, falan filan dediler. Şimdi Türk dediğimiz şeyin benim tarifim dolayısıyla Rasulullah (SAV)’in risaletinden sonra doğmuş olması lazım. Çünkü, kâfirle çatışmayı göze alan Müslüman’a Türk denir, dediğimiz zaman İslamiyet’in gelişinden sonra bir Türk ortaya çıkmış olması lazım. Bu tabii ki böyle, yani ben Türk’lüğü Rasulullahın Mescid-i Dırar denilen yerde namaz kılmamasıyla başlatıyorum. Ama aslında daha akla yatkın, açıklanabilir bir Türk var. Yani milattan önce 7. Yy’da tabii ki bir Türk var. Bu Türklerin Müslümanlaşması denen şeyi haklı çıkaracak bir Türk değil. Çok eskiden beri bizim belki bilgimizin erişemediği Adem (AS)’dan itibaren gelen İslami çizginin bir yerinde doğmuş olan bir Türk var.
…
Genel Başkanımız İsmet Özel'in Derneğimizin Birinci Sene-i Devriye toplantısında yaptığı konuşmadan alınmıştır.
“İnsan hayra dua ediyormuşcasına şerre de dua eder. Çünkü insan pek acelecidir.”17/11
İsmet Özel: Evet, 1982 anayasasından dolayı dediğiniz gibi. Bugün Türkiye’de işte sivillerin anayasa yapmasından söz ediliyor, değil mi? Aslında benim sormak istediğim soru şu:
Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında, Avrupa ile Orta-Doğu arasında, Türkî Cumhuriyetlerle Avrupa arasında, İslâm dünyasıyla Hıristiyan dünyası arasında köprü olduğunu söylüyorlar.
Madem Türklerin (cumhurun) demir dağı eritmek gibi bir gayesi yoktu, o halde hangi sebeple bir başkanı vardı? Akla gelebilecek ilk sebep asayişin teminidir.
Hevvez, hutti, kelemen
Ben bu işe gelemen
Bacaklarım gısacuk
Falakaya giremen
(Türk çocuklarının bir tekerlemesi)
Marşımızın isminde yer alan istiklâl / استقلال kelimesi Arapçada olmayan bir kelimedir. Daha doğrusu evvelden olmayan günümüzde ise kullanılan bir kelimedir.