TEKİNSİZLİK
İSMET ÖZEL
.

Bir toplumun, daha doğrusu bir milletin varlık şartının neye ayarlandığını önce kendisi, bilahare dostları ve düşmanları bilmelidir. Bilmekle vazifeli teşkilâta devlet diyoruz. Eğer bir devlet hükmü altında tuttuğu kimselerin varlık şartını savsaklamış veya gölgeye itmişse yozlaşmış bir toplumdan söz etmek kaçınılmaz olur. Devletleri olmadığı dönemlerde Yahudilerin ve Çingenelerin varlığı “buçuk millet” tabiri çerçevesinde anlaşılırdı. Devlet bazı fertlerin diğer bazı fertlerden korkmasıyla husule gelir. Yani ilk nazarda sanıldığı gibi dayanışma o toplumu teşkil eden fertlerin birbirlerinin yüksek ahlâkına güvenlerinden değil farkına vardıkları veya varmadıkları açıklarının ortaya dökülmesinden korkmalarından doğar. Platon’un diyaloglarından birinde Sokrates’in dediği gibi çoğu kimse özünde cesaret olduğundan değil, korkaklığının bir şekilde açığa çıkmasından korktuğu için cesaret gösterir.

Boyutları belirli bir dünyada yaşadık ve hâlâ yaşıyoruz. Bir ülkenin boyutlarının belli olması demek o ülkede sarsılmaz bir iradenin hüküm sürmesi demektir. İstiklâl Harbi hatıraları sarsılmaz iradeyi Türkiye Cumhuriyeti hudutları dâhilinde yıllarca temsil etti. Gerek batılılaşma yanlıları ve gerekse Ermeniler, Rumlar, Yahudiler içlerindeki gerçeği dışa vurmaktan imtina ettiler. Türkler bir İstiklâl Harbi vererek Sevr Anlaşması’nın aksine bir askeri ve siyasi güce sahip olmanın hakları olduğunu bütün dünyaya gösterdiler. Sevr Anlaşması’nı imzalayanlar vatandaşlıktan çıkarıldı. Türk topraklarının düşmanı olan irili ufaklı herkesin sesi kısılmıştı. Bürokrasinin gücünü Türk toplumu tartışmasız kabul ediyor, candarma onbaşısından tokat yiyen köy ağasına buna nasıl müsaade ettiği sual edildiğinde alınan cevap “Devlettir, vurur bey” oluyordu.

1950’de başlayan on yıllık teneffüsten veya uyuklamadan sonra Kemalizm 27 Mayıs 1960 sabahı hortladı. Askerlerin kendisine karşı bir hareket düzenledikleri haberini alan Adnan Menderes bu haberi getirene “Olmaz öyle şey” demişti. “Bizim ordumuz müstemleke ordusu değildir”. Olmaz öyle şey denilen şey maalesef olmuştu. Adnan Menderes kendisini tutuklamaya gelen Hava Albay Muhsin Batur’a “Suçum ne?” diye sormuş ve “Ben size suç isnat edecek mevkide değilim” cevabını almıştı. Daha sonra Başvekil Adnan Menderes’in idamını isabetli sayanlar onun 1) “Vatan Cephesi” kurmak ve 2) “Tahkikat Komisyonu”nun faaliyeti yönünde talimat vermek gibi suçları olduğunu savundu.

Neydi “Vatan Cephesi”? Dünyanın siyasi çehresine şekil veren lortlar haklı olarak Vatan Cephesi tavrı vesilesiyle Türklerin uyanacağından korkuyordu. Devletin sırlarına vâkıf olanlar yıllar geçmesine rağmen Türk topraklarının geleceğinin tehlikede olduğunu öğrenmişlerdi. Yani Vatan Cephesi kendini vatan savunmasına adayanların listesinden ibaretti. Eğer Türkler Bizans’ı tarihe gömenlerin kendileri olduklarını hatırlayacak olurlarsa Orta-Doğu haritası Misak-ı Millî esas alınarak yeniden çizilecekti. Ve neydi “Tahkikat Komisyonu”? Cumhuriyet’in ilânından itibaren bürokrasi öyle büyük bir nüfuz istismarı içine düşmüştü ki, bazı şeylerin açığa çıkması topluma yeni ve şerefli bir yön temin edebilirdi. Bilirsiniz, Rockefeller’ e servetinin hesabını verip veremeyeceğini sormuşlar. Cevap şu olmuş: “İlk beş seneyi sormazsanız, elbette”. Bu hikâyecik çerçevesinde şunu söyleyebiliriz: Tahkikat Türkiye Cumhuriyeti’nde istemediğin kadar çok Rockefeller olduğunu gösterecekti.

Bir milletin varlık şartı bahsinde on yıllık Demokrat Parti hükümetlerini işaret edişim bu hükümetlerin asılarak idam edilen bir Başvekil ve iki vekilin kendilerinin Türk topraklarının yöneticileri olduklarına samimiyetle inanmalarıdır. Diğerleri inanmıyorlar mıydı? Hayır, inanmıyorlardı. Eğer gerçekse Celâl Bayar’ın idam hükmünün engellenmesinde sanığın yaşının değil, Roma’daki Papa’nın rol oynaması delil gösterilebilir. 27 Mayıs 1960 hareketi Türk milleti olarak kayıplarımızın sayısını çoğaltmıştır. Kayıplarımızın en büyüğü bir demokrasi geleneği ihdas edemeyişimizdir. 1961 Genel Seçimleri sanki arada 27 Mayıs gerçekleşmemiş gibi 1957’den dört yıl sonra yapıldı. Seçime Demokrat Parti oylarına talip iki parti girdi. Bunlardan en çok oy alanı Emekli General Ragıp Gümüşpala’nın başında bulunduğu Adalet Partisi, diğeri Ekrem Alican’ın başını çektiği Yeni Türkiye Partisi idi. Çıkardığı milletvekili sayısı en yüksek olan CHP idi; ama hiçbir partinin milletvekili sayısı hükümet kurmağa yetmiyordu. Yeni seçimlere kadar koalisyon hükümetlerinin başbakanı İsmet İnönü oldu. Sıra yeni Genel Seçimlere gelince Demokrat Parti oyları konusundaki bölünme giderildi ve Adalet Partisi hiçbir partinin desteğine ihtiyaç duymayacak çoğunlukla hükümet kurdu. Sandıktan çıktığını iftiharla ifade eden ve yıllarca taban fiyatları üzerinden ülkeyi rahatça yöneten Süleyman Demirel hasımlarına: “Bulun 226’yı, düşürün” diyordu.

Devleti ele geçiremediyse de on yıl boyunca hükümet eden Demokrat Parti Türk milletine altın yıllar yaşatmadı; ama on yıl boyunca milletin rahat bir nefes aldığını ve milletin cebinin para gördüğünü hiç kimse inkâr edemez. Doğu Karadeniz’de köylü milletinin çarıktan kurtulup ayağına geçirdiği lastiğe “demokrat” adını taktığını hatırdan çıkarmayalım. Fırsatların kolayca imkânlara dönüştürüldüğü yerlerdir Türk toprakları. Bu gerçeğin Türklerden çok Türk düşmanları tarafından bilinmesi ülkemizde fırsatın ve imkânın ne olduğunun bilinmesine engel oldu. Eğer bu engel kemikleşirse bir dilin ve dolayısıyla bir milletin ortadan kalkmasına şaşırmayalım.

Türk topraklarında yaşayanların hayat güvencesini çıkarılan kanunlara, yazılan tüzüklere, verilen talimatlara bağlı sanmak faydadan çok zarar getirir. İnsan hayatının teminatını bir kanunun filânca maddesinin bir fıkrasına havale etmek er veya geç Türk topraklarının insansızlaştırılmasına varacaktır. Çare düzeltmeğe çalışmaktansa düzelmeğe başlamaktadır. Kendimize gelelim. Bunun tek yolu kendimizi bulmaktan geçiyor.

İsmet Özel, 15 Rebiülevvel 1446 (18 Eylül 2024)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.