Önceki yazımızda İsmet Özel’in “Evet, İsyan” kitabının neredeyse yarısını asker iken yazıp yayınladığını zikretmemiştik. Erbain kitabındaki şiirlerin tarihlerini göz önünde bulundurursanız bu zaman aralığının İsmet Özel’in şiir yazma hususundaki en velut devrine tekabül ettiğini görürsünüz. Bununla beraber İsmet Özel’in askerliği bizim için hususen anılması gereken bir vakıadır. Hele de Herkül Millas’ın maksatlı mülakatını okuyunca bu yazıyı yazmak gerekti. İsmet Özel’in askerliği esnasında başına gelenler niçin diğer “sakınca”lıların başına gelmemiştir?
İsmet Özel 23 yaşında, 1967 yılının Ekim ayında asker olur. Asker olmadan önce ilk kitabı Geceleyin Bir Koşu (1966 Şubat) yayınlanmış, “Evet, İsyan” kitabının ilk yarısındaki şiirler (Partizan’dan Evet, İsyan’a kadar) Kemal Özer’in Şiir Sanatı, Cemal Süreya’nın Papirüs ve Memet Fuat’ın Yeni Dergi’sinde yayınlanmıştır. İsmet Özel’in ilk şiirini yayınladığı 1963 tarihi aynı zamanda Türkiye İşçi Partisi’ne kaydolduğu tarihtir. İsmet Özel 1966 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesini terk etmiş, Mülkiye’deki TİP rozeti taşıyan tek talebe olan İsmet Özel her vesile ile saldırıya uğrayan Türkiye İşçi Partisi’nin Genel Merkezi’nde “profesyonel devrimci” olarak çalışmaya başlamıştır. Kurucularından olduğu ve sonradan DEV GENÇ’e dönüştürülerek tamamen ıskat edilecek olan Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun dergisi Kavga’da Mart 1967’de İsmet Özel’in kaleme aldığı FKF Marşı’nın güftesi yayınlanmıştır:
Ha deyip sırtımızı halklara dayamışız
Halklar en önde diye girmişiz bu halaya
Bu günü kuran bilek, yarına atan nabız
Kavga özgürlük için yığınlar için kavga
Önümüzden kaçışan köleliktir, zulümdür
Gürleyip kan katarız tarihin akışına
Dostlarım omuz verin nerdeyse sabah olur
Kavga özgürlük için çocuklar için kavga.
Askerlikten önceki “dosya”sı sebebiyle İsmet Özel 24 ay süren askerliğini “sürgün” olarak sırasıyla dört şehirde tamamlar: “Sivas, Konya, Elazığ, Muş”. Dolayısıyla “68 olayları” İsmet Özel askerken vuku bulmuştur. Bu dikkat edilmesi gereken bir husustur ve fakat başka bir yazının konusudur. İsmet Özel askerken 1968 Haziran’ında Ataol Behramoğlu’na gönderdiği bir mektupta şöyle der: “Elazığ’a sürdüler. Herhangi bir olay yok. Politik maziye dayanan polis zorlaması. Daha önce de Sivasta olmuştu. Burası daha disiplinsiz, dağınık, bakımsız bir birlik. Henüz benimseyemedim. Bunun asıl nedeni yapılmakta olan güvenlik tahkikatı sonucunun beni Muş'a yeniden süreceği olasılığının güçlü bir biçimde varlığıdır.” İsmet Özel bir mülakatında da asker oluşunu ve askerken başına gelenleri şöyle anlatmıştır:
“Askerlik döneminiz... Sivas, Konya, Elazığ, Muş...
SBF’yi bıraktıktan sonra, askere gitmemek için üniversite sınavına girdim ve kaydolabilmek için askerlikle ilişiğim olmadığına dair bir belge almam gerekti. O belgeyi Ankara’dan alamadım. Söke’ye gittiğimde, “Aaa, sen mi geldin?” deyip o anda askere aldılar beni.
Birdenbire asker oluverdiniz?
Meğer, ikinci yoklama, başkası eliyle yapılamıyormuş. Ben ikinci yoklama için babama “Baba yapıver şunu” demiştim. Yoklama kaçağı görünüyormuşum. Ve beni hemen askere alıp Sivas’a gönderdiler. Sivas’ta dört ay temel eğitim gördüm. Ondan sonra, anlaşılan, dosyam ulaşmış olmalı ki, telefon emriyle benim dağıtımım durduruldu. Ve ilk defa, başıma ne gelecek endişesiyle, saçlarıma ak düştü. Gece yattım; kalktım, sabah aynaya baktım ki, iki üç tel beyaz saç. Çünkü bilmiyordum, niye dağıtımım durduruldu? Herkes gitmiş, ben oradayım. Ne olacak? Bir ay sonra beni Konya’ya eğitim kolordusuna gönderdiler. Orada da üç ay askerlik yaptım. Oraya da dosyam ulaşınca beni Elazığ’a gönderdiler. Elazığ meğer Muş’a gitmem için ara durakmış. Orada bir ay kaldım. Bir ay sonra oraya da dosyam gelince, beni Muş’a gönderdiler. 24 aylık askerliğimin 18 ayını orada geçirdim.”
İsmet Özel’in askerliğinin 18 ayını geçirdiği Muş’taki alay sürgün alayıydı. İnternet ortamında dolaşan Yılmaz Güney’le İsmet Özel’in askerlik fotoğrafı Muş’taki sürgün alayında çekilmiştir. Lakin “sürgün”lüğün annesi Muş - Varto’lu olan Yılmaz Güney’e hiç de işlemediği hatıratlarda anlatılır. Herkül Millas, Demir Özlü, Muş’taki sürgün alayına gönderilen ve bugün adı bilinen diğer bazı “sakıncalı”lardır. Hatta “sakıncalı” olmaları bu iki ismin şöhretinin bir parçasıdır. Bu durum, biyografilerinde hemen göze sokulur. Mesela bu göze sokma neticesinde öğrendiğim bir malumat var. Demir Özlü’nün askerliği esnasında “hava değişimi” alabilmesi askerlik yapmış biri olarak benim dikkatimi çekiyor. Kendi beyanına göre “68 yazı”nda raporlu olarak İstanbul’da imiş. Değil sakıncalıların normal askerlerin bile “hava değişimi” alabilmesi ne büyük meseledir. Ki ben dün denebilecek bir zamanda askerlik yaptım. İsmet Özel’in askerken başına gelenlerin bir kısmını biz İsmet Özel’den değil bu iki isimden öğreniyoruz. İsmet Özel bunları anlatmamıştır. Demir Özlü, İsmet Özel’in 1969 Ocak’ında Yeni Dergi’de üç şiiri birden yayınlaması (İnce Sızı, Aynı Adam, Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler) dolayısıyla “İsmet Özel’in Üç Şiiri Üzerine” başlıklı bir yazı (Soyut Dergisi Şubat 1969) kaleme alır ve orada şöyle der:
" (…)
İsmet Özel şimdi sürgündedir. Olabilecek en güç koşulların içinde oluşmaktadır. Ataol Behramoğlu da sürgündedir, göz hapsindedirler, bir tutukludan farkları yoktur. Memet Fuat, Türk Edebiyatı 1969'a yazdığı önsözde bu iki şairin pek de seslerini duyurmamış olduklarını yazıyor; ne değin düşünülmeden yazılmış bir tümce. Bu iki şair çok değişik, güç koşulların altında, belirsiz güçlerin vermeye çalıştığı yasasız cezaları çekiyor gibidirler; tabii çok iyi şairler oldukları için çok bilinçli bireyler, çok iyi yurtseverler oldukları için soğan karaborsası yapmayıp insana özgü o derin duygulanımı üstelik devrimci düşünceyle alışverişi olan o insancıllığını şiirleriyle hayatlarında gerçekleştirdikleri için.
"ben güya şiirler yazdığım için mahpusmuşum
mahpus olduğu için şiirler yazarmış Ho amca"
(İsmet Özel, Muş'ta Bir Güz İçin Prelüdler)
"gözlerim nemli değil
gözlerim namlu...
( İsmet Özel, Aynı Adam)
(…)
Muş’da yaşanan gerçek içinde bunların hiçbiri geçerli değildir. Sömürü biçimi de kapitalist sömürü biçimi değildir, kendine özgü toprak mülkiyeti, aşiret hayatı, hayvan üretimi ve ticareti vardır, soğuk şimdi -30 çevresindedir; insan belki okuyamaz bile bunları, oturacak yer bile güçlükle bulur. Sırtında silahı Che okur okursa; mahpusluğuna, düşünceleri için göze aldıklarına imrenip Dabray okur. Artık başka bir varlıktır o: düşüncesi yücelmiş bir varlık, salt düşünce olmuş bir varlık, yükseklerden inip de o uysal düşünceyi edinemez, herşeyi göze almıştır, halk için ölmeyi de. İsmet Özel gibi yetenekle dolu, incecik bir şairse olgunlaşacaktır daha da, korkusuzluğun, o sakin gururun, fedakarlığın son sınırlarına kadar.
Kirpiklerimin ucundaki bulutlar
Muş’da güzün artık son kelimeleridir
yüzümde serin soluğunu duyuyorum dünyalı meleklerin
kar düşmeye başladı tepelerimize
beyaz bir şiir için artık
tüfeğimi doğrultuyorum
Tarihin materyalist yorumu da rahat bir yorumdur artık. Önemli olan onu yorumlamak değil, onu değiştirmektir. Dağ başında bir silahtır oradaki sürgün. Günleri beklemenin sabırsızlığını çekemez. "
Herkül Millas bir mülakatında iki bin kişi içinden sadece Demir Özlü’nün, Necmettin Yazıcı’nın (Kürt Neco) ve kendisinin çavuşa çıkarıldığından bahseder. Yani üniversite mezunu oldukları için subay olma hakları olduğu halde subay yapılmayarak “çavuşa çıkarılmış”lar ve Muş’a gönderilmişlerdir. Hem seferberliğe hem de İstiklal Harbi’ne katılan bir babanın oğlu olan İsmet Özel ise ancak dilekçeler vererek hakkı olan onbaşılığı alabilmiştir. Bir mülakatta Hrant Dink’in askerde onbaşı yapılmadığını söyleyen muhatabına şöyle cevap vermiştir: “Biraz önce siz Hrant Dink’in askerde onbaşı yapılmadığını söylediniz, ben de onbaşı olmadım. Ben birkaç dilekçe vererek onbaşı olabildim askerliğim sırasında. Ben Müslüman anne babadan doğmuş bir insanım. Diyorsunuz ki siz, Türkiye Cumhuriyeti devleti Müslümanlara, Türklere istediğini yapsın, ama Ermenilerin kılına dokunmasın. Bu zaten böyle oluyor!”
Herkül Millas “Rum” veya “solcu” olduğum için değil Başbakan’a mektup döşenip rezil ettiğim için beni çavuş çıkardılar der: "Suat Hayri Ürgüplü, başbakandı, “Kıbrıs’ta bir Türk öldürülürse ne olur bilmem,” işte 6-7 Eylülü yeniden yaparız gibi bir laf etti. Ben de, “biz rehine değiliz, bir başbakan kendi vatandaşına böyle diyemez!” diye, bir mektup döşendim. Ondan sonra herhalde bu haddini bilmiyor, dediler. Mimlendim yani şimdiki bilgimle düşünüyorum, “kim ulan bu pezevenk, bilmem ne çocuğu başbakanımıza böyle konuşan…” demişlerdir. O kadar güzel bir mektuptu ki kısa öz ve rezil ediyordu." Lakin o mektubu da Rum olduğu için yazmıştır. Orası da ayrı mesele. Bu vesileyle gayrimüslimler ve Türkiye İşçi Partisi ilişkisi hakkında dikkate değer bir anekdot sunmak isterim. Masis Kürkçügil’in bir mülakatında “gavur” kelimesi etrafında söyledikleri TİP’in -Mehmet Ali Aybar’ı esas alarak düşünüldüğü takdirde- karakteri ve temayülü hakkında ve gayrimüslimlerin bakış açısı bakımından mühimdir. Şöyle diyor 2015’teki mülakatında Masis Kürkçügil: “TİP’e azınlıklar Ermeniler ciddi oy verdiler benim babam da daha önce Adalet Partisi’ne, Demokrat Parti’ye oy veriyordu, bir terziydi evde kitap filan yoktu 65 ve 69 seçimlerinde TİP’e oy verdi ve propagandasını da yaptı ama ciddi bir sorun daha vardı. Yine 65’te radyoda Mehmet Ali Aybar gavura karşı bilmemneye karşı diye propaganda yapıyordu benim babamla en büyük muhabbetim şuydu “Ya işte şeyi kastetmiyor, Amerikan emperyalizmini kastediyor”, o da diyordu ki “Ya evladım sen söylüyorsun da onlar bilmiyorlar mı, onlar da söylesinler” diyordu, yani oy verdi ama ciğerine dokundu bu işler.” Aynı mülakatta Masis Kürkçügil Mehmet Ali Aybar’ı “TİP Tarihi” kitabında İttihatçılardan iktibas yapmakla, "Ermeni hadiseleri"nde İttihatçılara "başka çareleri yoktu" beratı vermekle de suçlar. Fakat daha mühim bir hadise var. 1966 yılında Amerika’nın Vietnam’daki savaş suçlarını mahkum etmek üzere bu işte başı çeken Bertrand Russell olması dolayısıyla bütün dünyada “Russell Mahkemesi” olarak bilinen bir temsili mahkeme kuruldu. Dünya çapında tanınmış yirmi beş üyesi olan bu mahkemenin Türkiye’den davet edilen üyesi Mehmet Ali Aybar’dı. Fransa’dan ise Jean-Paul Sartre’dı. Mahkeme Vietnam’da yapılan tahribatın delillerini toplama vazifesini Mehmet Ali Aybar’a vermişti. Mehmet Ali Aybar Vietnam’daki intibalarını fotoğraflarla beraber kitap haline de getirmişti. Ve Mehmet Ali Aybar’ın Vietnam’ın başkenti Hanoy’dan, 1965 tarihli “Bir Devrimcinin Armonikası” şiirini “Hanoy’da bir uçaksavar” mısraıyla bitiren İsmet Özel’e gönderdiği bir kart da vardır. Kart’ta alıcı yerinde sadece “İsmet” ve adres olarak da “Türkiye İşçi Partisi” yazılıdır. Masis Kürkçügil mezkur mülakatta şöyle diyor: "Anahit Der Minassian anlatmıştı Russell Mahkemesi’nin üyesi, Vietnamlı üyesi, Jean Paul Sartre de metni yazıyor ve Vietnam’a ilişkin napalm bombası, soykırım tartışmaları vesaire o metne Ermeni soykırımını da dahil etmek istiyor Sartre. Aybar da TİP genel başkanı, diyor ki “eğer koyarsanız ben imzalamam” diyor." Paris doğumlu bir Ermeni Tarihçi olan Anahide Ter Minassian, Sartre’ı bulup sormuş, niçin Ermeni soykırımını o gün bildiriye koymadınız diye. Sartre da şöyle cevap vermiş: “çok sempatik bir sol aydın olan Türk delegenin” bu durumda metni imzalamayacağını söylemesi üzerine, Amerika’yı oybirliği ile mahkûm etmek için Ermeni soykırımının belirtilmesini geri çektiğini” belirtmiş. Bütün bu sözler dün de bugün de kimin ne derdi olduğunu açık saçık gösteriyor. Lakin şuna da dikkat çekmek lazım: 12 Mart öncesi Masis Kürkçügil veya Herkül Millas isimleri gibi “sosyalist” hareket içinde olan insanlar kendi isimleriyle vardılar. Buna mukabil Hrant Dink’in “solcu eylemlere” karıştığı zaman Ermeni cemaatine zarar gelmemesi için adını Fırat olarak değiştirmesi ise 12 Mart’tan 12 Eylül’e götürülen Türkiye için bir ayna teşkil eder.
Muş Piyade alayındaki sakıncalılardan Yılmaz Güney’i tasnif dışı tutarsak Herkül Millas ve Demir Özlü bugün İsmet Özel’den sonra adı bilinen insanlar arasındadır. Herkül Millas “12 Mart Muhtırası”ndan sonra Atina’ya yerleşti. Demir Özlü ise 12 Mart’tan biraz daha geç, “12 Eylül 1980” müdahalesinden birkaç ay önce İsveç’e yerleşti. Yani gidecek yerleri vardı. İsmet Özel’in ise bırakın gidecek yeri olmasını devletin İsmet Özel’e 18 sene pasaport vermediğini biliyoruz. Bunları 7 Temmuz 2018 tarihli Herkül Millas mülakatı dolayısıyla zikrediyorum. Mülakatta İsmet Özel ile ilgili bir kısım şöyle:
“Sürgün alayıydı, birliğimizde İsmet Özel vardı, o zamanlarda solcuydu. Bize askerde saygılı davrandılar çünkü haksızlığa uğramış olduğumuzu biliyorlardı solculuğa karşı da bir hürmetleri vardı, bize kötü davranmadılar, er muamelesi yaptılar.
Kışladan çıkmamıza bile izin vermediler ama kötü davranmadılar yani hakaret ya da dayak yoktu. Solculara daha sonraları kötü davranmışlar. Tek dayak yiyen İsmet Özel oldu. Çok enteresan bir şey yani yirmi solcu arasında bir tek o dayak yedi.”
Bu iktibasta İsmet Özel’in başına getirilenin diğer sakıncalıların başına gelmemesinden de öte bir durum var. Kendi askerliği sırasında kötü muameleye şahit olmayan Herkül Millas, sürgün alayında toplam yirmi solcu olduğu ve onlardan bir tek İsmet Özel’in dayak yediği enformasyonunu nasıl edinmiş? Suallerin çeşitli ve ihtimal, korkunç cevapları var tabi. Ben bu sualin cevabını bulabilmek için kafayı tuhaf çalıştırmaktan ziyade bugün neyin ne olduğunu da anlamamıza yarayacak bir şekilde Herkül Millas’ın AKP iktidara gelir gelmez, günü gününe eski ZAMAN Gazetesi’nde yazmaya başlaması (Kasım 2002) hadisesine bakmalı ve Türkiye’nin 27 Mayıs’tan sonra önündeki iki imkanı; sırasıyla sosyalist dönüşüm ve İslami dönüşümü imkansız kılanların birebir aynı odak ve aynı kişiler olduğu görülmeli diyorum. Bununla birlikte İsmet Özel’in Ağustos 2003’te “Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı” başlığıyla neşrettiği son yazısını “Ben sizin durduğunuz yerden tedirgin oldum, başka yere gidiyorum” cümlesiyle bitirdiğini ve Türkiye’deki bilumum neşriyatla alakasını kestiğini bilmek, hatırlamak lazımdır.
Herkül Millas’ın mülakatında İsmet Özel’le ilgili başka kısımlar da var:
"İlişkiniz oldu mu İsmet Özel ile?
Tabii oldu hatta sonra İslamcı olunca da görüştük konuştuk, Atina’ya da bir konuşmacı olarak davet ettim. İslamcı olduğu ilk zamanlarda, televizyonda programları vardı. Önceden İsmet Özel Sadun Aren hayranıydı, tipi de benziyordu. Yeniden görüşünce biraz çekiniyordu ama sonra rahatladı.
Atina’daki toplantı Türkiye’deki İslami hareketlerle ilgiliydi, üç kişi vardı panelde. Televizyonda her hafta bir- bir buçuk saat konuşan adam, İngilizce Fransızca bilen adam panelde 20 dakikası varken 10 dakika konuştu. Konuşamadı kekeledi, şoka girdi. Kendi insanlarının dışında başka insanlar karşısında konuşamadı. İslam’ın teorisyeniydi, bence en uygunuydu ben de rezil oldum o da rezil oldu."
İsmet Özel Atina’daki panel bahsine “Bir Akşam Gezintisi Değil Bir İstiklal Yürüyüşü” kitabında değinmişti: "Atina’da bir kız yanıma yaklaşıp dedi ki: “Önce aramızdaki meseleleri halledelim, sonra batıyla hesaplaşırız.” Yunanistan’da böyle bir maceram oldu benim. Nasıl bir maceram oldu? Beni bir üniversiteden panele davet ettiler. Ben önce dedim ki, “Eğer Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmemiş olsaydı burada size İngilizce hitap etmek zorunda kalmayacaktım. Ya Türkçe konuşacağım siz anlayacaktınız veyahut size Yunanca konuşacaktım. Çünkü benim, annem de babam da Rumca bilirdi. Ama bugün İngilizce konuşmak zorunda kalıyoruz.” Arkasından da, “Atina’da Türkiye hakkında konuşmak, memleketimi rapor etmek hissini uyandırıyor bende.” dedim ve başka da bir şey söyleyemedim. Onlar bunu İngilizcemin yetersizliğine yormaya meylettiler. Atina’da evinde kaldığım, beni misafir eden asker arkadaşım Herkül Milas da, konuşmamdan sonra iki gazetecinin benim ile İngilizce mülakat yaptığını görüp, “Ne oldu? Şimdi iki gazeteciyle konuştun.” dedi. Bunu niye anlattım size? O kız yüzünden. Kız bana gelip demişti ki, “Önce aramızdaki meseleleri halledelim ondan sonra batıyla hesaplaşırız.” Başka bir yaşlıca adam da, “Atina’da Türkiye hakkında konuşmak Türkiye’yi ihbar manasına gelmez.” diye bana teselli vermeye çalıştı. Yani Yunanlılar ne yaptıklarını Türkiye’de yaşayan insanlardan çok daha iyi biliyorlar "
Bu iki iktibası daha da manidar kılacak bir hususa dikkat çekerek yazıyı bitirmek istiyorum. Herkül Millas Türkçe’ye aksettiği kadarıyla bütün hikayesini iki arada bir derede kalmak üzerine kuruyor. AKP’nin "akil adamı" Baskın Oran’ın Batı Trakya ile ilgili kitabını bile milliyetçi bir bakış şeklinde niteleyen Herkül Millas’ın ne kadar iki arada bir derede kaldığını artık siz düşünün. Lakin daha ciddi bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Modern Yunan şiirinin dört büyük ismi var: Kavafis, Ritsos, Elitis, Seferis. Herkül Millas Türkçeye bu dört şairin neredeyse tüm kitaplarını çevirdi. Halbuki Türkçeden Yunanca’ya sadece bazı Yunus Emre şiiriyle Can Yücel’in ve beraber tercüme yaptıkları Özdemir İnce’nin Ritsos’un anısına yazdığı birkaç ”şiir”ini tercüme etmiş.
Gökhan Göbel
14 Şaban 1441 (7 Nisan 2020)
“Türkiye’de Kafirlerin Zapt Edemedikleri Tek Kale” başlıklı yazımızda Ebubekir Eroğlu’nun şu sözlerini nakletmiştik: “Bana öyle geliyor ki 1970’lerde İsmet Özel çıksa “İkinci Yeni şiirini bir duvarın dibinde sızıp kalmaktan ben kurtardım” dese bir iki homurtu yanında bu sözüne yandaş bulabilirdi.
Önceki yazımızda İsmet Özel’in “Evet, İsyan” kitabının neredeyse yarısını asker iken yazıp yayınladığını zikretmemiştik.
Geçtiğimiz günlerde AKP’li Meclis Başkanı'nın İsmet Özel’in sözlerini tahrif ederek anması hakkında bir yazı neşretmiş, bir çetele tuttuğumuzu da o yazıda söylemiştik.
Hıristiyan takvimine göre 2000-2001 yıllarında Yapı Kredi Yayınları “Yüzyılın Türk Şiiri” adlı üç ciltlik bir antoloji yayınladı. Antolojiyi Mehmet H. Doğan hazırlamış. O sırada YKY’nin editörü ise Enis Batur idi. Kitap yayınevi tarafından “Türk Şiirinin yaşayan en önemli eleştirmeninden vazgeçilmez bir başvuru kaynağı” sloganıyla sunulmuş.
“Salgın” dolayısıyla İtalya’nın başına gelenler ve akıbeti birçok kişinin fakat hassaten batı medeniyetini hasım sayan insanların zihnini kurcaladı, kurcalıyor.
ABD Irak'ı işgal ettiğinde Misâk-ı Millî dolayısıyla bunun Türkiye'nin işgali manasına geldiğini İsmet Özel'den başka kimse zikretmedi.
"Virüs" dolayısıyla hiçbir gerçeği bilmiyoruz. Çünkü en büyük sermaye sahibi biz değiliz. Ortada fol yok yumurta yokken en büyük sermaye parasını boşuna genetik, elektronik, kozmik, atomik araştırmalara yatırmadı.
İsmet Özel “Tersinden Edebiyat Tarihi”ni yazmaya devam ediyor. Sekizinci Mukaddeme’de “Niçin İtalya, Patagonya der gibi Türkiya denmiyor da, İstinye, fasulye dermiş gibi Türkiye deniyor?” diye sual etti. Ülkemizin adına niçin cumhuriyetten sonra Türkiye dendi? Türkiye Türkçe bir kelime mi?