MEHMED AKİF

PAZARTESİ KONUŞMALARI

MEHMED AKİF

Ölümile memleketimizin fikir ve sanat adamlarının hayat ve şahsiyeti üstünde düşünmeğe davet eden Mehmed Akife, bu satırlarımla son vazifemi yapmak istiyorum.

-Safahatımda eğer şiir arıyorsan, arama;

Yalnız bir yeri vardır ki hazindir.

-Göster.-Küfe.

-Yok..

-Hasta,

-Değil.

-Hangisi ya?

-Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömri heder!...

Akifin hayatı, yedi kitap tutan –kendi dediği gibi üç buçuk nazım değil- Safahatın sahifeleri arasına gölgesini bırakmış bir eserdir. Bu eserin haricinde, onun hayatına yeni bir mâna katacak hiçbir şeyi yoktu. Hocalık, müdürlük, pehlivanlık, mütercimlik ve daha başkaları, hattâ şahsının tarihinde bir varlık sayılamazlar. Bir gün toprağa düşen gölgesi gibi vücudünün da cansız, yerlere serileceğini imrenerek ifade eden Mehmed Akif, Kleri Kal bir temayülün edebiyatımızda hakikaten kudretli bir mümessili olarak bizim dünyamızdan ayrılmış bulunuyor.

Bayramda Fatih Meydanı, mahalle kahvesi, hasta çocuk tasvirli şiirlerile Türk edebiyatına halkçı bir şair olarak giren Mehmed Akif, Balkan felâketi üzerine Fatih ve Süleymaniye kürsülerindeki vaizlerini manzum bir hale sokarak milletin uyanmasını temin için gene halkçı bir dille eserlerini yaratmıştır. Mezhep ve meşrep itibarile tam zıddı olan Tevfik Fikretin nesre çalan, fakat hiçbir satırında laübalileşmiyen nazım lisanını, daha çok mahalle ve sokak diline yaklaştırarak almıştı. Onun kaleminde aruz, her şeyi hikâye edebilecek bir kolaylık kazanmıştır. Hikâye edebilecek diyorum, çünkü bu dille her şeyi ifade etmek mümkün değildir. Bu kadar açık ve bu kadar anasırı tam bir üslûple söylenemiyecek karanlık ve karışık duygularımız olduğunu da unutmamalıdır.

Hayatı telâkkî tarzına gelince Mehmed Akif, her hâdiseyi din bakımından görürdü ve o gözle göstermeğe çalışmıştır. Adalet deyince hayalinde Hazreti Ömer, şecaat deyince Hazreti Ali canlanır bir duyguda idi. Onun için milletin her türlü felâketlerden kurtulup ereceği bahtiyarlığı, gelecek günlerde değil; geçmiş zamanlarda arardı. Mehmed Akifin telkine çalıştığı (Asri saadet), çöller ortasında, zamanda ve mekânda bugün olduğumuz yerden daha arkada bir yeşil vahaya benzetilebilir. Akif buna inanırdı. Onun kudret kaynağı bu islâmî imandadır. İnanılan şey her ne olursa olsun inanış, kendiliğinden bir kuvvettir ve her inanışın sağlamlığı da samimiyetinde görülür. Mehmed Akif mümindi, çünkü imanında samimi ve bundan dolayı da kuvvetli idi.

Onu şairliğe çeken, bu iman olmuştur. Sade bu imanın tesirile kupkuru bir din naşiri olmaktan kendisini kurtaran, şairliğinin ilk zamanlarındaki halkçılık duygusunun pehlivan ruhunda destanî hisler haline gelebilmesidir. Yoksa Akif de emsali gibi her hâdiseyi bir nas ile izah etmekten başka bir meziyeti olmıyan herhangi bir medrese mensubundan başka bir insan olamazdı. İstiklâl harbinin en heyecanlı anlarında Ankaranın ufuklarından akseden top sesleri, onun bu ruhi ihtiyacını karşılamakta en coşkun bir musiki tesiri yaptı. İstiklâl marşının bazı satırlarında bu gürlemelerin kaybolmaz tarrakları var. Daha önce Çanakkale için de ayni duygularla destanî bir şiir yaratan Mehmed Akif, bütün eserleri yok olsa gene bunlarla ebedî kalacak bir şair vasfını kazanmıştır.

Mehmed Akif şiirlerini yaratırken başlıca iki unsur kullanmıştı: Dinî, millî. Açık olarak görmeliyiz ki, ruhumuzda onun şiirlerine makes olan taraf, millî olan tellerdedir. Meselâ Çanakkaleyi anlatan şiir parçasında iç duygularımızı titreten vuruşlar, onun tasvir ettiği muhteşem ve âlemleri içine alan büyük ve muhayyel dinî anasırından değil, bu tabutun içinde yatan Mehmetciğin kendisinden geliyor. Bu muharebe, ne Uhûd, ne de Bedir gazvesine benzer. O, sadece Çanakkale muharebesidir. Karşı tarafta “kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ…” dediği her dinde ve hattâ bizim dinde düşmanlar, bu yanda ise Akifi kahramanlıklarile coşturan Türk yiğitleri vardır. Dava aslâ bir tevhid meselesi değildi.

İstiklâl mücadelesinden sonra Mehmed Akif, cemiyette gördüğü değişmelere inanmadı ve inanmadığı için de uyamadı. Beş altı sene memleketten uzak yaşamasının sebebi budur. Çünkü onun cemiyet telâkkisi geri idi. Halbuki kurtuluş zaferinden hızını alan inkılâp duramazdı. Bir muharebede sıkı bir yürüyüş zarureti hasıl olduğu zaman, bacaklarında kudret olmıyanlar, döküntüler arasında kalırlar.

Mehmed Akif halkçılık ruhunda ve Türk milletinin gösterdiği kahramanlıkların destanını duymakta büyük bir isabet göstermişti. Onun bence yaratıcı tarafı buradadır; yarına intikal edecek tarafı burası olduğu gibi, bu isabete mukabil, büyük bir delâlete de düşmüştü. Mısırda kendisini karşılayan ve koruyan nihayet şu veya bu ferd olmuştur. Halbuki hastalandıktan sonra döndüğü öz vatanında tabutunu eller üstünde götüren ferd değil, cemiyetti; feveranlı anlarında onun dilile kendi büyüklüklerini duyan ve dinliyen Türk cemiyetinin vicdanı… Onun da çok yakından tanıdığı bu yiğit millet, kendisinin herhangi bir faziletine, fedakârlığına hitap eden insanı, hattâ düşmanı olsa unutmaz. Mehmed Akif, son zamanlarında yazmayı tasavvur ettiği (Haccetül-Vedaı) ile değil, Mısırdan İstanbula hicretile bu delâletini, mübarek vücudünü ölümünden sonra bile göğsünde taşıyan Türk vatanına karşı ödemiş ve affettirmiş sayılmalıdır.

Hasan Âdil Yücel, Akşam, 04.12.1937, s. 6

Ölüm, Akifi aramızdan aldı götürdü, fakat…

Onun adı tarihte olduğu gibi yüreklerde de yaşıyacaktır. Çünkü yazdığı marşla adı Türk istiklâline bağlı, yani ebedî kaldı.

"Mehmet Akif, kendinden geçmişti. Dudaklarından kendi yazdığı İstiklâl Marşı’nın mısraları dökülüyordu."

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 29 temmuz 1922 tarihli oturumunda, Erzurum Milletvekili Salih Efendi’nin Kurban Bayramını tebrik etmek üzere Batı Cephesi’ne

Kalkık ve çatık kaşlar

Celâl Bayar, İzmir'deki nutkunda, iktidardakilerin vaktiyle halkın karşısına hep asık suratla ve çatık kaşla çıktıklarını...

Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş - Mehmet Âkif ve Cemiyetimiz; İstiklâl Marşı'nın 40. Yıldönümü

Millî marşımız bundan tam kırk yıl önce, 25 Mart, 1921 (12 Mart 1337) tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce resmen kabul edilmişti. Bu yıldönümü vesilesiyle eşsiz eserin ve büyük

AKİF Münakaşası mı? Yoksa…

Edebiyatın ve sanatın bayraklarını Akifin kemiklerine takarak sokak sokak dolaşmak...