Birinci Sene-i Devriye Merasimi

Birinci Sene-i Devriye Merasimi

Birinci Sene-i Devriye Merasimi - Panelistlerin Konuşmaları

AHMET DEMİREL:

İstiklal Marşı Derneği’nin birinci sene-i devriye merasimine hepiniz hoş geldiniz. İstiklal Marşı Derneği 6 Şubat 2007 tarihinde kuruldu. Dernek olarak bir seneyi geride bıraktık. İstiklal Marşı Derneği’nin henüz kurulduğu günlerin içinden geçtik, bugüne ulaştık. Bu süreçte irademizin rolü konusunda hiçbir fikrim yok! Allah’ın yardımı sayesinde buradayız.

Benim dedem 9 yıl askerlik yapmış. Balkan Harbi'nde askermiş, İstiklal Harbi'nde de askermiş. Tabiî ki ben bunları biliyordum. Şimdi, bilmek varmış; “bilmek” varmış diyorum. İstiklal Marşı Derneği üyesi olmakla bende birikmiş borcu ödeme, bana nasip oldu. Ben de okullardaki din dersi öğretmenlerinden biriyim. Din dersini okullarda işleme ve yerinde kendimizi savunma konusunda İstiklal Marşı’ndan destek aldık. İstiklal Marşı Derneği, halen el üstünde tutulan İstiklal Marşı’nı yeniden bulma teklifiyle, hayatımızda yeniden kendine yer açtı. Artık beklemekte olduğumuz bir kalemiz var, biz varız! Meselemiz millet olma yolunda bir seviye meselesidir. Sadece sahicilikten ayrılmak istemiyoruz.

Az sonra “Bir Seneye Neler Sığdı” konulu panelimiz başlayacak. Panelin konuşmacıları derneğimizin üyeleri arkadaşlardır. Aynı zamanda bölge temsilcilerimizdir. Ben kendilerinin isimlerini zikrediyor, buraya davet ediyorum: Gaziantep üyemiz, bölge temsilcimiz Mehmet Kendirci. Giresun üyemiz ve bölge temsilcimiz Mustafa Tosun. Sivas Şubemizden şube başkanımız Adem Yıldırım. Konya üyemiz ve bölge temsilcimiz Durmuş Küçükşakalak. Tekirdağ üyemiz ve Marmara-Trakya bölge temsilcimiz Hamdi Özyel. Teşekkür ediyorum.

Panelimiz süresince ve panelimiz sonrasında soru cevap bölümü olmayacak. Arkadaşlarımızın konuşma süresi 15’er dakika şeklinde kararlaştırıldı. İlk değerlendirmesini, konuşmasını yapmak üzere Konya’dan üyemiz Durmuş Küçükşakalak, buyurun!

***
DURMUŞ KÜÇÜKŞAKALAK:

Selamün Aleyküm.

İstiklal Marşı Derneği’nin birinci sene-i devriyesi hayırlara vesile olsun diyorum.
Bugün Türkiye için başlı başına bir değer olan İstiklal Marşı Derneği’nin ilk yılını, kendi açımdan değerlendirmeye çalışacağım.

Kurulduğu ilk aylarda kafamda şekillenen dernek her ne kadar İsmet Özel Derneği gibi olsa da; daha sonra gerek İstiklal Yürüyüşleriyle gerekse İstiklal Marşı’nın yorumlanmasıyla olayın ciddiyetini, vahametini anladıkça zamanla kafamdaki dernek İstiklal Marşı Derneği’ne dönüşen bir hüviyet kazandı. İstiklal Marşı’nın Türkiye ile doku uyuşmazlığına mahal vermeyecek kıratta bir ideolojiyi taşıdığını; buna paralel olarak İstiklal Marşı Derneği’nin de Türkiye ile doku uyuşmazlığı olmayan tek dernek olduğunu anlamak biraz zaman aldı. Böyle bir şeye hazır değildik, zamanla oluştu bu. Bu durumun oluşması şahsen İstiklal Yürüyüşleriyle oldu. Şüphesiz bir dernek çatısı altında bizi bir araya getiren metin, Türk tarihinin en kritik döneminde yazılmış tarihi bir metindi. Ve 1. dünya savaşından sonraki şartlara eşdeğer şartlarda yaşadığımızı anlayarak İstiklal Marşı Derneği’nin önemini de kavramış olduk. Artık derneğin benimsediği duruşu; Türkiye’nin mahiyetine ilişkin, Türkiye’nin akıbetine ilişkin bir hayrı temin edici “esas duruş” olarak görebiliyoruz.

Takip edebildiğim kadarıyla İstiklal Yürüyüşleri bu duruşa anlam katan bir program oldu. Zaten adı bile başlı başına bir şeyi ifade ediyor; İstiklal Yürüyüşü, adı bile heyecan veriyor. İstiklal Yürüyüşleri dernek üyeleri olarak bulunduğumuz ahvali tanıyıp idrak etmemizde zihnimizi aydınlattı. Anladık ki; dünyada dönen dolaplar, körler ve sağırların gafletinden dolayı böyle hızlı dönebiliyor. İstiklal yürüyüşleriyle anladık ki; Yarın kör olarak haşr olmamak için bugünden agâh olmak şart. Neyin nasıl olduğunu, nerede olduğunu görmek şart. Genel Başkanımızın Türkiye ve Türklük üzerine daha önceleri ortaya koyduğu ve defalarca tekrar ettiği düşüncelerin, aforizmaların neye tekabül ettiğini İstiklal Yürüyüşleriyle şahit olduk. Ve gördük ki bu düşüncelerle İstiklal Marşı arasında büyük bir ahenk var, bu ahenk aynı zamanda bir yola işaret ediyor. Yürüyüşlerle İstiklal Marş’ında işaret edilen istikamette bir yoldaşlık aradık, bize ait bir yol bulmaya çalıştık.

Bu programla gördük ki o meşhur “efradını cami, ağyarını mani” tanımlaması İstiklal Marşı’na ve İstiklal Marşı Derneği’ne yakıştığı kadar hiçbir şeye yakışmıyor. İstiklal Marşı efradını öyle cem ediyor ki; dünya hayatında bir Müslüman olarak razı olabileceklerimizin neredeyse tam listesini çıkarıyor. Ağyarını öyle bir setle dışarıda bırakıyor ki; bugüne kadar tercih etmemiz için önümüze konulan şeylerin ne kadar alçakça, bir Müslüman’ın tercih edemeyeceği şeyler olduğunu gösteriyor.

Marşı anladıkça derneğin önemini de anlamış olduk. “Bugünün birincisi sensin” programıyla da yine yapılmayan veya daha doğrusu yapılamayan bir iş yapıldığı kanaatindeyim. Ama kendi adımıza asıl kazanç her mısra ile hayretimizin artmasıydı. Marşın mısra yorumlarıyla gördük ki; muhatap olduğumuz metnin her mısraına Türklük bilinci nakşedilmiş. Ve işin ilginç yanı Türklükten hiç bahsetmeden bunu becermiş olması. Buradan anladık ki; Türklük bilincine açık bir yön olmadan İstiklal Marşı’nı anlamak imkânsız. Dernek haricinde bu güne kadar Marşı anlama-yorumlama çalışmalarının ortaokul seviyesinde kalmasının sebebi de budur. Yani Türk olunarak anlaşılabilecek bir metin. Ve bu yorumlarla gördük ki İstiklal Marşı’nın gözden kaçırılma, üstü örtülme sebebi bu özelliği dolayısıyladır. Yani asıl mesele Türklük rolünün hatırlanmasından duyulan endişe. Aslında üstü örtülen, gözden kaçırılan bir milletin iradesi. Marşın gündemden çıkarılması, millet olarak yönelebileceğimiz bir istikameti kamufle etmeye matuf, Türkiye’nin var oluş şartı olan İslam’ın gündemden çıkarılması aslında. Yani öyle bir örgü var ki; İstiklal Marşı ideolojisi hayatiyet kazanırsa Türkiye aleyhine, Türklük aleyhine yani kısaca “İslam” aleyhine bir iş yapılamayacak, böyle bir durum var.

Dernek olarak İstiklal Marşı’na getirilen yorumları siteden takip edenlerden bazıları şöyle ilginç bir tepkiyi ifade ettiler; “Siz, İstiklal Marşı’ndan bahsederken sanki ilahi bir metinmiş gibi bahsediyorsunuz, yorumlarken sanki tefsir yapar gibi yorumluyorsunuz”. İstiklal marşı ilahi bir metin midir? Şüphesiz ki hayır! İlahi metin neyse odur. Ama İstiklal Marşı’nda ki ses; dinleyenlerin fark edemeyeceği, söyleyenlerin fark edebileceği İlahi bir tınıya sahip, bu sesin ilahi bir rengi var. Hamasi bir marş gibi yansıtılmasının aksine tevekkülden ve duadan ibaret olan bir metin. Duadan ibaret bir metnin de, ilahi bir tınıya sahip oluşu kendiliğinden olan bir şey.

İstiklal marşını örtme, gözden kaçırma önemli bir olay. İstiklal Marşı bu güne kadar soğuk ortamlarda tutularak sadece nefes alıp vermesine müsaade edildi. Öyle ki hamasi bir marş gibi sunulmasından tutunda biraz önce açılışta okuduğumuz besteyle okunmasına varıncaya kadar soğukluk izafe edilebilecek her şey sağlandı. Belki de takdir-i ilahi, İstiklal Marşı bugünler için, içinde bulunduğumuz bu dar vakitler için o soğuk ortamlarda saklandı. Yine takdir-i ilahi, Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddelerinin içine alınarak muhafaza edildi. Sanki ehil olmayan ellerde bozulmasın, çarpıtılmasın diye geçici bir süre donduruldu. Ne zaman ki 21. asrın başında, dört başı mamur bir Türklük tanımı yapıldı, ne zaman ki unutulan Türklük bilinci sarahat kazandı; işte o zaman İstiklâl Marşı’nın buzları çözüldü. Donmuş halde saklanan ve içinde büyük bir potansiyeli barındıran o prototip hücreye bir vasat olarak İstiklal Marşı Derneği doğdu, diye düşünüyorum.

Velhasıl birinci sene-i devriyesinde İstiklal Marşı Derneğinin “Türkiye’nin tek orijinal derneği” olduğu şuuruna erdik. Çünkü İstiklal Marşı bu şuuru temin eden orijinal bir şiir. Tertemiz bir marşın, bir de temiz adresi olması gerekiyordu. Biz temiz kaldığımız sürece İstiklal Marşı Derneği, o temiz adres olacaktır inşallah.

Şimdi anlayabiliyoruz ki: iyi ki İstiklal Marşı yazılmış, tam zamanında yazılmış, iyi ki İstiklal Marşı Derneği kuruldu, yine tam zamanında kuruldu. Değerlendirme babında söyleyeceklerim bunlardan ibaret.

Teşekkür ediyorum.

***

MEHMET KENDİRCİ:

Teşekkür ederim, sağolun.

Bir yıl önce İstiklal Marşı Derneği’nin kurulduğunu internetten öğrendiğim zaman gerçekten heyecanlanmıştım. Bugüne kadar, bu süre içerisinde bu heyecanımdan hiçbir şey kaybetmedim çok şükür. Tabii geldiğim bölge güneydoğu olunca, bir de bölünme söylemlerinin en yoğun olduğu ve birazda karışık bir bölge. Özellikle Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonra bende, bunlar gelse de “Türkiye’de tepki gösterilir, tepki olur” anlayışı vardı. Ama baktığımızda Bosna savaşında gösterilen tepki, Çeçenistan savaşında Ruslara gösterilen tepki; Amerika’nın Irak’ta daha büyük katliamlar yapmasına rağmen tepki göstermesini beklediğim kesimlerden ses çıkmadı. Hatta olumlu yönde, neredeyse caizdir diyecek şekilde fetva verdiler. Mesela bunlardan birisi çok kafama takıldı: Mazlum-der genel başkanlığı yapmış bir adamın; “Ben 1 Mart tezkeresine oy verdim, bugün tezkere tekrar meclise gelse yine evet oyu veririm” demesiydi. Ve ben bu adamı Müslüman kabul etmiştim daha önce, Müslüman biri olarak tanıyordum. Bunu söyleyen ise tabi diğerlerinin söylemleri de bu tarz olmasa bile buna yakın söylemlerdi.

Dernek kurulduğu zaman, piyasada bu tür adam bildiklerimin, o adam olmadığını anladım. Tabi İsmet Özel duruşu öteden beri etkiliyordu beni. Özellikle bu söylemlerini çıkıp (Ceviz Kabuğu programıydı sanırım) “bu zamanda Amerikancılık olmaz” diye tehlikeli bir lafı vardı. İstiklal Marşı Derneği ilk kurulduğunda, ne İstiklal Marşı benim aklımdaydı, ne İsmet Özel’in tarif ettiği Türklük; o bilinçte değildim. Tabii öteden beri birçok şiiri hep tetiklemiştir. Necip Fazıl’ın “Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta” mısraı, Mehmet Akif’in “Atiyi karanlık görüp azmi bırakmak / Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak” mısraı… İstiklal Marşı Derneği’nin tanışma toplantısında da o mısraı söylendiğimde de hemen o olay aklıma gelmişti. Az önce hocamız İstiklal Harbi anılarından bahsettiği zaman benim dedemin, ninemin herkesin, belki her evde bir anısı vardır. Ama bir hocanın vaazında dinlemiştim: Bir kadın cepheye, Mehmetçiğe erzak götürüyor. Kucağında, kundak da bebeği... Düşman hattından geçerken o esnada bebeği ağlamaya başlıyor. Ve o kadın bebeğini öldürüyor; sırf, Mehmetçik yaşasın diye. Tabii İstiklal Marşı “sen şehit oğlusun” dediğinde ben o bebeğin vebalini taşıyorum. Onlar bize o şartlarda vatanı bize emanet ettiler. İşte o emaneti taşıyamamanın, sırtlayamamanın verdiği sıkıntı vardı. Çevremizde bunu sırtlaması gerekenlere baktığımız zaman; maalesef Amerikancı.

İstiklal Marşı Derneği’nin kurulmasıyla sanki sırtımızdaki bu yük hafifledi. Ki kuranlardan da Allah razı olsun diyeyim. Tabii bu bir senelik süre içerisinde Türklük konusundaki tanımı, özellikle piyasada öteden beri Türkçülük söylemleri, işte Türk milliyetçilerinin çizgisine baktığımız zaman sempatiyle bakılacak bir şey değildi. İsmet Özel’in söylediği Türklük tanımı, söylediği yeni bir şey değil, ortaya yeni çıkarılmış bir şey değil. Eskiden de söylenen bir tabirdi. Benim rahmetli ninem 1915 doğumludur. Annesi bir Kürt’tü. “Ben Kürdüm ama Müslüman olduğum için Türküm” diyordu. Ama işte bunu bize yutturdular. Bir de bunları açıklayıcı (doğrumu söyleniyor, yanlış mı falan) ölçecek bir kitap yok, bir araştırma yok, yazı yok. En son on gün önce Türk Tarih Kurumunun yayınladığı “Türkler” diye bir ansiklopedi var; sanırım 30-40 ciltlik bir ansiklopediydi bu. Daha kapağı açar açmaz baktığımda editörlerden en üsttekinin adı; eski bir bakan, kendisi Antepli. Türk olmadığını biliyorum. Hatta şu anda İsrail Antep’te, Urfa’da arazi alımlarında ona aracı kılmış, emlakcılık yapıyor. Ve Türklüğü de bu tipler bize anlatmış bugüne kadar.

Bu bir yıllık süreç içerisinde Özellikle Türklük konusunda ve İstiklal Marşı konusunda bende bir bilgi eksikliği vardı. Çok şükür bu bir yıl içerisinde en azından o donanıma kavuştum diyebilirim, bu eksikliği giderdim. Gerçi bu fıkra her yörede farklı anlatılır ama bizim orada anlatıldığı gibi anlatayım: Kürdün birisi dağda patika yolda giderken bir Ermeni de karşıdan eşeğine binmiş geliyormuş. Hemen Ermeni’yi yere yatırmış, bıçağı boğazına dayamış “Tez Muhammed dinine gir!” demiş. Ermeni demiş ki: “Tamam gireyim de yalnız Kelime-i Şehadet nasıl getiriliyor bilmiyorum. Söyle ki ben de söyleyeyim.” Diğeri “Valla bende bilmiyorum” demiş.

Şimdi bizde insanları çağıracağız, edeceğiz ama insanların bir eksikliği var; birilerine bir şey anlatmak için. Yani bu bir yıllık süre içerisinde (az önce Ahmet Demirel’in de söylediği gibi) bilmek var; “bilmek” var. Yani Kelime-i Şahadet nasıl söylenilir onu öğrendim. Teşekkür ederim.

***
HAMDİ ÖZYEL:

Şu anda Türkiye’de konuşulabilecek en nitelikli insanlara konuşmak durumundayız. Bu diğer arkadaşlarım kadar beni de oldukça zorlayan bir durum. Bizim burada oluşumuz elbette ki sizlerden daha fazla bir şeyler bildiğimizden ötürü değil. Burada bilenlerin bilmeyenlere bir şey bildirmesi gibi bir durum söz konusu değil, malumunuz.

İstiklal Marşı Derneği bir yılını doldurdu. Peki, İstiklal Marşı Derneği’nin var oluş sebebi neye dayanıyor? Bu konuda İstiklal Marşı Derneği üyelerinin zihinlerinin yeterince açık olması, İstiklal Marşı Derneği’nin varlığının anlamını da açık kılacaktır, diye düşünüyorum. Bu her birimizin üzerine düşen bir vazife! Bana öyle geliyor ki eğer Kuran’ı Kerim’de Allah: “İman ettik demekle kurtulacağınızı mı zannediyorsunuz?” demeseydi bize; bugün İstiklal Marşı Derneği’nin var olmasının hiçbir anlamı olmayacaktı. Her birimiz İman ettik demekle kurtulacağımızı zannedecektik ve Türkiye’de bir şekilde herkes nasıl yaşıyorsa öyle yaşayıp gidecektik. Ama Kuran’ı Kerim bunu söylemiyor. Bizim için İstiklal Marşı Derneği üyesi olmak tamamen imana denk düşen bir şey, imana dair bir şey. Bunu bu bir yıl içerisinde herkes bir şekilde takip etmiştir, bunu böyle anlamaya çalışmıştır diye düşünüyorum.

Şimdi kendimize Türk diyoruz. Bize Türklüğün ne olduğu (en azından bana) bu yaşıma gelene kadar anlatılmadı ya da anlatılan şey bize İstiklal Marşı’nın anlattığı şey değildi. İstiklal Marşı, Türkün hayatına anlam katmak üzere ortaya çıkmış bir metin değil! Ben bunu son derece önemli buluyorum. Bunu İstiklal Marşı Derneği dolayısıyla ancak bilebilirdim. Türklük zaten belli bir anlamı haizmiş. İstiklal Marşı Türklüğün bu sahip olduğu bu anlama hayat katmak üzere ortaya çıkmış bir metin. İstiklal Marşı Türk milletinin burun buruna geldiği yok olma tehlikesinin ürünü olarak ortaya çıkmış ve Türk milletinin karşılaştığı bu badireyi atlatmasını ve istiklâlini temin etmesini sağlayacak yegâne kudretin “Hakk”a tapmaktan” geldiğini bize söyleyen bir metin. Türk milletini tanımlarken Hakk’a tapmanın dışında hiçbir vasıf bize göstermiyor. Yani eğer Türkiye üzerinde bir millet yaşıyorsa ve bu milletin adı Türk milleti ise; bu milleti bir millet kılan şey sadece ve sadece Hakk’a tapması. Dolayısıyla burada bir şekilde Hakk’a tapmadan yaşayan insanlarda var. İstiklal Marşı bu insanların Türkiye’de ne adına yaşadıklarını sorgular bir metin, sorgulamaya açan bir metin.

Bizim İstiklal Marşı Derneği üyeleri olarak bir hesabımız olmalı diye düşünüyorum. Her birimizin İstiklal Marşı Derneği’ne üye olurken daha doğrusu İstiklal Marşı Derneği üyesi olmamız elbette önemli bir şey. Ama bunun daha ötesinde yaklaşık on ay kadar önce düzenlediğimiz tanışma toplantısında Genel Başkanımızın söylediği bir şey vardı: (mealen söyleyebilirim herhalde) “Eğer İstiklal Marşı Derneği üyeleri birbirlerine komşularından daha yakın olmayacaklarsa bu derneğin hiçbir anlamı yok.” İstiklal Marşı Derneği üyeleri hesaplarını bu dünyaya yönelik bir takım şeyler kesbetmek adına yapmazlarsa eğer yani bizim burada bulunuşumuz bir “ahirette hesabını verme” hesabına dayalı bir şeyse, sadece İstiklal Marşı Derneği’nin devamının bir anlamı olacaktır. Ama eğer İstiklal Marşı Derneği’ne ahirette hesabını vermek dışında bir sebeple gelenler varsa; zaten bu hesabı bilenler, bir şekilde mutlaka ama mutlaka “açıkta kalmak” durumundadırlar. Çünkü İstiklal Marşı Derneği her halükarda hesabını doğru yapanların derneği olacak.

Sonuç olarak “bizden ne olacağı meselesi” benim açımdan önemli. Ama bizden bir şey olacaksa eğer bizden zaten “bir şey olmuş” olması gerekiyor. Yani biz zaten bir şey olmuş olmalıyız ki; bizden fazladan bir şey olsun. Bunu temin etmek İstiklal Marşı Derneği’nin her üyesinin görevidir diye düşünüyorum.

Şimdi İstiklal Marşı Derneği Türkiye’de neye tekabül ediyor? Tevafuk, bugün gazetede rastladığım bir haber: 27 Şubat günü batı basınına göz atanlar Türkiye ile ilgili çarpıcı başlıklarla karşılaştılar: “Türkiye İslami metinleri radikal bir şekilde yeniliyor.”(BBC News) “Türkiye’nin Peygamber’e yeni bir gözle bakışı sonuçlanmak üzere.”(New York Times) “Türkiye 21. yüzyıl İslam’ı için çalışıyor.”(Guardian) “Ahlak, adalet ve kadın hakları: 21. yüzyıl İslam’ının portresi.”(The Times) Diyanet İşleri Başkanlığının yürüttüğü “konulu hadis projesine” dair bilgileri biz bu haber kaynaklarından alıyoruz.

Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığının yürüttüğü hadis projesini bize bildiren bu dış kaynaklı basın organları ve bunu Türkiye’deki bir gazetede bildirende Şahin Alpay, gazete de Zaman gazetesi. Konuyla ilgili çalışmalar yürüten Prof. Dr. Mehmet Görmez yürütülen bu projenin amacını şöyle açıklıyor: “Proje İslam’daki modernist damarın yorumlarından esinleniyor.” Bunu şunun için söylüyorum: Eğer biz İstiklal Marşı Derneği üyesi olmasaydık, bir yıl boyunca bu derneğin üyesi olarak yaşadıklarımızı ve düşündüklerimizi düşünmemiş olsaydık bu haberde tuhaf karşılayacağımız, yanlış göreceğimiz hiçbir şey olmayacaktı. Birileri bir yerlerde kurdukları planları yürüttükleri programları daha rahat yürütebilmek ve bizleri bu programların birer parçası haline getirebilmek için böylesi işler çeviriyorlar. Bu benim açımdan şu derece net bir şey: Biz kâfir dünyanın sorunlarına hadislerden yola çıkarak bir takım çözümler üreteceğiz sözde ve bunu Türkiye’de gönüllü olarak yürüten kurumda Diyanet İşleri Başkanlığı. Ben bunun, İstiklal Marşı Derneği çatısı altından başka bir yerde dile getirileceğini zannetmiyorum.

***
MUSTAFA TOSUN:

Öncelikle Merhaba!

Belki de hayatınızın en kötü panelistini, performansını dinleyeceksiniz. Beni bu güne getiren şey çocukluğumdan beri adını koyamadığım bir yabancılaşma, bir uyumsuzluktu. Televizyona baktığımda, sokağa çıktığımda uyum sağlayamadığım bir şeyler vardı, bunun adını koyamıyordum. Bugün bunun adının, Gayr-i Müslim dünyadan dayatılan bir hayatın konsensüs halinde yaşanılması olduğunu; bu olmasa bile kısa vadeli tatminlerin peşinde koşan insanların dünyasında yaşadığımın anlaşılmasıyla bu oldu. Bu da okumalarımız sonucunda İsmet Bey’i keşfetmemle oldu, esas yerli yerine oturdu. Yani bugün benim burada bulunmam İsmet Bey’i tanımış olmak ve yakınına yaklaşabilme cesaretini kendimde bulmamla oldu. Her gün anlamlı şeyler katarak kendimce bir zihin açıklığına kavuştum.

Öncelikle dört büyük dedemin üçünü; İstiklal Harbi’nde, Çanakkale’de, Sarıkamış’ta şehit vermiş olmanın ailem dışında bir anlamı olduğunu kavradım. Adına Müslüman denilen, Türk denilen şeyin de başka bir şey olduğunu anladım. Şu anlamda: Lisede, üniversitede okurken hep İslami çevreler veya gördüğüm kadarıyla İslami hayat yaşayan insanlar var zannediyorduk. Bu insanlarda da yabancılaşmanın uçları vardı, bu da bizim ancak gâvurvari yanlarımıza işaret zannediyordum. Ancak şunu anladım: İsmet Bey’in kitaplarında ve konuşmalarını dinlerken birçok şey aslında mütevazı günahlar olarak değil de tarihten bu güne gelen taraf olmanın gerektirdiği davranışlarmış. Yani şu anlamda İstiklal Marşı İslam’la alakalı, Türklükle alakalı, tarihle alakalı, Türkçe ile alakalı…

İsmet Bey’in bence devrim demeyeyim de, imkân sağlayıcı bir açılımı var. Bu açılımda Akdeniz havzası ikiye ayrılıyor. İslam’ın temelde Akdeniz’in doğusunu temsil ettiğini, batıda Yunanca ve Latincenin klasik diller olduğunu; Fransızca, İspanyolca, İtalyancanın bunların bozulmuş hali olduğunu; Türkçenin ise doğunun klasik dilleri olan Arapça ve Farsçadan İslam itikadınca, İslam’ı yaşayan insanlarca inşa edildiğini, imar edildiğini öğrenmiş olmak… Bir defa konuştuğumuz dilin neye denk düştüğüne aydınlık kazandırdı. Yine Türklüğün, İslam’ı gaileleri haline getirenlerin bir tanımı olduğunu kavramış olmamda benim için aydınlatıcı oldu. Şöyle ki İslam, 11. asra kadar Anadolu topraklarına o zamanki hâkim güç (Arap diyelim buna) bir konsensüsle geldi. Ancak bu konsensüs belki de toplumsal çürümeye doğru gidiyordu. Ancak Türk denilen güç bu anlaşmayı bozarak Hıristiyanlığın (Filistin sonrası) anavatanına el koydu. Bununla kalmadı Doğu Roma’nın başkenti olan Konstantinopolis’i İstanbul yaptı. Kendine mahsus bir Non Market Economy yani pazara dayalı olmayan ekonomik sistemle uç verdi. Ancak tarihte okuduğumuz Haçlı Seferleri düzenlendi. Haçlı Seferlerinin Türklere karşı düzenlendiğini gözden kaçırmamak gerek. Daha sonra coğrafi keşiflerin bizim Avrupalıları sıkıştırmamız dolayısıyla diş macunu gibi kaçmak için yol bulduklarını, bu bağlamda bir anlamı olduğuna kanaat getirdim. Reform denilen şeyin İslam’la baş edebilir bir din imali olduğunu, Rönesans’ın benzer şekilde Türklerle baş etme… Şu anlamda İstiklal Harbi’nin de son nokta; İslam’ın, Türklüğün bitmesini sağlayacak son harekat olarak kavrandığını bununda Allah’ın yardımıyla, içimizde ki belki şehitlerimizin, belki Allah’ın takdiri diyelim bir çıkış sağlandığı ancak bu çıkışında manipüle edilerek, sistemin gönüllü veya gönülsüz ajanları tarafından kapatıldığını anladık.

Ancak İstiklal Marşı’nın bir metin olarak, meşruluğunu sağlayacak bir metin olarak Türkiye üzerinde hak sahibi olduklarını, Türkiye’nin sahibi olduklarını iddia edenlerin tezlerini elden alacak şekilde tüm mücadelenin istiklal için, İslam’ın istiklali için verildiğini ortaya koyan bir metin olduğunu ve bu metnin de tam anlaşılamadığını daha doğrusu anlaşılmak istenilmediğinin farkına vardık. Şu anlamda: İsmet Bey hayatının son 40-45 yılında adını koyduğu şeyin bu noktaya, şimdilik bu noktaya varmak olduğunu, varmaya müstahak bir şey olduğunu anlamış oldum. Ben de burada olmaktan zevk alıyorum, bunun bana bir külfeti de yok. Bu derneğin içinde olmaktan zevk aldığım için buradayım, Müslüman olduğum için buradayım, tabiî ki Türk olduğum için buradayım.

Hakkınızı helal edin. Hakk’ıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal!

***
ADEM YILDIRIM:

Tekrar merhaba diyerek başlayayım. Sivas Şubesi başkanıyım ama bu görüşler şahsımın görüşleridir. Bir şubenin görüşü olarak alınmasın, bunu da peşinen söyleyeyim.

Olaya ben biraz daha sistematik yaklaşmaya çalışacağım. Bu panelin konusu derneğin bir yıl içerisindeki yaptıkları ya da yapamadıkları. (Ben yanlış anlamadıysam böyle, sene-i devriyemiz) Üç başlık belki aklımızda yer edebilir: Birincisi organizasyon bakımından olayın değerlendirilmesi. İkincisi bir tavır, bir duruşun elde edilmesi. Üçüncüsü de yine bir ahlakın kesbedilmesi. Organizasyondan kastım şu: Bu dernek bize kurduruldu mu? Bu dernek dünya sisteminin işlerini kolaylaştırmak için bir maşa mı, bir araç mı ya da hizmetkârların hizmetkârlığını yapacak bir aracı kuruluş mu? Hamdolsun bu bir yıl boyunca gördük ki başkalarına hizmet için kurulmuş bir dernek değil, bir maşa değil, bir aracı değil. Tamamen ihtiyaçlardan kaynaklanan bir organizasyon, bir kuruluş. Çünkü bir yıl boyunca bu dernek bir şey yapmadı. Birçok provokatör ortaya çıktı, bir çok bizi bir şeyler yapmaya itecek amiller ortaya çıktı ama biz yapacaklarımızın kimin işine yarayacağının hesabını bilerekten yapmaktan geri durduk. Bu organizasyon bakımından derneğimizin kendi öz değerleri üzerinde kurulu, milletin öz değerleri üzerine kurulu bir dernek olması geleceğimiz en iyi nokta, diye düşünüyorum.

Tavır aşamasında söyleyebileceklerim; Sayın Genel Başkanımızın bize işaretiyle, uygulamasıyla emredilmiştir. Bu da bir teyakkuz halidir. Yani söylenen her sözün, bir davranışın arkasında bir neden olabileceği, olduğu; bizi birilerinin bir yerden bir yere sürüklemek isteyebileceği, bu zamana kadar Türkiye’de olup bitenlerden hareketle yani sistemin lortlarının birçok hareketi içeriden yönettiğini bilme sayesinde bir teyakkuz tavrı kazandı bu dernek. Bu da şahsım açısından bir yılın kazanımı olarak düşünüyorum. Bu teyakkuz dalga dalga üyelerimiz arasında yayıldı, yer etti ya da etmedi.

Üçüncüsü bir ahlak kesp etmemize yol açtı. İsmet Bey, (öncesinde onu okuyanlar bunu biliyorlar zaten) derneğimizi sıradanlığa reddiye şeklinde ortaya koydu. Mesela bir dergi fikrimiz vardı. Ama bu sıradan olacaksa olmasın denildi. Bu olabilecek yine en iyi tavırdı, sıradanlığa reddiyede bulunuldu.

Bu üç önemli kazanım, bizim bir yıllık kazanımımız. Yapamadıklarımız, eksikliklerimiz elbette var. Çünkü bir yıl, böyle bir oluşum için kısa denilebilecek bir süre. Birçok arkadaşımız bu dernekte tanıştılar, bu dernekte birbirleriyle görüştüler. Geldiğimiz noktada bir sinerji (moda tabirle) oluştuğunu hissediyorum. İnşallah önümüzdeki günlerde dernek toplum içerisinde de bir takım eylemleriyle, söylemleriyle kendini, yerini daha net duyuracaktır diye inanıyorum.

Hamdolsun bu dernek Avrupa Birliği mahkemelerini arkasına alarak, çeşitli uluslar arası sözleşmeleri önüne alarak bir şeyler yapmaya çalışmadı, çalışmayacak. Tamamen milli değerlerden hareketle bir şeyler yapmaya çalışacak. İnşallah bu bir yıl on yıllara dönüşür. Bu salonlar, bu meydanlar yetmez olur temennilerimle sözlerimi noktalamak istiyorum.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

***
AHMET DEMİREL:

Teşekkür ederim. Ben konuşma yapmayacağım ancak arkadaşlar zaman bıraktılar. Birkaç cümle de ben söylemek istiyorum. Burada derneğimizin üyeleri dışında misafirlerde var. Onlar bir yılın içinde neler olduğu konusunda bilgi sahibi değiller. Bir yılın içinde yüz yılın içinde olmayan oldu! Bu görmekle alakalı bir şey, farkı fark edecek bir seviye ile alakalı bir şey. Dolayısıyla bu yapılan, hiç yapılmamış olandır. Niyetimiz neyse, o bize nasip olmaktadır.

Hepinize teşekkür ederim. Bir aramız var, aranın ardından Genel Başkanımızın konuşması olacak.

1 Mart 2008, İstanbul 

"TÜRK OLMAK" Paneli Tam Metni

Es-selâmu aleyküm,

İstiklâl Marşı Derneği’nin tertip etmiş olduğu “Türk Olmak” paneline hepiniz hoş geldiniz.

Bir İdeoloji Olarak İstiklâl Marşı

İstiklal Marşı, bir gün gelip de hesaba çekileceğini birinci meselesi yapmış insanların vasfından, Müslüman vasfından doğmuştur.
 

"NE DEDİĞİNİ BİLMEK, BİLDİĞİNİ OKUMAK" Semineri Tam Metni

Oruç Özel: Selâmun aleyküm,

Biraz fazla bir ara verdik teknik birtakım aksaklıklar sebebiyle. Şimdi, "Ne Dediğini Bilmek, Bildiğini Okumak" seminerimizin ilk celsesini icra edeceğiz.

"Türkleşmek Yahut Amerikanlaşmak; Üçüncü Bir Yol Yok!"

"Türkleşmek Yahut Amerikanlaşmak; Üçüncü Bir Yol Yok!" paneli İstanbul'da yapıldı.

"DÜŞMANIN ZAMANIYLA GERDEĞE GİRMEK" Panelinin Tam Metni

Muttaki Ünlü:

Selâmun Aleyküm,

İstiklâl Takvimimizin 1439 senesine ait nüshasının neşrolunması sebebiyle tertib ettiğimiz "Düşmanın Zamanıyla Gerdeğe Girmek" serlevhalı panelimize hepiniz hoş geldiniz.