İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Türkler tarifsiz kederleri itibariyle dünyada yalnızdır. Önce homogen birlikten mahrum olmanın kederi vardır. Ne tarihte, ne de şimdiki halde işaret edilebilecek “tipik bir Türk” söz konusudur. Çok kişinin ağzından “Türkiye idaresi Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir” cümlesini işittim. Eğer kendi ülkemiz olarak bildiğimiz toprak parçasının idaresi bize, biz Türklere bırakılmıyorsa bu işi kim yapıyor? Elde edilmek istenen sonuç nedir? Batılılaşma modasına kapıldıktan sonra tarihî bir yerden başkasına geçiş safhası yaşamadık, halen yaşamıyoruz. Tarih bize bakarsak ilerde kuğu haline gelecek bir çirkin ördek palazı masalı anlatmağa niyetli değil. “Nurlu ufuklar” bir zamanlar siyaset dilinde pek geçerliydi. Şimdi ise nurlu olsun veya olmasın ufuktan söz açamıyoruz. Niçin? Halkın önemli bir kısmını bunaltan Türklerin barınma meselesi devleti meşgul etmiyor. Çünkü Türk’ü tarif etmeğe kimsenin mecali yok. Türkiye Cumhuriyeti’nin en kalabalık şehri İstanbul’da Türklüğünden şikâyetçi olmayanlar mesken seçimi hususunda kapitalizmin insafına ve kaprislerine terk edilmiş.
Kapitalizmin insafına ve kaprislerine terk edilmemiş neyimiz var? Osmanlı arması İngilizlerin bir icadıdır. Britanya İmparatorluğu diz bağı nişanını Britanya dışından birine verdiklerinde kendi armalarının yanı başına o ülkenin armasını koyarlardı. Britanyalıların Sultan Abdülmecid’e nişan vermeleri sırasında henüz bir Osmanlı arması yoktu. Anlayın ki bilhassa Britanyalıların emeği geçmiş bir Osmanlı armamız var. Resmikabul gören bayrağımızdaki ay yıldızın ayı sırtını göndere çevirmiştir. Resmiyetin bizi icbar ettiği bayrakta hilâl, yani doğan ay değil, batan ay vardır. Yani İngilizler Türk devletinin batacağına çok önceden, belki de 1838’de karar vermiştir. İstiklâl Marşı’mızdaki hilâl bugün resmiyette arz-ı endam eden ay değildir. Bayrağımızdaki bu kasıtlı tanzim behemehâl tashih edilmelidir. 27 Mayıs 1960 ihtilâli çok partili siyasi rejimin ruhunu eğip bükmüş bizi “olacak o kadar”a mahkûm etmiştir. Buradan Türkeli'nde ilk demokratik seçimin 1946’da değil ve fakat 1950’de, son demokratik seçimin ise 1957’de yapıldığını anlayabiliriz.
Oynamak zorunda bırakıldığımız körebe oyunundan zevk alan var mıdır? Hiç sanmıyorum. Şartlar değiştikçe her türlü değişmeden ulaşılacak makam ve biriktirilecek servet bakımından istifade edenler gün geçtikçe çoğalıyor. Türk topraklarında yaşayanlar nedense her yönüyle kapitalizmle uzlaşmış olmaktan hiçbir rahatsızlık duymuyor. Kapitalizm önce ücretli emek vasıtasıyla sosyal dokuyu şekillendirdi. Akabinde alan hâkimiyetiyle inisiyatifi birikmiş sermayenin eline bıraktı. Türklerin tarihteki yeri vuzuha kavuşunca Batı dünyasındaki medeniyet tecrübesinin mahiyeti de açıklığa kavuşacak. Biz Türkler Bizans’ı tarihin bir malzemesi haline getirince Antik çağa mahsus tavırların yeni kalıpların dünyasına uyarlanması imkânsız hale geldi. Nasıl olmuştu da gerek Grek ve gerekse Roma bütün dünyayı hayran bırakacak başarılara kavuşmuştu? Bu sualin yaktığı ateşle İtalyan Site Devletleri’nde adı ancak XIX. asırda konulabilen ve devre devre Avrupa’nın her yerini etkileyen bir Rönesans başlatıldı. Rönesans’ın başlattığını millî pazarın peşi sıra millî kiliseleri abat eden Reform hitama erdirdi. Kentsoylu sınıfın feodal yapıyı örselemesine modernizm denildi.
Şu oldu, bu oldu olduğumuz yere geldik. Yozlaşma ve soysuzlaşma hiç hız kesmiyor. Bütün müstemlekeci devletlerin Gazze’de bir ağızdan İsrail’e arka vermeleri şaşırtıcı değil. Çünkü XIV. Hıristiyan asrından bu yana uygulanan ve esas ilkesi insanı insanların kul edinmesinden ibaret olan sistem karakter değiştirmedi. Eğer nabız atışları ABD ekonomisine ayarlanmış İsrail ve İran görünüşte bir III. Dünya Savaşı sahnelenmesine zemin hazırlayacak olurlarsa Dünya Sistemi her zamankinden daha gürbüzleşecek. Ne yapacağız öyleyse? Sovyetler ekonomik işleyişlerine güvenerek kapitalizmi silâhla değil tereyağıyla mağlup etmek hülyasını bir süre dillendirmişlerdi. Hâlbuki mesele Dünya Sistemi’ni zayıflatmak değil, ortadan kaldırmaktır. Bunun için de Müslümanlığı tekrardan ve ısrarla ölçü kabul etmek gerekiyor. Asr-ı Saadet'te eğer kazandılarsa Müslümanlar kendilerini farklı bir kavim saydırarak başarı kazandılar. Bir post-modernizm hikâyesi uydurmak modernizme nihayet vermiyor. Ömrümüzü neyin uğruna tükettiğimiz suali bize uğruna yaşanılacak şeyler olduğu bilinci getirebilir. Bu bilinçle yapılacak çok şey var.
İsmet Özel, 8 Şevval 1445 (17 Nisan 2024)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün